Bu başlığı hatırlamış olmalısınız. Türk Milliyetçiliğinin büyük siması Galip Erdem, "Beşiktaş Nasıl Kurtulur?" başlıklı yazısını, 12 Eylül ihtilali üzerine, Ülkücülerin ve MHP'nin ileri gelenlerinin toparlanıp, Mamak Cezaevine konulması ve işkencelere maruz bırakılması üzerine kaleme almıştı.
Muhtevası muhteşemdi. Hala dönüp zevkle okuduğum yazılardandır. Galip Ağabeyin o yazısı, uygulanan katı sansürü yırtarak, "fikirleri iktidarda, kendileri zindanda" olan Türk Milliyetçilerini, düştükleri ikilemden kurtarıyor ve yüreklerini serinletiyordu. (*1) Bugün, Göğe Merdiven'e bu başlığı seçmemin nedeni, milletimizin bağışıklığının, alyuvarlarının güçlendirilmesi için ne yapılması gerektiği konusundaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isteğimdir. Türkiye'de yüzde otuz beşlik bir halk gücüyle iktidara gelen AKP, kanaatimce çok kısa bir süre içinde, zaten uzun zamandır sahipsiz olan Türk Milletinin hakiki sahibi ve koruyucusu olamayacağının emarelerini göstermiştir. Türk Milletinin ne kadar sahipsiz kalacağının çok önemli bir göstergesini geçtiğimiz günlerde Kıbrıs konusunda yaşadık. Kıbrıs için bir sürü hain, eskiden beri "verip kurtulalım!" diyordu, aldırmıyorduk. Ama sonunda akıl almaz bir şey oldu; Türkler tarafından kurulan bir Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin, en yüksek makamına oturmuş biri, herkesin önünde çıkıp, kanla alınmış bir vatan toprağını, düşmana geri vermekten bahsetti. Bana göre, bana göre değil, herkese göre bu, ihanet olarak görülmelidir. Binlerce yıllık tarihimizde eşi görülmeyen bu zat, eğer ihanet içinde değilse gafletin en son noktasındadır. (Mete Han zamanında böyle konuşmuş olsaydı, uçarken sas çıkartan oku çoktan kalbine yamişti.) Tayyip Erdoğan'ın Seçim öncesinde icazet aldığı makamlardan biri olan bu teklifin sahibi, kendi devrinde, aynı düşman ülkeye, altın bir tas içinde, karşılıksız, bir büyük taviz vermiş, bunu da Türk Halkına bir jest olarak takdim etmişti. Şimdi hangi 'jest'lerle bu noktaya gelindiği daha iyi anlaşılıyor. Aslında, milletimizin gözünden hiçbir şey kaçmamaktadır. Ne yazık ki bu tür kepazeliklerle her alanda karşılaşıyoruz. Kötü olan, ihanetin de alışkanlık yapıyor olmasıdır. Sadece yöneticiler ve siyasiler açısından değil, hayatımızın her cephesinden bakalım; Türk Kültürü aşınmış, aşındırılmış, Türk Milleti ruhen ve bedenen (Alkol, sigara, uyuşturucu tüketimi ve hastalıklarda dünya sıralamasına bakıl!) zayıf düşmüştür. "Milli Kültür Düşmanları Görüşlerinin Bir Çoğunu Resmileştirmişlerdir."(*2) Bugün, Türk Kültürüne yapılan saldırılara hiçbir karşılık verilemez olmuş, Türk Dili aır yaralar almıştır. Türk Milli Eğitimi, ders kitaplarından "Milli" kelimesini kaldıracak kadar pervasız bir Türk Düşmanlığına girmiş, "Yabancı Dille Eğitim" gibi, Afrika sömürgelerinde bile görülmeyen bir uygulama, neredeyse ana okullarımıza kadar inmiştir. Buna karşılık, açıklanan Hükümet programında, Türk Dünyası, Türkçe ve Türk Kültürüyle ilgili, ciddi manada bir düşünce ve çözüm yoktur. Hükümet, Türkiye'nin önemli meselelerini sadece ekonomik olarak görüyor, en büyük kültürel aşınmaya karşı en küçük bir tedbir düşünmüyor. Bu durumda seyirci kalınacak kültürel aşınma artarak devam edecek demektir. Mevcut aşınmada çok çeşitli iç ve dış sebeplerin yanında, milletimizin savunma gücünün, bağışıklık sisteminin, alyuvarlarının yetersiz kalmasının rolü büyük olmuştur. Bu bakımdan bugün, bana göre sorulması gereken soru "Beşiktaş Nasıl Kurtulur?" sorusu da değildir. Türk Milletinin savunma mekanizmalarının başında geldiğini düşündüğüm, bunun örneklerini de vermiş olan, ülkücülerin siyasi partilerinin son seçimlerde darmadağın olmasından da büyük bir sorunla karşı karşıyayız. "Millet sahipsiz kalmıştır." Türkiye'deki yeni iktidarın, Türk Kültürü, Türkçe ve Türk Dünyası gibi bir meselesi olmadığı için, Türk Milletinin sahipsizliği devam edecek, millet kendi hukukunu kendisi korumak zorunda kalacaktır. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez. Görmezden gelinen önemli bir husus şudur: Türk Milleti, sadece Türkiye toprakları üzerinde yaşayan Türklerden ibaret değildir. Türkiye'ye gözünü dikip yardım bekleyen, Altaylar'dan Baltıklar'a, Doğu Türkistan'dan Kafkaslar'a ve Tuna Boyları'na, Sibirya'dan Amerika'ya kadar uzanan bir büyük dünyadır. Turan'dır. Asya, Avrupa, Afrika Turan'ın ön yüzü, Amerika arka yüzüdür.(*3) Türk Dünyası görmezden gelinemez. Bu büyük coğrafyanın meseleleri ile hemhal olmamız, onlara önderlik etmemiz gereken bir zamanda ise maalesef sadece Türkiye'yi konuşabiliyoruz. İşte bu sebeplerle arkasında yüzde otuz beş halk gücü bulunan yeni hükümetin Türk Milletinin meselelerini kucaklayabilen bir yapıda olmadığını ve milletin sahipsizliğinin sürdüğünü, önümüzdeki beş yıl içinde de bu sahipsizliğin artarak süreceğini söylemek kehanet olmaz. Bir başka tehlike de, son seçimlerden sonra, milletin, çok iyi bir sahip seçmiş gözüktüğünden, sahipsizliğinin de farkına varamayacak olmasıdır. Türk Devlet Geleneği'ne göre, devletin düzeninde ve işleyişinde bir bozukluk olduğunda, milletin durumu kötüye gittiğinde, millet kendi kendine çözümler üretir. İlk çözümü, mevcut idarenin düzeltilmesinde arar. Aksakallarını,aşıklarını konuşturur. Uyarır. Kar etmezse, acilen kurultayın toplanması için yüksek sesle düşünmeye başlar. Sözünü ettiğimiz Kurultay, seçimlerde kaybeden milliyetçi partilerin kurultayı değildir: Turan Kurultayı'dır. Türkiye ve Türkiye dışından, Türk Milletinin geleceğini düşünen aksakalların; bilim ve devlet adamlarının, önde gelen aydınların ve önderlerin katılacağı bir kurultaydır. Bu türdeki çok önemli bir Kurultay, 1967'de yapılan 1. Milliyetçiler Büyük Kurultayı'dır. Bu Kurultay, kendisinden sonra yapılan siyasi ve kültürel bütün milliyetçi çalışmalara öncülük etmişti. Bana göre bu Kurultaydan da önemli olan bir çalışma, "10-11 Mayıs 1969'da yapılan Milliyetçiler ilmi semineri" dir. Bu seminer, iki yıl önce yapılan 1. Milliyetçiler Büyük Kurultayı'nın karar gereğince, 2. Büyük Kurultay' a hazırlık olmak üzere, 10-11 Mayıs 1969 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenmiştir. Tertip komitesi adına 27 Nisan'da yapılan davet mektubuna, 1. Milliyetçiler Büyük Kurultayı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu imza atmıştır. Seminer'in başarıyla gerçekleştirildiğini, en azından seminer çalışmalarının ve raporlarının, aynı yıl basılmış bir kitapla kamuoyuna duyurulmuş olmasından anlıyoruz.(*4) Sonraki yıllarda Türk Milliyetçiliği Fikri'nin hızla taraftar bulması, önemli ölçüde bu gibi ilmi-fikri çalışmalar neticesinde ortaya çıkan bir gelişmedir. Bu Seminer' in tertip komitesinde; Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Fazlı Akkaya, H. Cengiz Alpay, Nihad Sami Banarlı, A. Aydın Bolak, N. Nihat Bozkurt, Rasim Cinisli, Altan Deliorman, Doç. Dr. Muharrem Ergin, Metin Eriş, Ahmet Kabaklı, Dr. Mustafa Kafalı, İsmail Kahraman, Doç. Dr. Haluk Karamağralı, Prof. Dr. Selçuk Özçelik, Ekrem Özer, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Osman Yumak, Prof. Dr. Sabahattin Zaim bulunmaktadır. Seminere, Türkiye'de alanında tek olan birçok ünlü bilim adamı ve sanatçı (toplam 65 kişi) katılmıştır. Beş kişi de tebliğ yollayarak katılmıştır. Arif Nihat Asya' dan Nihad Sami Banarlı' ya, İsmail Dayı' dan Altan Deliorman' a, Şükrü Elçin' den Muharrem Ergin' e, Mustafa Necati Sepetçioğlu' ndan Emine Işınsu' ya, Yılmaz Öztuna' dan Ahmet Kabaklı' ya, Hikmet Tanyu' dan Mustafa Kafalı' ya, Fethi Gemuhluoğlu' ndan Galip Erdem' e ve isimini anmadığım birbirinden değerli isimler...Seminer, çeşitli komisyonlar halinde çalışmasını sürdürmüştür. Mesela, "İktisadi Doktrinler, Milli Gelir ve Sosyal Adalet, Sanayi Siyasetimiz, Sendika Siyasetimiz, Ortak Pazar ve Türkiye, Geri Kalmış Bölgelerin Kalkınma Politikası, Tarım Reformu, Türkiye'de Enerji Kaynakları ve Petrol, Nüfus Siyasetimiz Meseleleri" Komisyonunda; Başkan Prof. Dr. Sabahattin Zaim (Ferit Erdoğan), Komisyon Raportörü Galip Erdemdir. İştirak edenler: Özcan Bolcan, Vahit Çopuroğlu, Doç. Dr. Recep Doksat, Selahattin Erkap, İhsan Koloğlu, Prof. Dr. Mustafa Köseoğlu, Kemal Lokman, Fahri Tanman, Prof. Dr. Orhan Uzunsoy, Doç. Dr. Nevzat Yalçıntaş'tır. Bu şahsiyetlerin ve eserlerinin incelenmesi, Türkiye'nin sıkıntılı bir döneminin aydınlatılması açısından çok önemlidir diye düşünüyor ve bu çalışmayı konunun uzmanlarına hatırlatarak geçiyorum. Kısaca söylemek gerekirse, Türk Milletinin sahipsizliğini aşmak amacıyla, bugün de benzer şekilde, Türk Milliyetçileri Kurultayı veya Türk Milliyetçileri İlmi Semineri tertiplenmeli ve sonuçları, Türk Milletinin istifadesine sunulmalıdır. Bu tür bir çalışmadan bölünmüş Milliyetçi Partilerin bir tek siyasi güç olarak çıkması dahi temin edilebilir. Yeter ki aklın yolu kullanılsın. Kendisinden otuz küsur sene sonra iktidara siyasi gücünü taşıyan bu türde ciddi, ilmi çalışmalar olmaz ise, Türk Milletini sahipsizliği devam edecektir. Beşiktaş, birbirimizi sevmeyle, çalışmayla ve ancak ilimle kurtulur diye düşünüyor, Galip Erdem Ağabeyi bu vesileyle rahmetle anıyorum. ___________________________________________________
(*1) Galip Erdem, Mektuplar, Beşiktaş Nasıl Kurtulur, Milli Eğitim ve Kültür Yayınları, 1.Bsk, Ankara, 1984, 122 sf. (sf. 18-21) (*2) Ocak'dan bir Sohbet: Galip Erdem: "Milli Kültür Düşmanları Görüşlerinin Bir Çoğunu Resmileştirmişlerdir." Türk Yurdu Dergisi, Nisan 1990, c. 10, s. 32. sf. 43-46 (*3) Bu benzetme büyük Turan Şairi Ergeş Uçkun'a aittir. (*4) "Milliyetçi Türkiye'ye Doğru (10-11 Mayıs 1969'da yapılan Milliyetçiler İlmi Seminerinde varılan neticeler) İstanbul, Kültür Ocağı Genel Merkezi, 1969, 216 sf."