Akıllı bir adam –belki başkalarına değil ama kendisine “Acaba ABD Irak’a demokrasi gelmesini ister mi?”diye mutlaka sormalıdır.
Tabiî akıllı bile olsa ona bu propaganda savaşı içinde düşünme fırsatı verirlerse... Vermezler, çünkü düşünebilme imkânı bulursa insanların nasıl bir “beyin yıkama” sahtekârlığına kurban gittiğini görecektir.
Bir ülkeye istediğinizi yaptırmak için, siz olsanız orada orda demokratik bir yapı mı yoksa bir diktatör mü olmasını arzu ederdiniz?
İnsanların ve bu arada saf temiz Amerikan vatandaşlarının da gerçekleri görmesini önlemek üzere özellikle ortaya çıkarılan gürültü kirliliği yüzünden, bırakın sistemli düşünmeyi, konuşmaya ve hattâ dinlenmeye bile vakit bulamazsınız.
Birkaç yıldır büyük bir kalkınma hızını gerçekleştiren ve bunu sürdürme eğiliminde görünen, milyarlık nüfusa sahip ülkelerin önünü kesmek çabasında olanlara tek bir yol kalmıştır. Petrol ve doğal gaz gibi enerji bölgelerine hakim olmak. Buna silah fabrikalarının ayakta kalmasını sağlayacak talebin kamçılanması olayını da katarsanız asıl niyet ve hedef gün ışığına çıkar. Silah üretiminden vazgeçirilmiş bir büyük ekonomiyi ayakta tutabilmek mümkün değildir. Bunun pratik ifadesi savaşı tahrik etmektir.
Evet başkalarını aldatmak bir yana, kimse kendisini aldatmasın! Silahların tüketilmesi hayati bir konudur.
Güdümlü medyada savaş çığlıklarının atılması dolaylı bir propagandaya zemin hazırlamasa esasına dayanır. Savaşın kaçınılmaz gibi gösterilmesi, onun haklı sebepleri bulunduğunu ve vazgeçilmeyeceğini şuur altına zamanla yerleştirme metodlarından biridir. En azından hukuki alt yapısı bulunmayan böyle bir savaşı istemeyenlere karşı bir cephe oluşmasını sağlar. Aynı konu üzerinde sürekli tartışmalar açmak bir toplumda bezginlik duygusu meydana getirir.
Böylece şartlanan ve yönlendirilen bir toplumda insanlar ve özellikle kompleksli “okumuşlar” hak ve hukuk gözetmeksizin güçlünün yanında yer alırlar. Böylece hazır bir zafere ortak olma psikolojisi ile doyuma ulaşırlar. Hiçbir zarar görmeksizin işin içinden sıyrılacağına inandırırlar kendilerini. Halbuki doğrultularını şaşırmışlardır, yönleri belirsizdir. Yalnızca silah üstünlüğünü ile sağlanan bir egemenliği kendi başarıları gibi görmek isterler. Ezenin yanında olmayı marifet sanırlar. Bırakın genç askerlerin yaşamını yitirmesini çoluk çocuk, kadın masum sivillerin yok yere öldürülmesini meşru gösterme gayreti içinde alçalırlar, küçülürler.
Bilmezler ki, Türkiye’ye Ortadoğu’da rol biçen, savaş lobilerinin küstah sözcüleri bu bölgede tarihinin ve derin kültürünün icabı kimseye boyun eğmeyecek böyle bir devlet istemezler. Onun için ülkemize devamlı problem çıkarırlar.
Gerçekten siyasi ve askeri stratejiye vakıf olanlar şu içinde bulunduğumuz tarihten on yıl kadar evvel Kuzey Irak’ta parlamentosuyla, belediyeleriyle, ordusuyla, idari teşkilatıyla ayrı bir devletin fiilen kurulmaya başladığını görüyorlardı.
Gel gör ki bugün bile bazı politikacılar hâlâ böyle bir devletin “ilan edilmesine” izin verilemez gibilerden beyanlara takılıp kalmışlardır. Dikkat buyurun! Kurulmasına değil de <> karşı olduğunu söylüyor. Öte yanda “atı alan Üsküdar’ı geçmiş”
Bütün bu tertiplerin Türk Askeri’nin moral gücü karşısında başarıya ulaşması mümkün değildir. Destekleri ne olursa olsun sonuç alamayacaklardır. Ancak Türkiye’nin burada fiili bir durumla karşılaşması yüzünden kayıplara uğraması gerçekten üzücü olur.
Türk Askeri’ni kendi çıkarları doğrultusunda kullanma hevesinde olan dış mihraklar milli duyarlık taşıyanlarımızı Kerkük ve Türkmenler meselesi ile yanına çekmeye çalışmakta, çıkar peşinde olanları da petrolden pay vermekler avutmaktadırlar.
Elbette ülkemizin bahis konusu unsurlar üzerinde hassasiyeti vardır. Mutlaka bu mesele ile ilgisi olacaktır. Ancak yönetimde bulunanların, inceliği ve derinliği olmayan beyanlarla bazı yaban kişilere bu aziz vatan üzerine söz söyleme fırsatı vermeleri ferasetsizliktir.
Türkiye’miz bir büyük önderin ifadesi ile “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyebilen ülkücü devlet adamlarına kavuşup müstemleke aydınlarının “cebin” yani yüreksiz, korkak tabiatından kendimi sıyırarak bu bölge üzerinde kendi kararını kendi vermelidir.
Bu konuda hem dost görünüp hem de “IMF kanalı ile Türkiye’yi rehin aldık, ona her istediğimizi yaptırırız” diyebilen yabancı yaratıkların söz hakkı olmamalıdır.
Ne var ki bu adamlara bu sözleri söyletebilecek acı bir gerçekle karşı karşıya bulunmaktayız.
Ülkeyi uçurumun kenarına getiren kişiliksiz, ufuksuz yöneticilerin basiretsizliği de vurguncu düzenbazların yurt dışına kaçırdığı servetin “dış borç” şeklinde dönüp boğazımıza sarılması da bir vakadır.
Evet, önümüzde iki ucu kirli bir değnek var. Bir sopanın kendi işlevine uygun olarak kullanılabilmesi için bir ucunda tutulması gerekir. Ya temizleyeceksin ya da bir yenisini bulacaksın.