Kasım 2008

Ö T E S İ

 

5.12.2024 



Düşün/ce

 
Olcay Yazıcı

İnsan, lisan demektir


Dil, millet olmanın temel unsurlarından biridir. Bilinen, klasik yaklaşımı hatırlayalım: Siz eğer vatanınızı (coğrafî olarak) kaybederseniz, mücadele verir, onu yeniden kurabilirsiniz. Fakat dil şuurunu kaybettiğinizde, tarihin uçurumunda yok olur gider ve bir daha millet olma şerefini asla elde edemez; bir başka ulusun kölesi haline gelirsiniz.

Çünkü, Horatius'un dediği gibi, "Abisus abisum invocad!" bir durum ortaya çıkar. Yani 'uçurum, uçurumu çağırır!' ve siz o uçurumda, bir daha dönmemek üzere yok olur gidersiniz.

Dil o kadar önemli ki, Cemil Meriç en güzeli ifadesiyle "Kâmusumuz, nâmusumuzdur!" demiş. Evet, dilin bozulma ve yozlaşması, namusun kirlenmesi kadar arzu edilmeyen, kötü bir durumdur. Batılı düşünür Heidegger de, "Dil insanın evidir" der. Ev, ferdi, aileyi ve neticesinde bütün bir toplumu dış saldırılardan, her türlü fenalık ve yozlaşmadan korur.

Dil, sadece bir konuşma ve anlaşma vasıtası değildir. Dil bir milletin ilmî hafızası, hatırası yani ruhudur. Mayasıdır, özüdür. Dilini kaybeden hafızasını ve hatırasını kaybeder. Hafızasını kaybeden insan, hem ferdî, hem de millî kimliğini kaybeder. Neslinin düşmanı, düşmanının ise gönüllü kölesi/uşağı olur. Etrafınıza bakınca, bu prototipin bolca örnekleriyle karşılaşmanız mümkün.
HAFIZA KAYBI
Tanınmış Çek romancı Milan Kundera, kültür değişmesinin büyük azabını ülkesi adına yaşayan haysiyetli bir aydındır. "Gülüşün ve Unutuşun Kitabı" adlı eserinde şöyle der:
"Bir toplumu yok etmenin ilk adımı, o toplumun hafızasını, yani kitaplarını, kültürünü ve tarihini silmek, yok etmektir. Bundan sonra yapılacak şey, o toplum için yeni kitaplar yazmak, yeni bir kültür imal etmek, yeni bir tarih icat etmek, uydurmaktır. İşte tüm bunlardan sonradır ki, bir toplum geçmişte ne olduğunu unutur; bugün ve gelecekte ne olacağını bilemez hale gelir!"
Aynı yazar, Sovyet işgaline uğrayan ve bir gecede bütün sokak isimleri değiştirilen Prag için de, "Prag, bir gecede hafızasını kaybetti!" tespitini yapar. Bu kültür trajedisi, bize de bir şeyler hatırlatıyor tabii ki. Biz de bu tür 'hafıza silme, idraki sıfırlama, birikimli beyinleri bir anda tabula rasa'ya (boş levhaya) çevirme operasyonlarına' pek âşinayız!..Dil ve kültür intikalinin kesintiye uğratılması, o millet için feci bir durumdur. Toparlanmak hayli zaman alır. Hatta mümkün olmayabilir de...
Dil, toplum dokusunun, medeniyet DNA'sının şifresidir. Bir kimlik mührüdür. Varlık belgesi, aidiyet beratı ve mensubiyet senedidir.

Dil ve din birliği yıkıldı mı, cemiyetin harcı ortadan kalkar; mozaik dağılır ve millet 'yığın' haline gelir. Sürüleşir ve ömür boyu sürünür oradan oraya. Bozguncu ve yozlaştırıcıların dil ve din üzerinde bu kadar ısrarla oynaması tesadüfî değildir.
Dilde imlâ ve noktalama işaretleri de çok mühimdir. Öyle ki, bana göre "ilmin başlangıcı, virgülün nereye konulacağını bilmektir!"
Bir dil ürünü olarak şiir yazmak, ateşe ve azaba tahammül etmektir; kertenkele gibi sırtını güneşe verip, sayıklamak, sıradan sözler mırıldanmak ve nüktenin rehavetine kapılmak değil.

ACIKLI BİR KOMEDİ
Bir başka Batılı düşünür Byron, "Bilgi azaptır!"der, şiir bilgisi ise azabın kare köküdür.Daha da ötesi, sonsuzlukla çarpımıdır. Yani şiir eprimiş, içi geçmiş işportacıların işi değil. Örste dövülen kızgın çelik şavkımasına beyni ve yüreğiyle şekil verebilenlerin, 'küle değil, ateşe üfleyebilenlerin' işidir. Mistik ve estetik yoğunluğun duygu-düşünce şehrâyini, şöleniyle, "bit pazarı çığırtkanlığı" bir tutulmamalı, aynı terazide tartılmamalı, aynı edebî tanımla ifadelendirilmemelidir.
Dil disiplini, dil şuuru ve dil idraki yeterince oluşmadığı ve gelişmediği içindir ki, takır-tukur/kuru-yavan/derinliksiz-teatisiz sesler duyuluyor ama, ne incelmiş bir fikir var ortada, ne ahenkli bir musikî, ne de bediî bir sanat duyarlığı.

Bu beyanda, ülkemizde son yıllarda sağlıklı bir eleştiri/tenkit müessesesi ve objektif bir münekkit olmadığı için, ayrıca eleştiri karşı tarafı 'kılıç darbesi' gibi haklı/haksız yaraladığı için susuluyor, görmezden geliniyor. Daha feci olanı ise klişe övgülerde bulunuluyor, rüşvet-i kelâm dağıtılıyor. Sığlaşma ve sıradanlaşma böyle yerleşiyor içimize. Bir insana kırk gün deli denilse, gerçekten deli olurmuş. Siz de, bir adama kırk yıl 'şair', 'yazar', 'edebiyatçı', 'Nobel'e aday büyük romancı!' derseniz, tabii ki o da kendini gerçekten o liyakatte sanır.

Goethe, "Bir şiir ya şiirdir, ya şiir değildir" demiş. Ne de güzel söylemiş.Yani şiirin kötüsü olmaz, kötü ise şiir değildir. Bu hüküm, edebiyatın her dalı ve teması için de geçerlidir. Mevlânâ da, sözün ve mânânın büyük ateşinden söz eder ve "Kimde yoksa bu ateş, yok olsun!" der. Sanatkârın ibda gücü ve estetik yeterliliği, kullandığı kelimelerin ateşiyle, buzdağlarını eritip, kışı bahara çevirme kudretiyle ölçülür.

Düşünün ki, bir yanda böylesine derin bir ruh yangını; soylu ve sarsıcı bir üretme sancısı/azabı/çilesi; öte yanda karamela mânilerinin estetik seviyesine bile ulaşamayan, kelime israfı, lâkırdı istifi. Doldurma, sıra malı, orta işi cümleler. Dildeki çözülme, şiirdeki (ve tabii ki, diğer edebî türlerdeki) basitliğin başlıca sebebidir. (Daha trajik-komik olanı ise, bırakınız büyük romanın unsurlarını/evrensel normlarını bünyesinde barındırmayı; orta okul derecesinde gramer/cümle/noktalama bilgisi bile olmayan şaşkın, sapkın ve patolojik rahatsızlığı bulunan yazar, bu acuze hâliyle uluslararası bir şöhret elde edebilmektedir!)

Dil, tefekkür, estetik, felsefe ve tasavvuf idraki gelişmemiş vasat kişilerin, güçlü şiirler/kalbi sarsacak derin-lirik-mistik eserler yazması asla mümkün değil. Fakat, büyük eserler ortaya koyamayan, çağımızın işportacı yazarları, 'organize büyük tanıtım kampanyaları' ile, ‘bir nesne/bir ürün pazarlar gibi' kitap pazarlayabiliyor. İşte, bu sosyal gürültü-patırtı içinde, iyi bir yazar olmakla, iyi bir pazarlamacı olmak durumu birbirine karıştırılıyor.

Onurlu ve engin gönüllü olanlar günümüz sığlığının, sıradanlığının tahammül edilmez sululuğundan bunalarak, kendi iç sığınağına çekilmiştir. Bu yüzden, piyasa edebiyat cambazlarına, fikir ve cinsellik simsarlarına kalmıştır.
DRAM TOHUMU
Selâm ve kelâm ustası rahmetli Fethi Gemuhluoğlu, insanımızın ruh coğrafyasına sözün kutsallığını/kelimenin büyüsünü ve azabını ekecek tohuma işaretle, şöyle diyordu:
"Sizin içinize bir azap, sizin içinize bir çile, sizin içinize bir dram tohumu ekmek istiyorum. Son söz gibi, son söz kadar aziz, son söz kadar bâkir, son söz kadar saffet ve iffet dolu!"
Şiir işte böyle üstün bir düşüncenin, böyle soylu bir çilenin ruha ekilen azap tohumudur. Tohumu filizlendirip, taneye dönüştürmek ise çok daha kapsamlı bir müktesebat, gayret ve sabır ister.
Dil ve şiir, din ve şuur kadar önemli. Uzun soluklu olamayanlar, bu soylu ve zorlu koşuya katılıp boşuna kendilerini yormasın. Onların arzulanan/özlenen menzile varması mümkün değil. Nefesleri ve kelime dağarcıkları buna yetmez. Uzun soluklu olamazlar. Saman alevi gibi parlayıp sönerler.
Değerli mütefekkirimiz Nurettin Topçu'nun çarpıcı tespitiyle, günümüzde çoğu aydın, (gerçek düşünür değil) "düşünce mankeni." Yani rol yapan, ekranlarda arz-ı endam eyleyen fikir artisti. Fiyakalı ama ufuksuz, idraksiz, ziyasız kimlikler arenası.

"Bilge insan" istemiyor bu 'çiy çağ', istediği sadece çığırtkan bir kimlik. Sahibinin sesi olmak!..Bu yüzden erdem ve dürüstlük sefalet içinde, sefil beyinler ise saltanat sürüyor. Bunun içindir ki, toplum güneş görmez kuytulardaki eğrelti otları gibi günden güne bütün kıymetleriyle çürüyor. İnsanı utandıran bir şahsiyet değişiminden geçiyor/geçiriliyor. Kendiliğini, şerefli statüsünü terk edip, 'başkalaşıyor.' Yaban bir esvaba bürünüyor.

Dışı süslü, içi çöl kimlikler çarşısı bu. "Gül alanlar, gül satanlar/Gülü gül ile tartanlar" yitik zamanlara sürgün edilmiş. Ne sihri, ne sükuneti, ne de esenliği kalmış bir "cinnet toplumu bu!" manzarasını yansıtıyor yaşantımızın aynası. Kurtuluşun sihirli formülü, "cinnet toplumundan, cennet toplumuna dönüş”ü hızlandıracak bir arınma/yenileşme ve dirilme hareketindedir. Kuşatma çok zâlim olsa da, ‘surda gedik açmak’, teslimiyet statüsünü benimsemeyen cesur ve onurlu insanların kutsal bir görevidir. Erdemi/onuru ve top-yekûn kurtuluşudur.
***
Bu hızlı çağ, düşünce anaforuna, bilgi yığını içinde 'bilgisizlik kaosuna' yol açıyor. Çünkü, Descartes'ın dediği gibi, "Düşünmek için, durmak gerekir!" Doludizgin koşan bir atın üzerinde mesafe alırken, ya da son model otomobil içinde hızla ilerlerken, fikir ve felsefe üretilemez. İlim ve irfan sahibi olunamaz. (Bunun için, usta yazar Milan Kundera, herkesin tapındığı hızlı teknolojik çağa inat, "Yavaşlık!" keyfiyetine dikkat çekiyor.)
Dil bahsindeki fikrimizi özetlersek: İnsan lisan, lisan insan demektir. Dil meselesini hafife almak, hafifliktir!

***
Dil ilmi, dil nizamı, iç mantığı, cümle yapısı, dünyayı yerinden oynatacak yeni bir fizik ve kimya formülü kadar önemlidir. O, ilmî ve sistematik bir terkiptir. Aradan bir unsurunu/bir elementini/bir molekülünü çıkardığınızda, yanlış yerde kullandığınızda veya fazladan gereksiz bir kelime ilave ettiğinizde, dilin sistematiğini, semantiğini, simetrisini, estetiğini, sihrini, güzelliğini; bir su gibi akışkanlığını, bir rayiha gibi uçuculuğunu, bir şimşek gibi çakıcılığını bozmuş; ışığını söndürmüş ve bir kuş gibi kanat çırpışını yok etmiş olursunuz.

***
Dilin rasgele kullanılışı, kişiye göre yorumlanışı diye bir şeyden söz edilemez. Almanca'da küçük bir artikeli, bir zaman zarfını, kelimenin dişi-erkek takısını eksik kullandığınızda, o cümle mânâsını kaybeder. Maksadı ifade edemez hale gelir. Anlaşılır olmaktan çıkar.
Maddenin formülü, atomun yapısı ve kâinatın denge sırrı kadar ciddi ve önemli bir eylemdir, cümle kurmak. Nasıl ki suyun formülü, kimyanın ana elementleri/molekül dizilişleri üzerinde kesinlikle oynanamaz ise, Türkçe’nin cümle yapısı üzerinde de, asla oynanamaz. Hiç kimse bu hakkı kendinde göremez.

KÜSTAH ÇOCUK
Argo, soylu dilin sokağa düşmesi. İffetli bir kadının kötü yola düşmesi gibi nahoş bir durum. Popülizm ise, televizyonların şımarttığı cahil ve küstah çocuk. Ama kullandığı dil, ortaya koyduğu sokak üslubuyla/köprü altı ağzı ile hep çocuk/hep kenar kalmaya mahkûm.
Bunun için Heidegger, "Kamera, izleyiciye çevrilmiş bir silahtır!" tespitini yapmış. Kitleler işte bu silahla vuruluyor yirmi dört saat boyunca. Bu ölümcül silahın kurşunları da, maalesef kelimeler. Sansürsüz, arsız, ruhsuz, yoz, geleneksiz, geleceksiz kelimeler. Türk-İslâm estetiğinden/disiplininden mahrum, 'kökü dışarıda' cüruf kelimeler. Ferdin ve toplumun sürekli sığlaşması, sıradanlaşması, hep 'aşağı doğru bir eğri çizmesi’, sosyal ve ahlâkî endişeden böylesine uzaklaşması, sürekli kan kaybetmesi bu yüzdendir.

Büyük medeniyetler, önce kültürleriyle büyük olurlar. Kültürün temel taşı, atom yapısı ise tabii ki dildir, kelimelerdir. O halde gerçek münevver, dilini hakkı ile kullanabilen kişi demektir. Dil berraklığı olmadan, fikir, analiz, yorum ve teşhis berraklığı mümkün değil.
Son yıllarda, Binbir Gece Masalları gibi sürüp giden 'toplumsal saçmalama manzumesine' maruz kalışımız işte bu yüzden.

Bunun için, büyük çağların büyük düşünürleri, büyük edebiyatçıları, büyük romancıları vardır. Onlar 'pamuk' ipliği ile değil, kelâm ve ilham ilmiyle bağlıdır insâniyat kitabına. Onlar enerjilerini 'aldatma' peşinde değil, ruhun arınışı, yücelişi/ferdin kemâle ermesi yolunda harcayanlardır. Onlar 'sokak âşkı'nın, ‘aşağı cinselliğin’ değil, aşkın (transandantal/öte/ulvî) olanın peşine düşerler. Çağın iffet soyguncularıyla, 'soyluluk yolcuları' birbirinden ayrılmalı.

Victor Hugo, devâsa romanı “Sefiller”de, “Bir yazar her yere girebilir fakat, genç bir kızın yatak odasına asla!" der. Ne var ki, bu çağın utanmaz/rezil sefilleri hiçbir yasak, sansür, sınır tanımıyor. Nerde o soylu yazarlar? Nerde o soylu eserler? Şimdi şuuraltı cinsel sayıklamalarından, (yatak odasından değil) bizzat yataktan 'nefes nefese birleşme seansları' naklen (canlı yayın olarak) okuyucuya aktarılıyor (pos-modern romanın raconu bu artık) ve ‘edepsizliğin’ adına ‘edebiyat’ diyorlar. Öyle çağcıl yazarlar türedi ki, bir sayfada mistik etkilenmeden dem vururken, birkaç sayfa sonra hayasızca bir eylemden 'tam da adıyla' söz edebiliyor.

***
Dil, aynı zamanda ilimdir de...Yüzme bilmeyenler, bu ummana dalamaz. Ufuk ötesine açılamaz. Külhanbeyi ağzıyla, mahalle diyalektiğiyle, üstün fikrî ve edebî verim ortaya konamaz. Günümüz fikriyatının da, şiirinin de ayağa, bit pazarına düşmesi, sefil/süflî bir görüntü sergilemesi bu dil ilminin, dil şuurunun, dil ciddiyetinin kaybolmasından ileri gelmektedir. Kelime hazinesi çok zayıf, kavram bilgisi çok kıt olan toplum fertlerinin, "ataları gibi dünyayı hayran bırakacak şaheserler meydana getirmesi" mümkün değil.

KARMAŞA VE KAOS
Karmaşa ve kaos buradan doğuyor. Cırtlak-sulu üslubun itibar gördüğü bir toplumda, iletişim vasıtaları, bozulmanın ve bitişin fotoğrafını yansıtmaktadır. Ayrıca uydurukça istilâsıyla dilimiz iyice çirkinleştirilmiş, ‘güzel Türkçe’ tahrif edilmiştir.
Derinliksiz, duyarlıksız, geleneksiz, tedaisiz, mâverâsız "kurşun-kelimelerle" fikir jimnastiği ve ruh çözümlemesi yapılamaz. Gelenekten kopuk, ruh kökünden habersiz, nesebi gayri sahih kelimelerle ancak televole kültürü üretilebilir.

O zaman, "Melâli anlamayan nesle âşina değiliz!", "Ardımdan dökülen su, ben gidince nem kalır" veya "Ey kardelen kardelen, del bu mahpushaneyi/Bir gül kokusu gibi kaçır beni dağlara!" yahut, taşralı bir amatörün söylediği "Kırık bir âsâ ile yolum kaybolur sana!" gibi çilesi çekilmiş sözlerin üstün estetiğinin, derin ilminin ve onurlu azabının kıymetini, kadrini kim/nasıl bilecek?

Türk olanlar, Türkçe'nin ses ilmini, güzellik ilhamını, kültür haysiyetini korumakla mükelleftir. Başka yol, başka çözüm, başka çıkış yok. Çünkü yeni yüzyılın savaşları silahlar arasında değil, kelimeler arasında olacaktır/olmaktadır. Medeniyetler çatışmasının altında yatan ana sebep de budur. Zafer ya da mağlubiyet önce kelimelerle başlar.


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002