Yazıların tümü de yeni söz söylemeye ihtiyaç göstermiyor. Zira bunlar insana, aradan geçen üç çeyrek asra rağmen memlekette değişen hiçbir şey yok dedirtiyor.
1 Ekim 2002’de TBMM.nin açılmasından sonra, 3 Kasımda yapılacak genel seçimlerinin ertelenmesi maksadını güden meclisin tatile girip girmemesi konusunda yapılan “işarî” oylama tartışmalara sebep oldu. Halbuki mecliste elektıronik oylama tesisatı vardı. Bu bize 22 Kânûn-ı evvel (Aralık) 1927 tarihli Cem dergisinde (aded 2, sene 2, s. 10) Akrep imzasıyla (“Cem”in müşahedeleri) üst başlığı altında yayımlanmış “Otomatik rey makinesi” ve takip eden fıkraları hatırlattı. Yazıların tümü de yeni söz söylemeye ihtiyaç göstermiyor. Zira bunlar insana, aradan geçen üç çeyrek asra rağmen memlekette değişen hiçbir şey yok dedirtiyor. Merak edenler için söyleyelim: Perşembe günleri çıkar haftalık mizah dergisi Cem’in o tarihte sahibi ve mesul müdürü Cemil, sermuharriri Orhan Seyfi idi. İşte fıkralar:
“Otomatik rey makinesi
Meclis koridorunda sâmiînden (dinleyicilerden) iki zat arasında:
-İçeride bir gürültü var. İnşaat mı yapıyorlar acaba, yoksa müzakere mi?
Otomatik rey makinesi tesisatı yapılıyor.
-O da ne imiş?
-Haberin yok mu? Finlandiya’dan bir sermayedar gurup tesisatı deruhde etti. Yakında makineler işleyecek.
-Bu nasıl makine acaba!
-Finlandiya meclisinde her mebusun önünde üç elektirik düğmesi varmış. Biri “evet”, diğeri “hayır”, üçüncüsü de “müstenkif” (çekimser) işareti yazıyormuş.
-O halde her mebusumuza üç hesabıyla dokuz yüz kırk sekiz düğme lazım.
-Hayır! Bizimkine ceman üç yüz on altı düğme kafi imiş. Mukavele o suretle yapılmış.
-Sebep?
-Birinciden maadasına lüzum görülmemiş.
Müsmir (verimli, üretici) ve müsrif şubeler
İskelede iki emanet (belediye) memuru hem gazete okuyorlar, hem konuşuyorlardı:
-Peşin maaş emri emanete de gelmiş. Fakat umuma şamil değilmiş.
-Evet maaşlı olanlara verilecek, ücretliler istisna edilecek imiş.
-Hayır, o eski karar. Şimdi emanet “müsmir ve müsrif şubeler” namıyle ikiye ayrılmış. Müsmirlere verilecek, müsriflere verilmeyecek imiş.
-Bu müsmirler hangileri imiş?
-Artist yetiştiren Darülbedayi (İstanbul Şehir Tiyatrosu); peşin maaş verecek olan Muhasebe; metelik toplayan duhuliye; kuruş getiren köprüler; at eti, katır eti veren sıhhiye; durmayıp ceza yazan zabıta-yı belediye; mecmuasından müdhiş hasılât alan İhsâiyât (İstatistik).
-Ya müsrifleri?
-Bayezid meydanını israf eden Heyet-i fenniye, her gün bir keramet israf eden Makam-ı emanet.
-Bu taksimi kim ve ne vakit yapacak?
-İnşaallah pek yakında Heyet-i teftişiyye.
Cehennem kuryesi
Bana da mı anket merakı geldi ne oldu. Evde, sokakta, vesâit-i nakliyede (ulaşım araçlarında) civarımda kim ne konuşsa gayriihtiyari kulak kabartıyorum. Dün gece misafirlikte idik. Ev sahibi olan karı koca sabah karanlığı sene-yi devriye (yıl dönümü) yapıyorlardı:
Zevc: (Aksi bir tarzda) Ben gidiyorum. Biraz başımı dinlendirmek için akşama gelemeyeceğim.
Zevce: Nereye gidecekmişsin bakayım?
Zevc: Cehenneme!
Zevce: Bana ne göndereceksin?
Zevc: Son Saat vasıtasıyla “Cehennemden selam”.
Yeni bir mezbaha
Üsküdar vapurunda iki Üsküdarlı arasında:
-Haliç sahilleri çöküyor diye mi, yoksa ahiren suiistimal olduğu için mi mezbaha Bağlarbaşı’na nakl olunmuş!
-Kim söyledi?
-Geçen gün Son Saat’te resmini gördüm. Üsküdar tıramvay fabrikasının resmini birinci sayfaya basıp altına mezbaha diye yazmışlar.
-Yalan değil yanlış. Her cins mahlukâtın boğazlandığı yer ayrılıyor. Aksaray’da at mezbahası, Büyükada’da eşek ve Seyyid Ahmed Deresi’nde katır mezbahası olduğu gibi Üsküdar tıramvayları işledikten sonra orası da insan mezbahası olacak imiş.
Tarihin tekerrürü
Tünel’de iki evli arkadaş arasında:
-Başımıza geleni gördün mü? Karı koca bir gün daha hapsolacağız.
-Hayrola. Döğüş falan mı ettiniz.
-Yok efendim ne münasebet? Haddime mi düşmüş. Tahrir-i nüfus (nüfus sayımı) tekrar edilecekmiş de.
-Niçin? Ne vakit? Ne münasebetle?
-Yekûnlar yanlış cem edilmiş (toplanmış). İstatistik mütehassısı amâl-i erbaayı (dört işlemi) Mısır’da öğrenip gelecekmiş. Sonra tahrir (sayım) tekrar olunacakmış.
-Peki sebep?
-Mösyö Jakar İstanbul’un elli altmış bin kişi eksik tahrir edildiğini (sayıldığını) hissetmiş.
-Nasıl hissetmiş?
Nasreddin Hocanın kendi bindiği merkebi saymadığı gibi o gün tahrire memure (sayımla görevli) altmış bin kişi de kendilerini saymağa unutmuşlar. Sabık vali bey de acele ile topu attırmış. Eksiklik ondan geliyormuş.
-Süleyman Sami Bey de gidiyor. Bu sefer topu kim atacak?
-Bakalım, kimin vakti, saati gelmişse.”