Kasım 2008

Ö T E S İ

 

30.10.2024 



Tarih Bilinci

 
Rasim Giresunlu

Seçmek ve seçilmek


Biyolojik manada annenizi, babanızı, kardeşlerinizi; coğrafi anlamda doğduğunuz mekanı; zaman boyutunda yaşayacağınız çağı ; sosyolojik açıdan da mensubu olduğunuz milleti de seçme ilahi irade gereği elinizde hiçbir zaman olmayacaktır.

Seçmek ve seçilmek sözcükleri güzel Türkçemizin güzel kelimelerinden sadece ikisidir. Seçmek ve seçilmek her aşamada her zaman yaptığımız, çoğu zamanda alışkanlık haline getirdiğimiz değerlerdir. Seçme ya da seçilme hareketi, yalnızca politik hayatın bir faaliyet belirtisi değil, aynı zamanda sosyal, ekonomik, kültürel alanlarında temel çıkış noktalarından birisidir.
Biyolojik manada annenizi, babanızı, kardeşlerinizi; coğrafi anlamda doğduğunuz mekanı; zaman boyutunda yaşayacağınız çağı ; sosyolojik açıdan da mensubu olduğunuz milleti de seçme ilahi irade gereği elinizde hiçbir zaman olmayacaktır.
Böyle bir seçme imkanın olmadığı bir ortamın tersi olarak da günümüzde eşinizi (Kız çocukları için bazı yörelerdeki bazı özel durumlar hariç olmak üzere) paranız ve imkanınız var ise evinizi, arabanızı, torpiliniz ya da güçlü bir çevreye veya iyi bir talihe sahipseniz işinizi de seçebilirsiniz. Gerçi eş, iş, okul kalıcı ve bireylerin yaşantılarındaki en etkili seçimlerdir. Doğaldır ki her seçimin bir de seçilen boyutu vardır. Cinsiyetinize göre bu karınız ya da kocanızdır. Bu oturduğunuz; gecekondudur, köy evidir, apartman dairesidir ya da bir avuç mutlu azınlığın yalısı veya köşküdür
Seçimin basit şekli her gün yaşadığınız kentin pazarlarında domates, patates, patlıcan, kabak; şehir içi yolda maddi gücünüze göre, minibüs, otobüs, dolmuş veya taksidir.
Gündelik hayatımızın her aşamasında yaptığımız bir faaliyet olan seçme ve seçilmedeki çıkış noktamız, yer ve zamana göre maddi güç, beğeni anlayışı ve kalite değeri ile orantılıdır.
Hiç biriniz, çürük olan domatesleri elbette pazarcı tezgahından seçmek ya da mahalle manavından satın almak istemezsiniz (22 Şubat 2001 den sonra, insanımızın bir kısmının iyice yoksullaşıp sürünmenin de ötesinde adeta yerlere yapıştıran anlayışların sonucunda, bazı semt pazarlarındaki akşam sonu döküntü malları, utana sıkıla toplamaya çalışmalarını, bilhassa bazıları ibretle izlemek, vebal sorumluluğunu üstlenmek açısından da düşünmek zorundadır. Eğer bunu dahi yapmıyorlarsa, milletin sırtından kazandıkları maaşlar helal midir,acaba? Boğazlarından nasıl geçiyor dersiniz? Hele onların içinde bazıları da var ki, saldım çayıra Mevlam kayıra hikayesi. İşkembelerini iki kişilik şekilde şişirmişler ve iri göbeklerini iğrenç bir şekilde sallaya sallaya geziniyorlar. Umurlarında mı millet?!)
Kimi zamanda bu seçme-seçilme boyutu o kadar ileridir ki, bu bazen bir futbol kulübü, bir sinema ya da televizyon yıldızı, şarkıcı, türkücü bilmem neci olabilir. Bunlar çeşitli düzeydeki insanların beğenisiyle, ilgisiyle olan yaklaşımlardır. Hatta hatta falanca gazeteyi seçersiniz, o gazetedeki filanca konuyu daha çok okuyabilirsiniz. İşte bu durum sizin seçme yönünüzü, ilgilendiğiniz değer ya da seçilen konu ise, kendini seçtirmedeki beceriyi göstermiştir. Bu durum her zaman doğru mudur? Tutarlı mıdır? Tartışılabilir. Fakat ne olursa olsun o aşamada gerçek anlamda seçme ve seçilme tamamlanmıştır.
Peki yaşantınızın özünde her hangi bir seçme eyleminizdeki faaliyetiniz kadar, beğeni ve kaliteyi, doğruluk ve dürüstlüğü, politik seçimlerinizde yaptınız mı? Yoksa takım tutar gibi, yasak savar gibi mi seçme tercihinizi yerine getiriyorsunuz? Politik seçimdeki beğeni, elbette seçilmesi istenilen şahsın bilgisinin ve akıl becerisi ile düşüncelerinin bilgi üretimi ile ilgilidir? Kalite ise milletine, değerlerine sadece lak lak anlamında değil gerçekçi anlamda sahip çıkan insanlar için geçerli değil midir? Doğruluk ve dürüstlüğü ise, ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
Ülkemizde çok partili ve yaygın katılımlı ilk seçim malumdur ki 1946 da oldu. Dönemin Milli Şefinden zamanın ABD yöneticileri, bu çeşit bir yönetim modeli istemişti. Aslında sadece onu istemediler. Mason localarını ve İlahiyat Fakülteleri ve İmam Hatip okullarının da açılmasını istediler. Yalnız komünistler bertaraf edilmeliydi. Sabahattin Ali öldürüldü. Tan gazetesi şürekasının da yurt dışına çıkmasına göz yumuldu. ABD neden seçim sistemini istedi? Çünkü kendi anlayışında bu vardı. Aynı zamanda biliyorlardı. Seçim demek, kapitalle olan bir faaliyettir. Bu yönü itibariyle desteklenecek parti veya kuruluşlar iktidara daha kolay gelebilirler. Çünkü para ve onun gücü her şeyi, her zaman daha kolay göz önüne getirebiliyor ya da uzaklaştırabiliyordu. Çünkü parayla politikacılar, gazeteciler, kalemşörler satın alınıp meydana salınıyor ve gündem belirleniyordu.
Bu durumda iktidarlarla oynamak tek adamlı yönetimlerle oynamak kadar zor değildir. Tek adamın yuları bazen daha zor zapt edilir. Saddam, Kadafi bunlara açık örneklerdir. Bunları yerlerinden oynatmak her zaman öyle sanıldığı kadar da kolay değildir. Bazen de ancak ve ancak iş öldürme eylemiyle çözülebilir. Musaddık örneğinde olduğu gibi...
Türkiye’deki seçme ve seçilme sisteminde Meclis yapısı, işe göre insan yerine, insana göre iş yönüyle belirlenmektedir. ‘Yüce Meclis’ diye sürekli söylenen kurum, kendisine seçilen insanların eliyle toplum bünyesindeki itibarını da bu nedenlerden dolayı bir türlü yükseltememektedir. Nasıl yükseltsin ki, bir meclis başkanı geliyor, bilmem kaç milyon dolara meclis sandalyelerini değiştiriyor. Biraz üzerine gidildiğinde ortadan çekiliyor. Sonra gelen milletvekilleri de, nedendir bilinmez bunun hesabını sormuyor/soramıyor.
Bir mecliste milletvekilleri düşününüz ki pek çok şeyde anlaşamıyor, fakat kendilerinin kazanç paylarında ve emeklilik aşamalarındaki kıyaklık boyutunda, kardeşçesine anlaşabiliyorlar. Bir tanesi dahi çıkıp Türk milleti adına, İslam dinindeki eşitlik adına ya da batıdaki sosyal demokrasideki uygulamaların benzeri adına, gıgını çıkarmıyor ve sonra yeni bir seçim dönemi geliyor ve oy adına millete el avuç açıyorlar.
Türkiye’deki seçen ile seçilenin çoğu yerde, gerçek anlamda ortak paydadaki ilişkileri yok denecek kadar azdır. Çünkü seçilenler ekseri merkez yoklamasına tabidir. Bu kafayla gelen insanların da lider sultasından öteye bir adım dahi atma şansları da yoktur. Seçen açısından da oy verilen, seçilecek olan (bilhassa büyük şehirler için) şahıs değil de Parti ya da parti lideridir. İşte bu tablolardan elbette yıllardır aynı isimler çıkar ve yenilgi alan liderler de bir türlü alaşağı edilemez. Çünkü o liderin seçtiği özellikle niteliği teslimiyetle orantılı kişilerin, faaliyeti de bağlı oldukları göbek bağı ile doğru orantılı olmaz mı?.
Merkez yoklamasına sığınan liderler çözüm ya da düşünce üretecek insanlar yerine kendilerine bağlılık açısından biat edecek olan insanları tercih ederler. Bu tablodan da TBMM adına ve sözde demokrasi adına hiçbir iş kolunda görülmeyen bir durum oluşur. Buna göre sahasında niteliği ve özelliği en alt seviye de olan ve herkesin yapabileceği sıradan, basit bir iş kolu türetilir. Bu da Milletvekilliğidir. Bu vekil: toprak ağası, gizli ya da açık Şıh, sinema artisti, Doktor, Hukukçu, Asker, Siyasalcı, İşletmeci, Bankacı, Mühendis vs iş kolunda çıkabilir Okul ve bilgi seviyeleri de farklı olabilir. Neden diye sorarsanız, hemen demokrasi ipine sarılırlar. Toplumun aynası olma olayı ile durumu izah ederler. Fakat her dönemde de kısa bir süre içersinde umut olmaktan çıkarlar.
Egemen güç olarak çok partili hayatta kızdın mı şunu desteklersin, öbürünü ve hedeftekini silkelersin. Çünkü o işin kaynağı para ve basını da fethettin mi, içeriden de üç beş yazar satın aldın mı, işin rotası tamam olur?
Türkiye, elli altı yıldır politik anlamda seçme ve seçilme faaliyetiyle düşüp kalkmaktadır. ‘Odunu aday göstersem seçtiririm’ diyenlerden, ‘Dün dündür, bugün bugündür’ diyenlere kadar bu süreç yaşanmıştır. Süreç içersinde, taşmalar ve yoldan şaşmalar elbette olmuştur. Onlar da zaman içersinde hiza ve istikamete sokulmuştur.
DP deneyimi, 27 Mayıs sabahı Kurmay Albay Alpaslan Türkeş’in bildiriyi okumasıyla sona ermiştir. Zamanın akışkanlığında:MNP,MSP,Refah ve Fazilet; TİP, HEP,DEP gibi bazı partilerde, irtica, sınıf ayrımcılığı ve bölücülük ağalarına takılmışlardır.
Bu süreçlerden, Menderes, Zorlu ve Polatkan 27 Mayıs sonrasında ipte can vermişler. 12 Eylül sonrasında da: Ecevit, Demirel, Erbakan ve Türkeş gibi liderler de milletvekillerinin bazılarıyla siyasi nedenlerden; Mataracı, İşgüzar, Özdağlar ve Çağlar ekonomik talanlardan; Ş.Elçi ve HEP ve DEP çiler bölücülükten hapishanelerde volta atan insanların arasına karışmışlardır.
Seçme ve seçilme üstüne oynanan oyunda, ülkenin yönetimine aday olanların, oyunun genel kuralının para üstüne kurulmuş olduğundan haberleri elbette vardır. Bu nedenle alt yapıdaki dışa bağımlı, devşirmeci sömürgen güçleri bertaraf etmeden hangi seçim yapılırsa yapılsın, iktidara kim gelirse gelsin çözüm kesinlikle söz konusu olamaz. Sadece milletin başına yeni çoraplar örülür, sorunlar sorunları doğurur ve yeni yeni düğümler üretilir.
Çünkü o malum anlayıştaki politikacı, kalitesiz mal üreten, himaye ve korumacı anlayıştaki sanayici ve işverenle sürekli omuz teması aralığında göz ucu ile ilişkisini hep sürdürmüştür. Bu sadece sanayici ile mi böyle olmuştur? Hiç sanmıyorum. Al birini vur ötekine...Mali sektördeki tarihsel gelişim bunun bir diğer uzantısı değil midir? Ya basın ve günümüzdeki adıyla yazılı ve görsel medya ve onların patronlukları ve o düzlemdeki ilişkiler. Sorgulanmalı elbet. Ayrıca süreç içersinde görev alan milletvekili ve bakanların kendilerinin ya da yakınlarının kazançları kaç misli artmıştır. Elbette tüm bunlar mercek altına alınmalıdır.
Bazen de bir bakarsınız dost ya da kardeş diyenlerin en büyük iyilikleri karşınıza dost ya da kardeş kazığı olarak çıkmış olabilir. Tüm bunlar üzerine, iktidar olunup da iktidarsız kalınmışsa eğer, doğru ve dürüst kişi ya da milletvekillerinin yapacağı tek şey vardır. Korkunun ecele faydası yokken, o malum kaderi belirleyen güçlere isyan ve eldeki olanaklar çerçevesinde onları deşifre ederek, gerçek anlamda sineyi millete dönmektir. Yok bu taktik yanlıştır deyip de görev yapma adına verilen görevleri yapmama ya da yapamama sürecinde yaşamanın da onuru, erdemi ve geleceği olmadığı gibi, tarihi ve milletin gelecekteki nesillerine bırakılacak anlayış ve değeri de yoktur. Makamın dayanılmaz maddi ve manevi ağırlığı var ise ve bal tutan parmağını yalıyorsa biz onlara ne diyelim? Ancak şunu düşünürüz:verilen sözlerden, namus, şeref ve haysiyet üzerine edilen yeminlerden hiçbir fayda ve yarar yokmuş, o şahıslarla olan geçmişe ve birlikteliklere de yazıklar olsun deriz.
Biz seçilme sürecinde bir kişi değiliz ki ve bu anlamda, namusumuz ya da şerefimiz üzerine yemin etmeye de ihtiyaç duymuyoruz. O anlamda duyması gerekenlerin bu konularda daha duyarlı olmalarını diliyoruz. Geçmişte bu konuda hata yapanların umarız referansları, yaptıkları yanlış faaliyetler olmamalıdır diyoruz. Millete verilen söz, namus ve şeref sözü ise, bunu verenlerin ya da verecek olanların bu sözlerinin geçmişte olduğu gibi altında kalmamalarını temenni ediyoruz.
Ey seçkin milletimin insanı! Verdiğin oy, sadece seni bağlamaz beni de bağlar. O zaman vicdanın sesini ve seçeceğin insanların yakın dönem icraatlarını incele... Yaptıklarının bedeli, yapacaklarının referansı olacağını kabul eyle. Evine beğenerek aldığın mobilya, pazardan seçerek aldığın sebze ya da meyve kadar dahi olsa bu konunun üzerinde dur. Çünkü verdiğin oy, önümüzdeki dönem Türk milletinin beş yıllık geleceğinin her alanında, vergi, zam, yoksulluk ve rüşvet anlamında geçmişte olduğu gibi sana eziyet olarak dönebileceği hesabıyla hareket etmeyi de unutma!
Oy vermek milli bir görevdir. Fakat oy vermekten öte verdiğin oyun vatandaşlık bilincinin tek başına şahsınıza dönük olmadığın bilmekte başka bir görevdir.
Ben seçilme sürecindeki adaylardan kim nerededir, şu ana kadar (2 Eylül 2002) bilmiyorum. Bildiğim tek aday Ufuk Ötesinde yazılarını okuduğum, bilge insan, değerli öğretim üyesi, ömrünü bu uğurda geçirmiş olan Prof. Dr. Ali Osman Özcan’dır. Kendisi o makam ile ilgili kanaatimizi sordu; yakışacağını ve o makamda her hangi bir anlayışa teslim olmayacağının inancını taşıdığımızı söyledim. Hocam bu konuda yolunuz açık olsun. Şahsınızı inşallah millet takdir eder ve millet adına layık olduğunuz yere gelirsiniz. Gönlüm sizden yana. Çünkü dürüst kişiliğinizi biliyor, her şey gönlünüzce olsun diyorum.



ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002