Aşağıda vereceğimiz öykü kitaplığımda bulunan eski yazılı taşbasması bir eserden alınmıştır. Adı Ez tercüme-i Taberî olan ve “cild-i nuhseteyn” diye bir not taşıyan bu kitabın kataloglarda ismini bulamamakla beraber meşhur tarihçi Taberî’nin Kitâbu Ahbâri’r-rusûl ve’l-mulûk veya diğer adlarıyla Tarihu’l-ümemi ve’l-mulûk yahut Tarih-i Taberî’nin Türkçe çevirisi olduğu anlaşılıyor.
Aşağıda vereceğimiz öykü kitaplığımda bulunan eski yazılı taşbasması bir eserden alınmıştır. Adı Ez tercüme-i Taberî olan ve “cild-i nuhseteyn” diye bir not taşıyan bu kitabın kataloglarda ismini bulamamakla beraber meşhur tarihçi Taberî’nin Kitâbu Ahbâri’r-rusûl ve’l-mulûk veya diğer adlarıyla Tarihu’l-ümemi ve’l-mulûk yahut Tarih-i Taberî’nin Türkçe çevirisi olduğu anlaşılıyor. Kitabın adının gösterdiği gibi müellifin bu kitabı bir peygamber ve hükümdar tarihidir. Tabii ki bu kitap bugünkü tarih yazıcılığı kalıbına uymamaktadır, kitapta özellikle eski peygamberle ilgili yazılanların birçoğunun menkıbe olduğu açıktır.
Türkçe çeviride kullanılan dil görüleceği üzere son derece açık, anlaşılır ve sade bir uslup taşımaktadır. Hikaye Hz. Süleyman ve atlara dairdir. At İslam medeniyetinde olduğu kadar eskiden beri Türklerde de çok değer verilen bir hayvandır. Bizim kültürümüzdeki at, avrat, silah üçlemesi dikkate şayandır . Atın toplumların hayatında ve kültüründe bu kadar mühim bir yer işgal etmesi, diğer şeyler yanında, eskiden savaşlarda atın rolünün ehemmiyetiyle izah edilebilir. Öte yandan, burada anlatılan atların mitolojideki uçan atları çağrıştırması da manidardır. Yunan mitolojisindeki Pegasos/Pegasus diye bilinen kanatlı atlarla ilgili şu kaydı burada nakletmek ufkumuzu genişletebilir: “Pegasos: Perseus tarafından öldürülen Medusa’nın kanından doğan kanatlı at. İlkin Perseus’un binek hayvanıydı, sonra Bellerofontes tarafından ele geçirildi ve onu başarıdan başarıya koşturdu. Ancak Bellerofontes göğe kadar yükselmek istedi. Pegasos onu yere attı ve Zeus’un binek hayvanı durumuna geldi. Helikon’a attığı bir çifteyle Hippokrene kaynağını fışkırttı .”
Fatih’te, İtfaiye Meydanı’nın önündeki parkta Fatih’in uçan atları olarak da heykeli yapılan uçan at motifinin kökeninin sadece Yunan mitolojisi olmadığı, dinî bir neşve de taşıdığı Süleyman aleyhisselamın atlarla olan macerası bilinince ayrı bir anlam kazanacaktır.
Bu hoş öykünün yazarı Taberî kimdir? Ebu Cafer Muhammed bin Cerir bin Yezid et-Taberî 839’da Amul’da (İran) doğup 923’te Bağdat’ta ölen İran asıllı bir Arap tarihçidir. Öğrenimini doğduğu yerde, daha sonra Rey ve Bağdat’ta yapmıştır. Tefsir, fıkıh, hadis gibi dinî; tarih, dil, edebiyat, tıp ve matematik gibi din-dışı bilimler alanında geniş bilgi sahibi idi. Kısa bir süre Suriye’de hadis derledi. Zamanını ders vermek ve yazmakla geçiren Taberî, Şafii mezhebinden olmakla birlikte uygulamada ondan ayrılmıştı. Bu sebeple, onun kendi tarzına Ceririye adı verilmiştir. Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmed ibn-i Hanbel’i bir mezhep kurucusu olarak değil, sadece bir hadis âlimi olarak görmesi Hanbelilerin öfkesine sebep olmuştu .
Eserleri arasında tarihe ilişkin ünlü Kitabu ahbâri’r-rusûl ve’l-mulûk veya diğer adıyla Tarihu’l-ümem ve’l-muluk yahut da kısa adıyla Tarihü’t-Taberî; tefsirle ilgili 30 ciltlik Câmiü’l-beyân an Te’vîli Kur’an veya kısa adıyla Tefsir-i Taberî; İslam hukuku ile ilgili İhtilafu’l-fukaha; hadisle ilgili olup yarım kalan Tehzîbü’l-âsâr ve Tefsilü’s-meâni’s-sâbiti mine’l-ahbâr zikredilebilir .
Taberî’nin Kitabu ahbâri’r-rusûl ve’l-mulûk adlı eserinin muhtelif Türkçe çevirileri vardır. Bunlar tarih sırasıyla Taberî-i Kebir Tercümesi (Tabhane-i Amire, İstanbul 1290/1873, 1. c., 520 s.); ardından Tarih-i Taberî-i Kebir Tercümesi (Uhuvvet Matbaası, İstanbul 1327/1909, 2 c. 1. c. 520; 2. c. 463 s.) ve Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan, Ahmet Temir, Maarif Vekaleti, Ankara 1954-1958, 7 c.’de 4 c.) adlarıyla yapılan kısmi çevirilerdir. Ugan/Temir çevirisinin daha sonra ikinci bir baskısı daha yapılmıştır. Bu arada 3 cilt halinde ve Tarih-i Taberî Tercemesi adıyla Konya’da 1980’lerin başlarında 3 cilt olarak basılan eser öyle tahmin ediyorum ki Osmanlı devrinde yapılan çevirilerin Latin harflerine aktarılmasından ibarettir (Can Kitabevi, Konya 1980. 1. c., 609 s.; 1982, 2. c., 536 s.; 1983, 3. c., 543 s.).
Asırlar evvel Farsçaya çevrilmiş olan 30 ciltlik Tefsir-i Taberî’nin Türkçesi ise nihayet Taberî Tefsiri adıyla ve özet olarak (çev. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, İstanbul 1996, 9 c.) yayınlanabilmiştir. Ayrıca Muhtasaru tefsiri’t-Taberî adlı bu tefsirin özgün özeti de Taberî Tefsiri: Muhtasar (yay haz.: Muhammed Ali el-Sabuni, Salih Ahmed Rıza; çev. Mehmet Keskin., İstanbul [t.y.] 6 c.) ismiyle muhtemelen doksanlı yıllarda neşredilmiştir.
Burada sunulan hikayenin metninde herhangi bir değişiklik yapılmamış, sadece metnin imlası bugünkü imlaya uydurulmuş ve bazı kelimeler ayraç içinde açıklanmıştır. Ayrıca bütün noktalama işaretleri tarafımızdan konulmuştur:
“Haber-i hikayet-i esb-i Süleyman aleyhisselam (Süleyman aleyhisselamın atının hikayesi)
Râvi-yi ahbâr şöyle rivayet eder ki Süleyman aleyhisselamın bin atı var idi ve bir rivayette gelir ki Hazret-i Süleyman bisâtına (seccadesine) binip Hindistan’a gazaya gitti. Çün gazaya vardı yine ondan döndü bir adaya uğradı. Onda bin at gördü ki ot otlar idi. Cümlesi kanatlı idi. Süleyman ol atlara âşık oldu. Devlere dedi ki benim için bu atları tutun. Devler dediler: “-Ya Resulallah! Bir nice kere biz bunları görmüştük. Ne kadar ki cehd ettik, tutamadık. Çün buyurdun bize, nice yük pamuk ve hamr ve kîr (şarap ve zift) ver, tâ mekr ve âl (hile, hud’a) eyleyelim; ola ki bunlar tuzağa düşe. Süleyman aleyhisselam, devler ne ki dilediler, verdi. Ol devler ol adaya vardılar. Atlar onları gördüler; uçtular, gittiler. Ol adada ne kadar ki pınarlar gördüler, deliklerini ol pamukla tuttular ve üstüne kîr (zift) döktüler ve sularını denize döktüler ve pınarların önlerini göl gibi kazdılar ve hamrı (şarabı) içine döktüler ve gayrı ne kadar pınarlar var ise kör eylediler. Ol devler bin dev idi; hep bu suya girdiler. Ol atlar yine yerlerine geldiler. Ne kadar ki su istediler, bulmadılar. Ol hamra erdiler. Ol hamrın kokusunu gidermişler idi. Çün ol gölü gördüler varıp ondan su gibi içtiler. Bir saatten sonra cümlesi sarhoş oldular.
Devler gözetirler idi. Çün atları sarhoş gördüler, bu sudan taşra (dışarı) çıktılar. Atlar uçmak dilediler, kanatları hareket eylemedi. Devler ol atları tutup Süleyman aleyhisselama getirdiler. Bir bir ona arz eylediler. Derler ki ileri (eski) zamanda peygamberler ve beyler atları ve gemileri gayet severler idi. Fe-amma şimdi beyler ol ikiden malı pek severler. Niçin ki düşmanın defi (def edilmesi) atla ve gemi ile olur .
Süleyman aleyhisselamın zamanında ikindi namazı farz idi. Çün bir bir atları arz eylediler; Süleyman aleyhisselam atlara meşgul oldu. Henüz ol atların yüzü kalmış idi. Süleyman aleyhisselam güneşe baktı, batmağa gelmiş idi. İkindi namazının vakti fevt olmuş (kaçmış) idi. Kendisine itâb eyledi (sitem etti), dedi ki bu cihanı şöyle seversin ki namazı fevt eyledin (kaçırdın). Ağladı ve dua eyledi. Güneş döndü yerine vardı. Süleyman aleyhisselam ikindi namazını kıldı ve onun şükrânesi için dedi ki (reddûhâ alâ) yani bir kere daha atları döndürün. Bir bir geçirdiler. (Fetefakka meshan bi’s-sûki ve’l-e‘nâki). Pes Süleyman aleyhisselam dedi ki bunları fisebilillâh damgalatın boyunlarına ve butlarına; tâ ki gaziler bineler, Allah Teala yoluna gaza edeler. Ve dua eyledi. Allah Teala ol atların kanatlarını çekti, nâbedîd eyledi (yok etti), kanatlarının kuvvetini ayaklarına verdi ve ol atlar Süleyman aleyhisselamdan sonra Arap içinde kaldı ve adları Arap içinde meşhurdur. Bedevi atlar onun cinsindendir derler ” (Ez tercüme-i Taberî’, s. 412-13).