Bir süredir dillerde dolanan “seçim” sözcüğü, geçtiğimiz 15 Temmuz günü, 3 Kasım 2002 tarihine bağlandı... Olur mu, olmaz mı; bu tarih değiştirilir mi, değiştirilmez mi ; Yüksek Seçim Kurulu hazırlıklarını bu tarihe dek tamamlayabilir mi, tamamlayamaz mı ?.. Bunlar önümüzdeki günlerde-haftalarda belli olacak...
Bu arada herkes yalnızca “kim ne diyor ?”, “hangisi kazanacak ?”la ilgilenecek ve yaşamsal önemi olan konu, bir kez daha ıskalanacak...
Haftalarca kulaklarımız tırmalanacak… Yalnızca toplumu düşündüğünü, her şeyi toplumun iyiliği için yaptığını/yapacağını söyleyenler, bir kez daha bencilliklerini sergileyecek ve seçim otobüslerindeki hoparlörler aracılığıyla, cadde cadde, sokak sokak, toplumun “kulak sağlığı”nı, -daha da önemlisi- “ruh sağlığı”nı zedeleyecek…Bağırmadıkları zamanlarda, aynı kötülük, hoparlörlerden yükselen “üçüncü sınıf müzik”le sürdürülecek... Seçilmek için yüz milyarlar harcayanlar, nitelikli bir ses düzeni için gereken birkaç yüz milyonu bile çok görecek...
Bunlar hep böyleydi işte !..
Gürültü kirliliği, “çevreci” olduğunu ileri sürenlerin ve öteki ilgili kuruluşların, üzerinde en az durduğu konu olagelmiştir bugüne dek…Gelişmiş ülkelerde, orta gürültülü fabrikalarda-işletmelerde bile, çalışanların işitme duygusunun ve ruh sağlığının korunmasıyla ilgili türlü izlenceler uygulanır. Planya tezgâhlarının vb. çalıştığı işyerleri için alınan önlemlerse, bu konudaki “duyarsız”larımızın aklının almayacağı boyuttadır.
Batı’da, 80 dB’i(desibel) aşan ses yeğinliği, “gürültü” olarak nitelenir. Gürültü, “istenmeyen ses”tir ve doğrudan kulak sağlığını, dolaylı olarak da ruh sağlığını olumsuz yönde etkiler; gerilim yaratır. Seçim otobüslerinin haftalar boyunca saçtığı gürültü, kimi zaman 150 dB’e yaklaşır, kimi zaman bunu bile aşar… “Uygar” geçinen dünya, bu dB’in yarısı için bile koruyucu kulaklık zorunluğu getirmişken, uygarlığın beşiği olan ülkemizde böyle bir gürültü “tevekkül”le kabullenilir.
Acı ama, gerçek !
“Desibel” kavramına yabancı olanlar için, şöyle bir açıklama yapılabilir:
Sessiz bir evin ve fısıltılı konuşmanın dB’i -ortalama- 15-35 arasıdır. Gürültülü olmayan bir büronun ya da olağan bir konuşmanın dB’i 40-60; orta gürültülü bir işyerinin 60-80; gürültülü bir işyerinin 80-100; çok gürültülü bir fabrikanın dB ortalaması 120-130’dur. 30 metre ötemizden geçecek bir jet uçağının yaratacağı gürültünün dB’i ise, 130-140’tır.
Bir an için bırakalım “büyük gürültü”leri bir yana; günlük “olağan gürültü”lerin bile “canlı”yı ne duruma getirdiğini düşünelim: En uysal sokak kedisini eve alıp, çalışan elektrik süpürgesinin, ya da saç kurutma aygıtının vb. yanına koyacak olsak, daha önce okşamamıza-mıncıklamamıza izin veren hayvancağız, birden yabanıl bir yaratığa dönüşecek, kaçacak yer arayacak; bulamadığında, saldırma eğilimi gösterecektir... “Gürültü”nün, “istenmeyen ses”in neden olduğu bir “dürtü”dür bu.
Peki, bu tepkiyi bile gösteremeyecek olan sokaktaki çocuğun, ya da annesinin kucağındaki bebeğin, yanından geçen o “cehennemi” seçim otobüsünden nasıl etkileneceğini düşünen var mı ? Anlamlandıramayacağı o “hengâme”nin, yaşatılan “savaşa benzer o an”ın yaratacağı, yeni yeni gelişmekte olan benliğinin ta derinlerinde bırakacağı onulmaz izlerin, ilerki yıllarda hangi “belirti”lerle gün ışığına çıkacağını düşünen var mı ?
Yok tabii !
Yok, çünkü ilgililerin, etkili ve yetkililerin; “bilim adamlarının kitaplarını okumak” gibi bir alışkanlığı da yok !
Böyle bir gürültünün yaratacağı tek şey, “bağırmadan konuşamayan, sinirli, kavgacı bir birey”dir.
* * *
Gelelim belediye başkanlarına: Başkan adayları, her seçimden önce “şunu yapacağız-bunu yapacağız” diye oy avına çıkar… Şeçilip, o tatlı koltuktaki beş yılını doldurduğunda, “şunu yaptık-bunu yaptık” diye, aynı filmi ikinci kez izletmek üzere, yeniden seçmen peşinde koşar…
“Şunu yaptık-bunu yaptık…”
Peki, şunu, şunu, şunu niye yapmadınız ?..
Belediye yasalarında, sokak satıcılarının “bağırma”sını, hoparlörle satış yapmasını yasaklayan maddeler var.
Hanginiz uyguladı ?
Gece boyunca çalışmak zorunda olanlarımız, hastalarımız, bebeklerimiz, sabahlayin tüpgaz kamyonunun müzikli(!) kornasıyla ya da penceresinin önündeki, megafonlu “Patatieeees suvaaaan” bağırtısıyla, uykusundan fırlamak durumunda kaldı…
Neden engellemediniz ?
Yasaları neden uygulamadınız ?
“Gürültü kirliliği” konusundaki bu aymazlığınızın, giderek daha hırçın, daha sinirli, daha kavgacı bir toplum oluşturduğunu algılayabilmeniz için; çok “okuma”nız, “kültür edinme”niz ve -çok meraklısı olduğunuz- batı ülkelerine bir göz atmanız gerekiyor.
Belediyecilik, çöp toplayıp, kaldırım boyamakla sınırlı değildir.
Bunu böyle bilesiniz saygıdeğer başkanlar!