“Medine” demek şehir demektir. “Medeni” kelimesiyle de şehirde oturanlar, şehirli olanlar anlatılmak istenir. Bazı Batı dillerinde de bu manada kullanıldığı bilinmekte ise de onlar yani batılılar, bu kelimenin karşılığını “sivil” olarak benimsemişlerdir.
Diyelim ki medeni deyince şehirde yaşayanlar anlaşılıyor. İyi, güzel de, ya buradan birileri “medeni kişiler şehirde yaşar” anlamını çıkarırsa n’ideceğiz? İşte bu olmaz! Hele töresini yitirmiş, edepten yoksun kalmış toplumlarda hiç!..
Medeni deyince köylü olmayanlar değil, kökeni neresi olursa olsun görgülü, zarif, kültürlü insanlar kastedilir. Köy kökenli olmak bir kusur değildir. Hatta bazılarının özendiği halde ulaşamadığı bir meziyettir. Ancak şehirlerde hem de kayırılarak öne çıkarılmış öyle kimseler vardır ki “köylülük” kavramının sınırlı kalıplarından kendini kurtaramaz. Bu kişiler yozlaşmış bir eğitim sisteminin çarpıklığından yararlanarak iki adım öncelik kazanmışsa artık yanlarına varılmaz. Klasik tahsilin bunları “yola” getirmesi mümkün değildir. Bu çapta bir eğitim yetmez; kültürlü kişilerin, ariflerin önderliğine ihtiyaç vardır. İşte o yüzden Yunus “bir yol bulup girmek gerek, er eteğin tutmak gerek” demiş.
Bazı insanların okudukça -daha edepli olmak yerine- komplekslerinin arttığını, içinden çıktıkları sosyal tabakayı küçümsemeye başladıklarını görüyoruz.
Yüksek öğrenim görürler, yüksek öğretim kurumlarında hoca olurlar. Bazıları kendi üst kurumlarına özel hizmet yaparak göze girerler. Unvan sahibi, yönetici olurlar ama kendilerini eğitmek, insanları tanıyıp anlamak gereğini duymazlar. Hep başkalarını eğitmek için yaratıldıklarını sanırlar. Sanki “diğerlerini” hizaya sokmakla görevlidirler. Ta ki kendi yapılarına benzer bir gücün “hizaya geeel!” komutunu alıncaya kadar. Yazık ki ne yazık!
Eh! Böyle bir formasyon (!) sayesinde şekillenen kafalar elbette bir takım vehimler nedeniyle ya da bir yerlere hoş görünmek gayreti yüzünden toplumda öyle onulmaz yaralar açarlar ki merhem bulana aşk olsun! İşin garibi o hoş görünmek istedikleri yerlerde bulunanları da yıpratırlar. Onun için denilmiş ki “Akılsız dost akıllı düşmandan beterdir.”
Sokakta bulduğu bir yaralı hayvanı bakmak için eve getiren, bacağı kopmuş bir böceği beslenebileceği bir yere götürüp bırakan duygulu çocukları bu milletin anaları yetiştirmiştir. Yaralanmış bir düşman askerini sırtında taşıyan, ona matarasından su içiren, onunla azığını paylaşan Mehmetçikler bu Milletin içinden çıkmıştır.
Ne oldu bize ki bir takım basit ve gereksiz ve de gülünç kurallarla kendi elimizi ayağımızı bağlayıp hasta bir vatandaşımızı tedavi etmek istemiyoruz. Böyle acıklı bir duruma düşüyoruz. Niçin bu olayda doğrudan muhatap olan emir kullarını böyle aciz ve zavallı bir hale getiriyoruz? Suçumuza, günahımıza alet ediyoruz, ortak ediyoruz. Böylece bazı iyi niyetli, saf yazarlarımızın toplumun çeşitli kesimlerini ve bunları temsil eden siyasi grupları uzlaşmaya çağırmaları da boşa gitmiş oluyor. Bu noktada sorgulanması icap eden bir acı gerçek daha gün yüzüne çıkıyor. Bu ülkede yaşayan her insanın duyarlılık göstererek kendini de sorumlu tutması gereken bu yaklaşım karşısında konuyla “özellikle” yakından ilgilenen bir kısım basının “dinci” sıfatıyla adeta suçlanması, öte yandan işi örtmeye ve ‘özellikle’ aydın dediği okuyucusundan gizlemeye çalışan medyanın ise “kapıkulu” diye adlandırılması düşündürücü değil midir? Hele olayda “sanık” diye gösterilenlerin “ben karşılarında olduğum için dinci basında aleyhimde kampanya açıyor” mealindeki herkesi saf yerine koyan çaresiz savunmaları, yine kandırmaya çalıştıkları yine o tanımı belirsiz “ilerici” grubu da istismar etmek sayılmaz mı? Dikkat edilirse bu birbiriyle devamlı itişen duygu ve kavram sömürücüleri yerine her zamanki gibi yine gerçek aydınlar utanıyor ve acı çekiyor.
Böyle acıklı ve gülünç olaylara yol açarak göze gireceğini sanan yetkililere gel,ince, onların gerçek dostları -varsa- kendilerine bu işin vebalinin büyük olduğunu güzellikle anlatsınlar. Mevki sahibi olmakla gerçek anlamda güç sahibi olunamaz. “kudret” ile yarışa çıkılmaz!
Gelir dağılımı bozukluğunun tiksindirici boyutlara ulaştığı yörelerde mutlak ma nada güçten bahsedilemez. Kimsenin şüphesi olmasın!...