Kasım 2008

Ö T E S İ

 

29.03.2024 



Düşün/ce

 
Olcay Yazıcı

Güneş’in çocukları...


Babı telli'den çifte telli. Türk Millî takımı dünyayı ayağa kaldırdı, ama içimizdeki Bizans uzantılarını bir türlü uyandıramadı. Tabii ki futbol çok da önemli değil. Önemli olan milletin ruhundan, yanı Anadolu’dan esen bu kutlu rüzgârı, acaba ülkenin onurlu bir çıkışı için başka sahalarda da harekete geçirmek mümkün olabilir mi? Bu konuda kafa yormak, derin analizler, etütler yapmak lâzım.


Önce bir ön bilgi sunalım müsaadenizle, bilindiği gibi “Şenol Güneş, Türk Millî Takımı'nın 5 Eylül 2001'de İsveç'e İstanbul'da 2-1 yenilip Dünya Kupası'na doğrudan gitme hakkını kaybetmesinden bu yana bu ülkede en ağır eleştirilen isim. Şenol Güneş'in 'kariyer, vizyon ve karizma' sahibi olmadığı sık sık vurgulandı. Güneş'in bu göreve, sırf Karadenizli olduğu için getirildiğini savunanlar, görevden alınması için de yine Karadenizli bir politikacıdan, Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'dan medet ummaya başladılar.
Dünya Kupası başlayıp da, Millî Takım ilk maçta Brezilya'ya 2-1 yenilince eleştiriler, saldırı boyutuna ulaştı. Teknik direktörün yaptığı oyuncu değişiklikleri, 'geri zekâlılık' olarak tanımlanır oldu.

GÜNEŞ FENA ÇARPTI
Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy, teknik adamını bütün bu eleştirilerden korumak için Güneş'in 2004'e kadar görevinin başında olduğunu söyledi, ama özellikle Sabah ve Star gazeteleri "Güneş gitsin" kampanyasını başlatmıştı bile...Sabah, daha da ileri giderek, Türkiye'ye taekwondoda büyük başarılar yaşatan milli takım antrenörünün ayda 2 milyar lira maaşa çalıştığını haber yapıyor ve kendince taşı gediğine koyuyordu: "50 milyar liralık maaşın hakkını ver Şenol Hoca!" (Bu hesaba girilirse, sizlerin de millete vereceği o kadar çok hesap var ki!)
Bütün bunlar, kazanılan ilk anlamlı maça (Japonya, 1-0) kadar gerek oyuncuların, gerekse teknik ekibin inanılmaz bir baskı altında yaşamasına sebep oldu. Kamptaki gazetecilerle futbolcular arasında ciddi bir husumet çıkmıştı ortaya...Sonuçta, Dünya Kupası futbol basınının büyük bölümüne eleştiriyi bilmediğini, futbolcular ve antrenörlere de saçma sapan sözlere kulak tıkamayı beceremediklerini gösterdi.

'BEN DEMİŞTİM’ TERANESİ
Kör hedefe ok atan şaşı bir bakışın, hadiseye bakamayışının resmidir. İşte malum basından bazı saçma seçmeler:
"Fatih'in pedalı çevirdiği yerden Denizli aldı takımı, çeyrek final oynattı. Şenol, sen beceriksizsin. Zaten beceremedin de..."
Vedat Okyar, 7 Eylül 2001, Hürriyet.
Şehir yarasaları tabii ki, güneşin ziyasından rahatsız olacaktı. Oldu da. İşte belgesi. Al eline kör bir bıçak hırsından bir yerlerini kanat.
"Güneş gitsin, Terim gelsin. Güneş'in çocuklarıyla değil, Terim'in aslanlarıyla bu noktaya geldik." Kazım Kanat, 16 Kasım 2001, Akşam.
İşte bir başka morg bekçisi (bu deyim Bahaeddin Karakoç ağabeyimizindir) İşte bir başka dinazor: "Bu takımın başında bu kadar dünyadan habersiz bir teknik direktör görev yaparsa nasıl iyi oynayabilirsin ki?"
Hıncal Uluç, 4 Haziran 2002, Sabah. Ey millet sen işini bilirsin. Hıncını nasıl istersen öyle al bu eprime kimliksizlerden.
Vay canına...Sen de mi? Bir atımlık barutun var, at gitsin.
Karadeniz canlı balıkların yurdudur dostum. Kokmuş balıklara senin yaşadığın metro-polde rastlanır sadece.
"Balık baştan kokmuş. Kulübedekilerin kıyafetinden forvetine kadar felaketiz."
Can Bartu, 10 Haziran 2002, Sabah.

Hoppala, işte tongaya basanlardan birinin Güneş’le son tangosu:
"Bu ülkenin bir ferdi olarak, Güneş'in Millî Takım'ın başında olmasını istemiyorum."
İsmet Tongo, 10 Haziran 2002, Fanatik.
"Şenol Güneş, palavrayı bırak da bu takıma doğru dürüst futbol oynat."
Turgay Şeren, 16 Haziran 2002, Star.

BİR MİLLET UYANIYOR
Şimdi asıl meseleye gelirsek, elbette futbol o kadar da önemli değil.
Fakat ben bu coşkunun içerisine yüreğimi koydum. Heba olmuş yıllarımın hıncını, beceriksiz yöneticilerin yoğun öfkesini koydum. Yüreğimde ve beynimde yıllar yılı mahfuz kalan büyük çıkış, büyük coşku, büyük sevinç, büyük gurur hasretini koydum. Ondan önemsiyorum hadiseyi. Mesele sadece bir meşin yuvarlak meselesi değil.
Hep aşağı, hep düşük, hep esfel, hep mıymıntı, hep üçüncü, beşinci sınıf ilişkiler yumağı içinde mi geçecekti bu âlî ömrümüz. Rüzgârsız, esintisiz, esenliksiz ve rahmetsiz anların birbirine eklenmiş boyun bükücü, yürek ezici uzantısı mı olacaktı geçen zaman. Türk insanı şöyle bir gururla dünyaya uzanamayacak mıydı bir daha?

Ben bu rüzgârda ruhumun, o öldürülen, sindirilen, yozlaştırılıp, bozguna uğratılan ruhumun dirilişini gördüm. Bir uyanmaydı bu. Uzun süren bir uykudan uyanma. Dahası bir dirilmeydi. Bir kendini buluş, bir kendini biliş. Öz güven. Mazinin rüzgâr yeleli atlıları yeni bir akına başlamıştı sanki. ‘Güneşe akın’ değildi bu, Güneş’in akınıydı. Güneşin ve Güneşin çocuklarının akını.
A.T. Alkan’ın da ifade ettiği gibi, yıllardan sonra ilk defa bir millet olduğumuzu idrak etmiştik. Az şey değildi bu. Toplumun hâkim kitlesi, kendisinin sadece aptal bir tüketici, dünyanın üçüncü sınıf vatandaşı, bir az gelişmişi, geri kalmışı ve sürüngenler ordusunun zelil, sefil bir ferdi olmadığını fark ve idrak etmesiydi bu itibarlı çıkış.
Gönül isterdi ki, büyük eserimizle, büyük romanımızla, büyük şiirimizle, büyük hikâyemizle, büyük buluşumuzla çıksaydık ortaya. Dünyanın kurtuluşu muştulayan yeni bir fikirle ya da zaten var olan fakat dünyaya anlatamadığımız asrı saadet sırrını bütün dünyaya kabul ettirmiş olabilseydik. Fakat rüzgâr ayak yönünden esti, kafa yönünden değil. Olsun. Buna da şükür.
Önemli olan bir rüzgârın esmesi, bir milletin uyanmasıydı. Bu uyanışın, bu dirilişin, bu kendini bilişin ve kendini buluşun çatlayan duvarları arasından insanımıza ve belki de insanlığa sonsuz bir ışık yöneltmek mümkün olur. Belki bu rüzgâr/bu dalga yıllardır durgun akan, durulduğu ve tıkandığı için hayatiyet belirtilerini nerede ise büsbütün yitiren toplum, bu aralıktan, bu uyku silkinişinden yeni ufuklara, yeni ufuklara yeni zamanlara açılma imkanı bulur. Belki siyasiler bir ders alır bu rüzgardan. Ekonomik bezirganlar belki fikirlerini bu güneşle aydınlatır.

GÜÇLÜ BİR ÇIKIŞA İLHAM
Ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel bir güçlü çıkışa ilham olur belki bu coşku. Bu yüzyılın tarihlere sığmayıp taşan aşkın coşkusu.
Bu toplumsal kaynaşma.
Gençler, televole gençliği. İnsanı cinsellik objesine indirgeyen ve insan kılıklı hayvan iç güdelerine esir eden, sadece esir değil, günahkar ve rezil eden maddeci sistem, caartt diye ortasından yırtıldı. İnsanı aptal bir tüketici, bir seks manyağı. Biçimlenebilir, içi boş, mensubiyet duygusunu yitirmiş, kökleriyle göbek bağını koparmış, dinamitlenmiş balık gibi şuursuzca oradan oraya dolaşan, şahsiyetsiz ve haysiyetsiz bir yığın gibi görülen büyük kitlenin, hiç de öyle şuursuz bir yığın olmadığını cümle âlem gördü.
Bütün bu kurgusal iblis oyunlarına, şeytanî organizasyonlara rağmen, onların hesaplayamadığı, hesaplayamadığı için de önlemini önceden alamadığı bir yarılma, yırtılma/kırılma ve çatlama ile yüreklerde mahfuz ve mahpus olan güç, irade ve şahsiyet şahlanışı ortaya çıktı.
Sözde çağdaşlık ve kadın hakları adına, anadan üryan soyulup, sokağa düşürülen genç bayan, ilk defa, sadece cinsel bir obje değil, bir insan olduğunu fark ve idrak etti. Ve kendisini alçaltan zihniyete karşı birikmiş isyanını, Türk bayrağını nazlı bedenine örtü yaparak gösterdi. Başına taç ederek gösterdi.
Ben bir insanım dedi. Ben bir mukaddesim. Sadece maymun iştahlı, kıllı, iri göbekli sefil adamların zevk vasıtası değil. Anayım ben diye haykırdı. Bacıyım ben. Kız kardeşim. Ben ayaklar altına serilecek paspas değilim.Rabbimin, cenneti ayaklarımın altına serdiği üstün, soylu, iffetli, yüce bir varlığım.
Yıllardır kameralarını iki çatal arasına sokanlar ve bütün dünyayı bundan ibaret diye sunanlar, birden şaşkına döndü. Çünkü, ilk defa onların dediği olmuyordu. Onların ayarı tutmuyordu. Rüzgâr onların ayarladığı taraftan değil, Anadolu’nun bağrından, kıbleden esiyordu bu sefer. Hem öyle bir rüzgârdı ki bu, durdurulmaz, yönü değiştirilemezdi. Binlerce ikonları, ikonaları, yıkılıp gitmişti. Şimdi kalemlerini ve kameralarını sokacak bir delik arıyor, ama kendilerinden başka bir gedik bulamıyorlardı.

MİLLİ BİR İSYAN
Bu bir sosyal yanardağ patlamasıydı. Bu bir millî isyandı. Bu bir millî irfandı. Bu bir samimi inanç ve imândı. Duanın, atom güçten daha müessir olduğunun, inkârcılığın ve çirkin yaşantının kişiye erdem ve üstünlük kazandırmadığının hayat planında gerçekleşmesi, ispatı idi. Öte yandan ise ahlâksızlık teorilerinin iflas ettiğinin kanıtıydı. Milletin özündeki maya o soylu kimyasını, simyasını koruyordu hâlâ. Telaşlanmaları, sağa-sola çatmaları, başarıyı hazmedememeleri bundandı.
Toplum değerlerine kin kusan yetmişlik dinozorlar, içi geçmiş, eprime/döküntü kişiler; bedeni de ruhu gibi çözülüp dağılmış, kokuşmuş küp/kare, boş/teneke kimlikler, 11 Eylül postmodern darbesi gibi beklenmedik anda ve beklenmedik yönde ağır, ölümcül bir darbe almışlardı. Durumları vahimdi.
Güneşi çoğaltan bu çocukların başında, bikinili genç kızları salyalı ağızla seyreden paçavra kişiler değil; adam gibi adam, sapına kadar dürüst, efendi ve onurlu bir Karadenizli vardı: Şenol Güneş!..Hem şendi, hem güneş gibiydi. Geceye alışık yarasalar tabii ki rahatsız olacaktı bu ışık yağmurundan.
Yarasa gibi ülkenin karanlıklar yurdu olması için tarihî mamutlar gibi ömür tüketenler, bu diriltici rüzgârla, bu çöl yerine çevirmeye çalıştıkları vatan sathından fışkıran taze/körpe ekinlerle âdeta kudurdular. Ama kudurdukları kaldı yanlarına. Büyük sel, büyük akın ve büyük yürüyüş onları paslı bir kola kutusu gibi öz mayanın, bu öz ruhun, öz ırmağın dışına itti.
Öyle şaşkın, öyle ağızları açık, bataklık timsahları gibi kalakaldılar. Pişkinliğe verdiler ve sözde onlar da sevinmiş gibi, bu soylu şölende yer almaya çalıştılar. Ama millet onları çok iyi tanıyor artık.
ANADOLU’NUN İNTİKAMI
Anadolu’nun intikamıydı bu. Eze eze, söke söke..almıştı rövanşı kendine yabancılaşmış olanlardan. Frenk mukallitlerinden. Bu dünyaya uzatılan bir sevgi çelengi, ama içteki şahsiyetsizlere çevrilen bir mavzerdi.
Dünya ile bir alıp veremediğimiz yok bizim. Bir eksikliğimiz, bir ezikliğimiz de yok. Sınırı yerli görünen, satılık veya kiralık beyinler çizmişti önümüze. Siz buradasınız ve bir adım öteye geçemezsiniz. Zaten, ‘siz bilmezsiniz, biz biliriz. Biz ne dersek o olur. İçki masalarında bizimle bulunup, bizim ahkamlarımıza göre kendine rota çizmeyenler hiçbir yere varamaz’ diye efelenenler, eşekten düşmüş karpuza döndü.
Futbola sevinmiyorum. Bir zihniyet aşılmış, bir sur aşılmıştır, surda bir gedik açılmış ve içimizdeki Çin setleri geçilmiştir. Bu fikir ve duygu selinden köklere uzanma macerası başlayacak diye umuyorum.
Âlî bir medeniyeti terk edip, rezil bir statüde karar kılanların foyası, boyası, maskesi ortaya çıkmıştır. Artık inandırıcılığı ve ikna edici gücü kalmamıştır şer güçlerin, şom ağızların.
‘Herkesin bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır.’ Ve intikam ağır olmuştur. Sahte sultanlıklar yıkılmış ve sürüngen kimlikler ortaya çıkmıştır. Evet bir millet uyanıyor, tarihin derinliklerinden onurlu sesler geliyor ve ay-yıldızlı bayrağımız, bir kumaş parçası olmadığını haykırıyor kent soylu soysuzlara.

BÜYÜK YÜRÜYÜŞ
Şairin, “Yürüyeceksin, Türklük yürüyecek arkandan!” dediği bir türden, büyük yürüyüştür bu.
Kendi etnik kimliğine pay çıkarmak ve dolaylı yoldan ırkî üstünlük sağlama sinsi oyunuyla, milliyetçiliği (bir insanın vatanını, kültürü, medeniyetini, toprağının, ekininin, bayrağını sevmesi hangi dilde, hangi dinde, hangi millette, hangi ırkta suçtur ki,) kötüleyenler, apışıp kaldı. Ey vah ki, ne eyvah. Şimdi bu bendini aşan kitleye, vatanının, milletini, bayrağını ve kendi insanının sevmenin, onu yüceltmenin çağdaş bir suç, ilkel bir takıntı(!) olduğunu nasıl ikna edecekler. Kefere-i fecere feci halde sırt üstü (yoksa yüzükoyun mu?) gelmiştir. Tam bir tuş vaziyeti yani...
Bu kendini bilişi ve kendini buluşu ne çürümüş siyaset, ne iflas etmiş ekonomi, ne piçleşmiş sanat etkinlikleri becerebilirdi. Onlar, yıllardır sürüp gittikleri kimliksizleştirme, yozlaştırma, özüne yabancılaştırma, Türklüğü, Müslümanlığı hor ve hâkir görme/gösterme oyununda yenik düşmüşlerdir. Artık bir daha yeniden başlamaları ve tezlerini tez zamanda tezyin ederek, yeni insan avına çıkmaları pek de kolay değil.

TOPLUMUN ASIL KİMYASI
Çünkü büyük kitle hatırasına ve hafızasına kavuşmuş, şahsiyetini ve haysiyetini bilmiştir. Geri dönüşü yok artık bu yürüyüşün, bu kararlı ve cesur huruç harekâtının.
‘Güdümlenebilir, kullanılabilir, yönlendirilebilir insan modeli’ demode olmuştur artık. Toplum mühendislerinin işi bundan sonra çok zor, hatta imkânsız. Çünkü gönüller aslî unsuruyla buluşmuştur. Kimyası ve simyası ortaya çıkmıştır toplumun. Öz maya tutmuştur ve artık bu kendine gelen kitle bir daha kolay kolay bozguna uğratılamaz.
Tabii ki, böyle düşünüp de, yan gelip yatmamak lâzım. Bu esenlik rüzgârını hızlandırmak ve vatan sathına yaymak; onu bir daha silinmemek, yok edilmemek üzere zihinlere, beyinlere kazımak lâzım. Gör, o zaman, Güneş’in çocukları nasıl da yüz binlerle çoğalıyor.
Üyesi olduğum Radikal internet sayfasında, olayla ilgili bir yazıya yazdığım yorumu da aktarmak istiyorum:
Teşekkürler, tebrikler. Yazara da, Türk Milli Takımına da, Türk insanının içindeki yıldırılamaz öz güveni yeniden dirilten herkese. Önceleri Batı karşısında, acaba orada erir miyiz diye ben de endişe ediyordum. Çekingelerim vardı. Ama artık bu kaygılar yüreğimi terk etti. Bu fikir inkılabını oluşturan Karadeniz'in aydınlık Güneş adamına ve onun yılmaz savaşçılarına, sadece bayrağını değil, yüreğini de alıp meydanlara çıkan Türk milletine minnet borçluyum.
Futbol, neticede çok da önemli bir eylem değil. Fakat bu Doğu’dan esen güçlü rüzgârı arkamıza alarak, her sahada bir yenileşmeye ve dünya piyasasında şahsiyetimizle, millî kimliğimizle, Avrupa standartlarını aşan bir kalite üslubuyla var olma onuruna ulaşabilmenin imkânı doğar diye; yüzyıllık yozlaştırma operasyonlarından sonra, belki kendimiz olmanın yeni çağı başlar diye seviniyorum.
Umulur ki, siyasilere, ekonomistlere ve hatta zoraki toplum mühendislerine ders olur bu onur. İnancın ve Anadolu dürüstlüğünün, saflığının, arılığının zaferidir bu. Her türlü onurlu çıkış da, buradan hayat bulacaktır zaten. Başka yolu yok.
Aynı gazetenin, zaferin ardından yazdığı ve Bâbı Tellinin boş tenekeye döndüğünün belgesi olan yazı üzerine de şunları yazmıştım:

CEVABI VERİLMİŞTİR
Ne demeli bilmem ki. Yedikleri tokat adam olana yeter. Çamura kendileri yatmıştır. Çektikleri tetik kendilerini vurmuştur. Ve zaten az çalışan beyinleri durmuştur.
Güneşin çocukları, Çin settini fethederken, onlar cin çarpışa dönmüştür.
Halleri ortada. Fazla söze gerek yok. Bu kutlu coşkudan, bu dünyayı saran onurdun hisselerine pay düşmeyenlerden, söz etmeye bile değmez. Her türlü aşağılık kompleksinin ve her türlü sulu-yorumun cevabı verilmiştir.
Ağızlarının payını almışlar ve sınıfta kalmışlardır.
Anadolu’nun tokadı sert olmuştur ve Türk’ün bu, onca duraklamadan ve şaşkınlıktan sonra kükremesi, nesebi gayri sahih olanlara dert olmuştur vesselam...Allah, onların dertlerini, Güneşin çocuklarının ise enerjisini ve memleket sevdasını artırsın. Âmin!..



ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002