Akla gelmeyenin, yüreğe girmeyenin, ahlaka sığmayanın sıradan olaylar olarak algılandığı ya da algılatıldığı onursuz bir süreci yaşıyor insanlık... Böyle bir duruma hayır diyebilen onurlu aydın tavrına öncelikle ihtiyacımız var.
İbni Haldun yabancılaşmayı; kişi iradesinin mal ve servet karşısında yanlış bir tercihi olarak değerlendirirken, doyum bilmeyen arzuların peşinde, yıpratıcı bir alana doğru kaydırıcı olduğuna dikkat çeker. “Bu hayatın bir sonucu olarak daima talep ve ihtiyaçlar arkasından koşmak, birbiri ardınca ahaliyi yorar, üstelik bu tekellüflerin çok olan çeşitlerinden birini elde ettikten sonra, nefis diğer çeşitlerini de arzu eder. Bunun tesiri ile fısk ve fücur artar, meşru ve gayrımeşru yollarla geçinme vasıtalarını elde etmek üzere türlü çarelere başvurur.”
Süper dejenereler (mutlu azınlık), insani değerleri içi boş efsaneler olarak topluma empoze eder; “İnsanı, insanlıktan uzaklaştırmak; insanın, insan dünyasına ‘efsane’ demek, insan ile hayvan arasındaki farkı idrak edememek demektir. ‘İnsan efsanesini’ yıkarak, ‘hayvan insanı’ mutlu etmek” çabasına girerler ki, bu, oluş gereği imkansız bir durumdur.
Klasik ve geleneksel değerlerini yok sayan bir anlayış sonunda geçiciliğin dayanılmaz anaforunda yok olmaya doğru gitmektedir. Kendisinin kendi ürettiği araçların elinde rehin olmasını öngören bir bilinçtir bu... Gelişmeler, Michel Foucault’un epistemik çöküş dediği olguyla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Akla gelmeyenin, yüreğe girmeyenin, ahlaka sığmayanın sıradan olaylar olarak algılandığı ya da algılatıldığı onursuz bir süreci yaşıyor insanlık... Böyle bir duruma hayır diyebilen onurlu aydın tavrına öncelikle ihtiyacımız var. Hukukun üstüne ahlakı bina eden bir yaşama üslubu belki de ihtiyacımız olan en elzem şeydir.
Saygınlığını kaybetmesine rağmen basın, önermelerini sürekli tekrarlarla toplumun en aktif kesimi olan gençlere empoze etmekte ve buradan sonuç almaya çalışmaktadır. Gazeteci Aykut Işıklar, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Diyalog Platformunda bu etkiyi şöyle işaret eder; “Magazin haberlerinin topluma büyük etkisi var. Bir bilim adamının bir türlü veremediği mesajı bir kare resimle veren, damardan giren bir gazetecilik anlayışı bu. Bizim gibi toplumlarda kaliteli ve üretken insanların fikirlerine değil, bir artistin, mankenin söylediklerine önem veriliyor. Ünlü kişilerin bir yanlış hareketi, hemen binlerce genç tarafından kopyalanıyor. Bu çok tehlikeli bir durum.”4
Üst tabakanın yabancılaşması
Zenginlik kültürü kavramına ilk defa Thorstein Veblen’de rastlıyoruz. Zenginlik kültürü kavramını bir yan kültür alanı olarak değerlendiren ve Aydınlıktakiler ve Karanlıktakiler adlı incelemesiyle yoksulluk yan kültürünün karşıtı olarak Türkiye pratiğine uygulayan görüşler de vardır. 5
Nasıl Yaşarlar?
“Oturdukları evler, devam ettikleri dernek ve kulüpler başlıca ayrıcalıklı özellikleri teşkil eder. Keza, devam ettikleri kolejler ve yabancı okullar da milli özellikleri yansıtmaz. Sayfiye ve dinlenme yerleri aynıdır. Seçkin aileler arasında evlenme yaparlar. Böylece iktidar yapısı bu üst sınıfın eline geçer. Yönetimi elinde bulundururlar. Akrabalık ilişkileri güçlüdür. Birlikte yerler, birlikte içerler, yönetimi aralarında paylaşırlar, sosyeteyi de ellerinde tutarlar. Ortak av partileri, tenis oyunları yanında Çin lokantasında yer ve içerler. Kışı İsviçre’de, yazı İspanya’da geçirirler. Yat sefaları, viski, şampanya, astragan kürkleriyle bu yükselen sınıf kendi kendini yetiştirmiş kimseler olarak değil, düzene kendini uydurmuş, (kullanılsın diye) kendini düzene sunmuş kimselerdir.”6
Wright Mills, İktidar Elitleri adlı eserinde toplumun değer yargılarını tahrip eden bu tip üst zenginlere, ‘üst ahlaksızlar’ adını vermektedir.
Aynı şekilde, sosyolog Gerharda Kessler de üst zenginlerin kimliğini araştırırken şu soruları cevaplandırmaya çalışıyordu: “Rekabette kuvvetli, zengin ve büyük olanlar gerçekten cemiyetin seçme insanları mıdır? Kazananlar çoğu kez en güçlü, en kahredici olanlar, belki görenek ve gelenekleri ve ahlaki kanunları dinlemeyenler, belki vicdansızlar ve hukuk tanımayanlar değiller midir?
Kessler, zenginliğin davranış biçimleri ve ahlaki anlayışı hakkındaki bu sorulardan sonra şu yargıya varıyordu; “Cemiyetin yükselmesini bunlardan bekleyemeyiz. Çünkü kazananların ahlakça en iyi olanlardan ibaret bulunmadığı görülmektedir. Aynı şekilde Thorstein Veblen’e göre, “Egemen sınıfın malları emek vererek elde edilmemiştir. Şiddetle ve hile ile kazanılmıştır. Eğlence sınıfı, leş yiyicidir...” Zaten gösteriş için tüketim, zenginlerin baş yaşam tarzının belirtisidir... Asalaklıkla elde edilmiş bir zenginlik ne kadar rağbet görür, değer verilirse, üretici çalışma o kadar hor görülür.”7
Türk aydını, mutlu azınlık’ın değerler düzenini tahribine sadece karşı çıkarak bir yere varamaz. Toplumun içinde ve önünde yerimizi alarak, yeni, özgün ve çağdaş eserler vererek, en önemlisi toplumun direncini diri tutarak yarına kalabiliriz.
KAYNAKLAR
Yabancılaşma-İnsana Karşı Toplumsal Süreç; Dr. Sadık Kılıç Rahmet Y. İstanbul 1984 sf. 35
2 Kendini Arayan İnsan; S. Ahmed Arvasi Burak Y. İstanbul b. tarih 5.bs. sf. 150
3 Epistemik Çöküş; Özcan Yeniçeri Ayyıldız 11 Ocak 2000
4 Magazincilerin Tahtası Eksik; Zaman 2 Aralık 1999
5 a.Değişme-Kültür ve Sosyal Çözülme Prof. Dr. Orhan Türkdoğan Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Y. İstanbul 1988 sf. 116-133
b.Aydınlıktakiler ve Karanlıktakiler – Toplumumuzun Dramı- Prof. Dr. Orhan Türkdoğan Üçdal Neşriyat İstanbul 1982 sf.74,118
6 İktidar Elitleri; Wright Mills Çeviren Ünsal Oskay 1974 sf. 482
7 Sosyolojiye Başlangıç; Gerhard Kessler Çeviren Z. F. Fındıkoğlu 2. bs. 1985 sf. 52-53