Türkler tarih sahnesine çıkışıyla birlikte, ordu-millet olarak tanımlanmaya başladılar. Yaşadıkları çetin coğrafya, güçlü ve tehlikeli hasımlarla kuşatılmış olma, yaşam mücadelesi, savaşçı karakterlerinin gelişmesine, adeta genetiksel bir özellik kazanmasına yol açtı.
Kendi aralarında oluşturdukları sivil hiyerarşi bile, aynı zamanda askeri bir karakter taşıyordu. Göçebe yaşantı, yaylak-kışlak dönemleri, hayat tarzının dayatması, tarihi süreç içinde ORDU-MİLLET karakterini geliştirdi ve derinleştirdi. Türk toplulukları ve devletleri adeta göçen bir ordu karakteri taşıyordu.
Köklerini daha eskilere dayamak mümkün olmakla birlikte, Türk ordusunun ana unsuru olan Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihini M.Ö döneme, Hun Türklerine dayamak genel kabul görmektedir. İkibini aşkın bir yazılı tarihe, geleneksel disipline, şerefli bir geçmişe dayanan modern bir Türk ordusu, geçmişin onuruyla geleceği kucaklamaktadır.
Üstün savaş yeteneğinin yanında geleneksel disiplin anlayışı, katı hiyerarşisi seçkin komuta kadrosu, şanlı geçmişten günümüze taşınan olumlu özelliklerdir.
Ocak kavramı Türklerde kutsaldır. Türk toplumunun temel yapı taşı olan aile, Ocak olarak tanımlanır. Ocağın kutsallığı yani ailenin kutsallığı bize göre Türk ulusunun geçmişten günümüze taşınan genetik şifresinin de anahtarıdır.
Türkler aile dışında askeri yaşam, askerlik anlamında “ASKER OCAĞI” sözünü kullanır. İslamiyet öncesi ordu ve askerliği kutsayan Türk anlayışı, İslamiyetin Türklerce kabulünden sonra da asker ocağına “Peygamber Ocağı” diyerek bu kutsallığı, toplumsal hafızada ve gönlümüzde muhafaza etmek istemiştir.
Yakın tarihlere kadar gurbeti askerlikte gören Anadolu Türkünün ömür boyu taşıdığı, komşularına, çocuklarına, dostlarına, torunlarına anlattığı en değerli anılar askerliğe ilişkindir. Askerlik, o kutsal ocak Mehmetleri olgunlaştırır, özgüvenlerini pekiştirir, yurt sevgisini, dostluğu, arkadaşlığı öne çıkarır. Derindeki cevheri biçimlendirir.
Silah arkadaşlığı, kutsal ocakta başlayan yeni dostluklar ömür boyu devam eder. Bu satırların yazarı, bu satırların okuru gibi, askerlik arkadaşlarının çocuklarında ve torunlarında da bu ocak dostluğunun devam edegeldiğine tanık olmuştur.
Ortalama bir Türk yurttaşı, kendi onuruna düşkündür. Ama kendi onurundan önce, Türk ulusunun Türk ordusunun onuruna, şerefine özen gösterir. Ulusal onurun zedelendiğinde, bunun giderilmesinin kişisel zedelenmenin telafisinden daha zor olduğunu bilir. Bu yüzden de duasında, alkışında “ALLAH DEVLETE, MİLLETE ZEVAL VERMESİN. ALLAH ORDUMUZU DAİM MUZAFFER KILSIN” der. Türk Milleti kollektif hafızasında Balkan Savaşının, İzmir’in işgalinin derin acılarını, zevalin getirdiği utancı muhafaza eder. Bir daha zevali de bunun için istemez.
Ordusuyla gurur duyar. Askeri törenleri, al bayrağı, al sancağı gördüğünde göğsü kabarır, sevinçten gözleri yaşarır. Yakını olmasa da, tanış olmasa da, asker elbiseli bir genç gördüğünde sevecenlikle bakar. Hele komuta kademesinin üst düzeylerindeki komutanları gördüğünde derin bir saygı duyar. Bu onun Hunlardan-Göktürklerden, tarih öncesi dönemlerden günümüze, derin bilinçaltında yaşattığı askeri kültürün yaşayan izleridir.
Ordunun en üst makamlarında görev yapmış, bu kutsal ocakta en üst rütbelere ulaşmış, kurmay eğitimi görmüş, uzun Türk tarihinin ezelden ebede seyrinde bir yeri olmuş komutanların şerefi ve davranış sorumluluğu hiç şüphesiz muvazzaflık dönemleriyle ilgili değildir. Kişisel şerefin yanında, ordunun ve Türk Milletinin kollektif şerefinin de sorumluluğunu taşıyan emekli komutanların emeklilikte ne idiğü belirsiz tokatçıların, hortumcuların, hayali ihracatçıların, fırsat düşkünü hazine talancısı soysuzların şirketlerinde paratonerlik yapmama gibi de bir sorumlulukları vardır kuşkusuz.