Avrupa Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye geri vermediğinde, çok şaşırmıştık... Geri vermemekle kalmayıp, bir de sahiplendiğinde, şaşkınlığımız daha da artmıştı... “Müttefik”lerimiz bunu bize nasıl yapardı?..
Sorbonne Üniversitesi İslam Tarihi Profesörü Claude Cahen, “Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler” (E Yayınları 1979) adlı kitabında, “Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilmesi ve Türkiye diye bir ülke haline gelmesi, Avrupalılara her zaman, kavranamayacak, kabul edilemeyecek, sindirilemeyecek bir durum olarak gözükmüştür” der... Yıllarca Asala’yı; Kaplancı takımın “şeriat ulumaları”nı; PKK bürolarını ve “Türkiye’nin bütünlüğü karşıtı” tüm oluşumları, görmezden-duymazdan gelmek bir yana; açıktan açığa destekleyen Avrupa, Cahen’in sözünü ettiği “sindirim bozukluğu”nu doğrulamıştır ve doğrulamaktadır...
Haziran sayımızda, Ilgaz Babacan arkadaşımızın “Bunun Adı Savaştır” başlıklı “öğretici” bir yazısı yer almaktaydı... Ülkemizi yönetenlerin, bu yazıyı bir değil, beş kez okuması gerekir. Bugün bizlere yaşatılmakta olan, “kuşatılmışlığın daniskası”dır.
Aklı başında okurlar, izleyiciler iyi bilir: Ülkede “büyük çalkantı” uyandırması gereken her olgudan sonra (hemen sonra), mutlaka ipe sapa gelmez bir gündem yaratılıverir ve sığ kafalar bu ikincisiyle öylesine ilgilenir ki, yaşamsal önemdeki “gerçek olgu”, -sözcüğün gerçek anlamıyla- “güme” gider. Bu durum kimi zaman “rastlantısal” olabileceği gibi; “ikincil gündem”lerin çoğu kez “bir şeyleri unutturmak için özellikle yaratıldığı” yönünde “ciddi kuşkular” duyulur.
Geçtiğimiz ay, AB, Kıbrıs, enflasyon gibi yaşamsal konuların “sokaktaki adam”dan uzak tutulması için “bulunmaz bir fırsat” vardı: Dünya kupası! Zekâsı Aziz Nesin tarafından saptanmış birileri, Türkiye’nin futboldaki yengisine kilitlendi ve attığımız gollerle her şeyi çözümledi... Varsın “AB bizi fena biçimde oyalıyor” ya da “Kıbrıs elden gidiyor” olsundu... “Final”lere yükselmiştik ya; bu bize yeterdi (!)... Bunu yapanlar yalnızca “sokaktaki adam”lar değildi kuşkusuz. Ülke sorunlarını başarıyla çözümlemiş olan yöneticilerimiz de, tüm dikkatleriyle karşılaşmalardaki “bir topu kovalayan 22 kişi”yi izledi günlerce-haftalarca...
Konu futbol bile olsa, Türkiye’nin dünyada varlık göstermesi -kuşkusuz- onurlandırıcı bir durumdu ama, ulusal egemenliğimizin “alarm” vermeye başladığı bir ortamda “işi gücü serip futbola kilitlenmek” gibi bir “lüks”ümüz olmamalıydı...
Acaba yöneticilerimizden kaçı, ekran karşısına geçmek yerine, maçları radyodan izleyerek bir yandan da bizi bekleyen “badire”leri atlatabilmenin yolları üzerinde çalışmayı yeğledi?..
* * *
Güzel ülkemizin içerden ve dışardan hançerlendiğini söyleyenleri “paranoya”yla suçlamadan önce, bir şeyleri görmeliyiz, görebilmeliyiz.
“Serbest dolaşım, kişi başına düşen dolar artışı” vb... Tüm bunlar kulağa hoş geliyorsa da, “Türkleri sindiremeyen”lerin bunları verme olasılığı yüzde kaç dersiniz ?..
Anketçiler “hiç sormayın !” diyor. “Durum pek parlak değil!”