Bu yazının yazılmasına vesile olan hikayeciğin alındığı el yazmasının yazarı ve yazılış tarihi belli değildir. Yazmanın kendisi de çok dağınık bir haldedir. Ancak kitabın ilk yaprağındaki bir kayda göre sahibi Abdürrezzâk İlmî Âsiyâbîzâde Mehmed Sıdkı bin İsmâil Ağa’dır. 5 Ra [1]037 tarihini taşıyan yazmadaki temellük kaydı miladi takvime göre 14 Aralık 1627 yılına denk düşmektedir.
Yazmada bulunan çok çeşitli anektodlar arasında ulu bir kimseden istenen işin olması, nezle tedavisi, hayvanların hastalığını sağaltma, kabızlığı giderme, görmeyen gözleri açma gibi daha pek çok konuda “çözümler” yer almaktadır. Ben bunlar arasından nazarı def ederek gemilerin batmasına mani olan çitlembik ağacından bahseden bir kaydı seçtim. Malumdur ki buharlı gemiler icat edilmeden evvel gemiler denizin tehlikelerine karşı son derece korumasızdılar. Fırtına gibi, dalgalar gibi çetin deniz yolculuğu şartlarına karşı ağaçtan yapılma bu gemiler çok dayanıksızdı. Birçok halde gemi batmakta eski deyimiyle sulara gark olmakta, kendisiyle birlikte hem yükünü, hem de tayfalarını yitirmekteydi. O yüzden o devrin gemicileri çaresizlik içinde çeşitli unsurlardan medar aramaktaydılar. Nitekim gemilerin göze gelip battığına inanılıyor olmalı ki bunu önlemenin çaresi olarak çitlembik ağacı görülmüştür. Kitabın yazarı çitlembiğin nazara iyi geldiğine bizi inandırmak için “olmuş bir vak‘a” da zikretmektedir. Yazmadaki “Nazarı def için” (Li def‘il-ayn) başlıklı ilgili metin şudur:
“Göz isabet etmemek için çitlenbik ağacı, ki ona kuş yemişi ağacı dahi derler, ol ağaçtan kesip bir parmak boğumu kadar tahta edip ucunu delip masumların hamayil yerine yahud takkelerine ilik ile asalar. Bi-avnihi Hüdâ (Allah’ın yardımıyla) ayn isabetinden halâs olur.
Hikâye: Bir gözü kör olacağın gayet nazarı isabet eder imiş. Hatta ol kimesne Galata-i İstanbul'da sâkin olur imiş. Ve öyle iken beynennâs (insanlar arasında) meşhur imiş. Amma her hangi gemiye ki gözü isabet ve medh ede, ol gemi filhâl(derhal) gark olur imiş. Amma bir gemiye kasd ile nazar eder amma tesir ettiremez. Ol geminin reisinden sual ederler ki “-senin geminde bir tılsım [mı] vardır ki filanın nazarı meşhur iken ve kasd ile bizim huzurumuzda nazar edip amma bir zarar terettüb olunmadı; hikmeti nedir?” dediklerinde:
“-Benim sefinemin (gemimin) direği çitlenbik ağacından vaz‘ olunmağla bi-râm-ı Hüdâ (Allah’ın izniyle) ol makule nazarı dâfi‘dür”, diyü cevab eyler. Hattâ hikâye-i merkume (söz konusu hikaye) Bektaşzâde Ağa'nın kebir oğlu ağanın lisânından rivâyet olunmuştur. Ol ağa dahi on beş sinninde (yaşında) iken bu hali şahid ve ol reisin lisânından takrir ederler. El-uhde alâ er-râvi. (Günahı ravinin boynuna).
Gelin öyleyse nazara iyi gelen bu “mübarek” çitlembik ağacını biraz daha yakından tanıyalım. Bu ağaç için dilimizde biraz aşağıda zikredileceklerden başka hikayecikte geçen kuş yemişi ağacı ve ayrıca dağdağan gibi birçok eş anlamlı kelime kullanılmaktadır. Yazılışı da çitleNbik ve çitleMbik şeklinde görülmektedir. Ahmet Vefik Paşa çitlembik için “siyah tatlı yemiş ağacı, bıttım, yalancı abanoz, bir nevi merlengec, meneviş” karşılıklarını vermiştir (Lehçe-i Osmani, tab-ı cedid, Dersaadet, 1306, s. 343). Menevişin maruf manası dışında bir de terementi ağacı tohumu manası varmış (Ş.S., Kamus-ı Türki, s. 1422). Terementi (terebentin) ise 1. yabani fıstık ağacı. 2. Bu ağaçla sakız ağacından ve çam ağacı envaından çıkan bir nevi yağ veya neft, ki tıpta, sanayide ve hususiyle boyacılıkta müstameldir (Ş.S.,Kamus-ı Türki, s. 400). Şemseddin Sami (s. 506) çitlenbik için “Küçük taneli ve tek çekirdekli siyah ve leziz bir meyve. Çitlenbik ağacı: Bu meyveyi veren ağaç ki merlengec envaındandır”, demiştir. Merlengec (melengiç) için de “Bir cins çitlenbik ağacı ve meyvesi.” (s. 1328) bilgisini verir. TDK Türkçe Sözlük ise çitlembik karşılığında karaağaçgillerden, mercimekten az büyük, buruk lezzette meyvesi olan bir ağaç, melengiç (celtis) demektedir. Aynı sözlük çitlembik gibi için de ufak tefek, esmer ve sevimli anlamlarını vermiş (TDK Türkçe Sözlük, İstanbul 1992, c. I, s. 314).
İ. Z. Eyuboğlu (Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, 4. bs., Sosyal Yayınlar, İstanbul 1998, s. 147)’de çitlenbik sözünün kökünün Türkçe çatlanbık (yemişi kırıldığında çat diye bir ses çıkarır)’tan getirmektedir. Çitlembik kelimesini düz kabuklu büyük ağaç (ilmî adı: Celtis australis) ve aynı ağacın meyvesi olarak tanımlayan Meydan Larousse (c. IV, s. 487) Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir cümlesini alıntılamış: “Bahçem, çitlembiklerim demekle çocukluğun en doğru ve en güzel köşelerine ışık serpmişsin”. Aynı kaynak çitlembik gibi deyiminin ufak tefek ve sevimli kızlar için kullanıldığını bildirse de –adını kaydetmediğimiz- bir Yeşilçam filminde Çitlenbik isimli küçük bir erkek çocuğun yer alması bu açıklamanın sadece kızlar için kullanılmadığına bir delildir. Bu arada, bu satırları yazarken öğrendiğime göre, gazetemizin müessese müdürü Demet Hanım’ın (Yeğenoğlu) birkaç ay evvel kaybolan ufak-tefek köpeğinin adı da Çitlembik imiş.
Meydan Larousse’a göre, karaağaçgillerden olan çitlembik kayın ağacını andırır, meyvesi yuvarlak ve siyahımsı, kerestesi sert ve dayanıklı olur; ama işlenmesi kolaydır. Çitlembik süs bitkisi olarak yetiştirilir. Yine yetmiş kadar türünün olduğu bildirilen çitlembiğin ülkemizde Adi çitlembik, Doğu çitlembiği ve Kafkas çitlembiği diye bilinen türleri yetişmektedir (P. Tuğlacı, Okyanus Ansiklopedik Sözlük, 2. bs., Cem Yayınevi, İstanbul, 1978, c. I, s. 475).
Çitlembik ağacının edebiyatçılarımızın da dikkatini çektiği anlaşılıyor. Özel bir araştırma yapmadan son birkaç aydır okuduğum metinlerde karşılaştığım çitlembikle ilgili pasajlar Tarancı’nın yukarıda geçen cümlesini bir tarafa bırakırsak Rıza Tevfik ve Hüseyin Rahmi’ye aittir. Gerçekten Yüzelliliklerden sayılıp memleketini terk etmek zorunda kalan Feylesof Rıza Tevfik Lübnan’dan kendisi gibi Yüzeliliklerden olan Refik Hâlid Karay’a yazdığı bir mektubunda bizim kabristanlarımıza doğru duyduğu hasreti pek duygulu bir surette şöyle anlatıyor:
“O kadar ki bugün bile bir yıkık türbede bir ulu çitlenbik ağacının gölgesinde yabani otlar ve baldıranlar arasında beş dakika otursam ruhumda öyle ulvi bir sükûnet duyarım ki bütün kederlerimi bir anda unutabilirim ve bu güzel memleketlerde en ziyade bana keder veren manzara mezarlıkların, türbelerin, bizim mezarlıklara ve türbelere hiç benzemediği için bana pek çirkin görünmesi ve beni mistik bir şair eden o heyecanları uyandıracağına tarifi gayrı-ı kâbil bir istikrah duygusu ihsas etmesidir.” (bkz. Abdullah Uçman, Rıza Tevfik’ten Refik Hâlid’e Bir Mektup”, Kaşgar, 26, Mart-Nisan 2002, s. 37).
Şair-i azam bu mektubunda kendisini şair yapanın bizim mezarlıklarımız olduğunu ifade ile vatanseverliğinin buradan kaynaklandığını pek güzel bir şekilde ifade ediyor. Rıza Tevfik’in oğullarına yanlış eğitim verdiğini de acı bir şekilde ifade eden bu mektubu Lübnan’a bağlı Cünye’de 4 Mart 1934’te, Haleb’de bulunan Karay’a yazılmıştır.
Çitlembik ağacı Hüseyin Rahmi’nin İnsanlar Maymun Muydu? adlı romanında Baron adındaki maymun kahramanın mezarlıktaki büyük çitlenbik ağacına tırmanması vesilesiyle geçer:
“Kadın pencereye inerek halka seslenir:
-Maymun bizden gitti, mezarlığın çitlenbiğine çıktı.
Şimdi bu insan birikintisi sokağa dönerek mezarlığa akın eder. Ağacı ablukaya alırlar. Maymun en yüksek bir dalda eğlenir gibi halka bakarak oturuyor. O ince dala insan çıkamaz. O yüksekliğe taş yetişmez. Bununla beraber, birkaç tane fırlatırlar. Taşlar ağacın yarı boyunu bulmadan geri döner.” (H. R. Gürpınar, a.g.e., Atlas Kitabevi, İstanbul, basım tarihi?, s. 217.)
Ünlü romancımızın anlattığı mezarlık Aksaray-Horhor civarında olacak. Burada çitlembik ağacını yazarın ne kadar yüksek olarak tasvir ettiğine dikkat etmelidir. Gerçekten de bu anlatım mübalağalı sayılmaz. Bugün Aksaray’dan Vatan Caddesi’ne doğru giderken Aksaray metro ana durağını geçince sağda medfun Hamal Dede’nin türbesini bekleyen ulu bir çitlembik ağacı vardır. Aynı büyük çitlembik ağaçlarını Çarşıkapı’dan Divanyolu’na inerken sol kolda kalan mezarlıklarda ve Bakırköy’deki büyük mezarlıkta da görmek mümkündür. Hatta Bakırköy’deki bir küçük parkta da büyük çitlenbik ağaçları vardır. Burada zikrettiklerim benim her zaman karşıma çıkan çitlenbik ağaçlarıdır, yoksa İstanbul’un bir çok semtini süsleyen ve bulunduğu yerleri “nazardan saklayan” daha yüzlerle ifade edilebilecek çitlenbik ağacının bulunduğu şüphesizdir.
fethigedikli@ixir.com