Hiç bir şey, sadece kendisi değildir. Ne futbol sadece futbol, ne de futbolcular da sadece futbolcu. Aynı örnek sinema ve televizyon yıldızları için de geçerlidir. Kitle kültürü ve kapitalist toplumun özgürlükçülük söylemi; öncelikle bireylerin özgürlüğünü değil, organize güçlerin tahakküm etme imkanını sağlıyor. İşin belki üzücü yanı modernleşmesini sağlamakta zorluk çeken, eski köylü yeni şehirli milliyetçi-muhafazakarlar, merkeze yürürken kitle kültürünün dejenerasyon örneği idolleri ile diyalog kurarak meşruiyet zemini araması üzücü bir durumdur. Çünkü sağ, yazar, çizer, sanatçı, aktör yetiştirmeyi hedeflemiyor. Bunun olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu göremiyor.
Toplumları ayakta tutan şey, değer yargılarıdır. Bu toprağın insanlarıyla hiç bir kültürel bağı olmayan Türkiye’deki küçük bir mutlu azınlık, değer yargılarımızı tahrip ederek toplumumuzun geleceğiyle oynamaktadır. Mutlu azınlık (Süper Dejenereler); sahne, sinema ve gece hayatına yansıttığı ilişkileriyle topluma, yanlış örnek modeller empoze etmektedir. Mutlu azınlık bu suçu, elindeki medya tekelleriyle göstere göstere işlemektedir. Yabancılaşma ideolojisinin hedefi özel olarak fert, genel olarak da cemiyet olmakla birlikte, kurum olarak hedef ailedir.
Sanayileşme bir çok alanda olduğu gibi, ailenin yapı ve fonksiyonlarında da bir takım değişimlere yol açmıştır. Bu tabii değişim sürecinin dışında, emperyalistler ve onların yerli işbirlikçisi batıcı jakoben güç odakları, sinsi faaliyetleriyle aileyi yok etme, yozlaştırma çabalarına girmişlerdir. Türk milleti geleneksel refleksiyle bu çabalardan bir kısmını bertaraf etse bile, bu çabaları etkisizleştirme ödevi, milli değerlere bağlı yerli aydınların görevidir.
Mutlu azınlık sömürgecidir ve sömürüsünün devamını, yerli halkın kültürünü tamamen değişikliğe uğratmakta görmektedir. ‘Ahlaka karşı duyarsız, sorumsuz, kendine karşı asla güveni olmayan’ genç nesillerin geleceği temsil ettiği bir ülke bağımsız görünse bile, en büyük uluslararası meyhaneler, beş yıldızlı kumarhaneler, dev eğlence merkezleri, yaygın fuhuş ve uyuşturucuyla bitirilmek istenir.
Bu amaca ulaşmak isteyen güç odaklarının en büyük silahı, televizyondur. Televizyon; sosyal alışkanlıkları, kültürel yapıyı, hayat tarzlarını, eşya ve hadiseleri algılayış tarzlarını, duygu ve düşünce biçimlerini, davranış kalıplarını, tavırları, tutumları, anlayışları, kararları, zevkleri, ahlaki değerleri, ihtiyaçlarımızı, örf ve adetleri, aile içi ilişkileri ve daha sayısız alanı biçimlendirmeğe tam teşebbüs etmiş bir suç aletine dönüştürülmüştür.
Yaşadığımız dönemde hemen her televizyon programı bir Televole şeklini almış, bu da yetmezmiş gibi günlük gazeteler haftalık ilaveleriyle bu çabayı tahkim etmişlerdir.
Değer yargılarını değiştirmede yeni ihtiyaçlar üretilmiş ve tatil, faşinge dönüşen bir deniz ideolojisiyle özdeş hale getirilmiştir. Deniz ideolojisinin üniforması ise çıplaklık olmuştur. Mutlu azınlığın cinneti o dereceye varmıştır ki, bu çıplaklık üniformasını giyinmeden denize girmek, mutlu azınlık tarafından bir suç olarak görülmüş ve basın yoluyla idari mercilere hedef gösterilebilmiştir.
Yozlaşma ahlakının temsilcileri ‘birliktelik’ adı altında ortaya koydukları yaşama biçimini, sadece kendilerinin bir tercihi olarak yaşamaları medeniyet görüşümüz çerçevesinde hiç mesele değildir. Fakat bu çevreler ellerindeki iletişim araçları yoluyla kitlelere bu tarz yaşama biçimini model olarak sunmaktadırlar. “Onlar için, her yeni kadın (veya erkek) önemlidir.” Onlar çapkınlık yaptıkça toplumun gözünde etkileri arttırılır ve daha itibarlı hale getirilirler. Ve sürekli değiştirilen birlikteliklerle, tarihte hiç bir toplumun kabullenmediği karmakarışık bir gayrımeşru ilişkiler ağı ortaya çıkmıştır. Merkeze açılma düşüncesinde olan sağın, her seferinde bu yozlaşma sembolleriyle birlikte yürümeğe kalkışması ne yazık ki, intihardır.
Mahmut Çetin mcetin@biyografi.net