Kasım 2008

Ö T E S İ

 

29.03.2024 



Göğe Merdiven

 
Aybars Fırat

Kuşatmayı yermek ya da yarmak


Ülkemiz, daldığımız derin uykudan henüz uyanamayışımız ve uyuşukluğumuz sebebiyle, meydanı boş bulan yerli işbirlikçiler ve pek de yabancı olmadığımız yabancı güçler tarafından tam bir kuşatma altındadır. Tıpkı Filistinliler gibi. Orada kuşatmayı açık olarak görüyoruz, burada ise göremiyoruz. aradaki fark bunun gibi birkaç önemli ayrıntıdan ibarettir; Türkiye tam tamına 1911 şartlarını yaşamaktadır. Aynı kuşatmayı biz o gün de hissediyorduk. Türk Ocakları'nı onun için kurmuştuk.

Milletimiz başta bu ocakların gayretleriyle harekete geçmiş, Atatürk gibi dahi bir önderin yolbaşcılığında canını dişine takarak kuşatmayı kaldırmıştır. Ancak Atatürk'ten sonra gelen, kuşatmayı yapanların gücünden korkan zayıf idareciler yüzünden güçlü bir devlet olmak için gereken adımlar atılamamıştır. İngiliz'in Osmanlı'dan koparıp İsrail'i kurdurduğu Filistin ise bizim milletimizin tecrübesine ve bağımsızlık genlerine sahip değildi. İngiliz'in oyunları, Osmanlı'nın birirkiminden de yararlanmasını önlemiştir. Bugün Türkiye, seksen-yüz yıl öncesindeki yarıp çıkabildiği bir kuşatmaya benzer bir durumu yeniden yaşamaktadır, Filistin'in geçmişinde ise böyle bir tecrübe yoktur. Filistin'deki kuşatma artık son noktasına gelmiş ve soykırıma dönüşmüştür. Türkiye'deki kuşatma ise henüz o noktada değildir, ne kadar zamanda o noktaya geleceğini tahmin etmek zordur. Ben diyeyim
on yıl, siz deyin yüz yıl. Bütün kuşatmaların arkasında kuşatılanın yok edilmesi ve kolunun kanadının kırılması vardır. Bu sebeple Türkiye'deki mevcut kuşatmanın da gün geldiğinde aynı şekilde sona
doğru yaklaşacağını söylemek mümkündür. Filistin'de artık gelişmiş askeri ve psikolojik silahların kullanıldığı bir son çevirme yaşanıyor.
Bundan yüz sene evvel kullanılan teknikler geride kaldı. Araplara paranın cazip geldiği günler çabuk geçti. Oyunu anladıklarında mücadeleye başladılar ama, düşman, teknik gücüyle girişecekleri mücadeleyi sonuçsuz bırakacak kadar önde idi. İngiliz, bir adaya sıkışan zayıf bedenini sadece kacaman beyniyle yürüttüğü için zamanı geldiğinde karıştırabileceği çomakları yerine sokmuştu. Lübnan böyle bir çomaktı. Ortaya çıkan bazı liderlerin kontrollü olduğu (Saddam'ın Bush'un adamı olması gibi)ise biliniyor. Filistin Davası'nın Birleşmiş Milletler'e kabul ettirilmesi de dahil, işin barışcı bir zemine kaydırılmasını, Arafat'ın Devlet kuruyorum zannıyla Filistin'e gelmesini veya getirtilmesini bir büyük oyunun parçaları olarak görüyorum. Arafat'ın, Cevher Dudayev veya Aliya İzzet Begoviç gibi bir önder olmadığını düşünüyor, onu Saddam'a benzetiyor, Filistin'deki diğer önderlerin ve örgütlerin ona güvensizliğini bu bakımdan yararlı buluyorum. Tabii "Gün bugündür, zulmün her türlüsüne karşı mücadele edilmeli, Filistin önderi Arafat'a destek verilmeli,ne yapılması gerekiyorsa yapılmalı", ancak bu mücadelede tedbir elden bırakılmamalı ve ancak samimi önderlerin bu kuşatmayı yarabileceği görülmelidir. Er geç sıkışan kedi gibi İsrail cırmalanıp bir çıkış yolu bulunacaktır. Çok kan dökülse bile... Filistin bu sınavı geçmek zorundadır. Kuşatmayı yaracaktır.
Allah'ın takdiri öyle gözüküyor. Önemli olan bizim ne yapacağımızdır. Hür Dünya ve Türkiye ne yapacaktır? "Biz Filistin için ne yapabiliriz?" sorusunu yaşadığımız kuşatmayı biraz inceleyerek
düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Türkiye'deki kuşatma çok yönlü bir kuşatmadır. Bir millet siyasi, askeri, idari, ekonomik ve kültürel açıdan kuşatılabilir. Bunların hazırlıkları ve uygulanmaya başlaması da yüzyıllar, hatta bin yıllar alabilir. Türk Milleti ve özel olarak Türkiye böyle kökü yüzyıllarca eskiye giden çeşitli yollarla
kuşatılmıştır, bu kuşatma yüzde itibarıyla doksan sekizlerdedir. Hepinizin bildiği konuları deşmiyecek, birkaç örnek vereceğim;
Türkiye'de ana okullarına kadar varan Türkçe yerine İngilizce eğitim hastalığına tutulmuştur. Türkçe çıkarılan ve Türk Bilimi'ni geliştiren ilmi dergiler İngilizce çıkarılmaya başlanmıştır. Neredeyse tek bir Türkçe ilmi dergi bırakılmamıştır. Dükkan tabelalarının büyük bir kısmı sadece Türklere hitab etseler dahi İngilizce veya yabancı dildedir. Ana okullarından başlayarak İngilizce eğitilen bir neslin yirmi beş otuz yıl sonra Türkçe konuşmayacağını, veya Türkçe'nin sadece ihtiyarlarla anlaşmak için kullanılan Tarzancaya benzer bir dil olarak kalacağını söylemek mümkündür. Bu abartma değil gerçektir.
Devletin radyo ve televizyonu TRT,Türk Müziği yerine yüzde seksen-doksan oranında yabancı müzik yayınlıyor, müzik piyasası aynı oranda yabancı malını destekliyor, kaliteli yerliye el uzatmıyarak kendi can damarlarını kesiyorsa ne beklenebilir. Türk Halkına Türk Müziğinden başka her şeyle kulakları kirletilirken gerçek Türk Müziği, Türkiye'den giden sanat toplulukları vasıtasıyla sadece Amerikan ve Japon üniversitelerinde görülebiliyorsa durum vahim demektir. Durumun vehametini şuradan görmek lazım: Artık TRT'den yayınlanan Türk Müziği programları, Türkiye'de, Türklere Türkçe altyazıyla verilmektedir. Hem de en anlaşılır sözleri olan Halk Türküleri bile...Bilgi çağında herkesi cebindek telefon hergün eklenen bir yenilikle sadece dilimizi, sohbetimizi ve sağlığımızı kirletmektedir.
Devlet daireleri ve Okullarımızdaki bilgisayarlar idarecilerin masasında iskambil oyuncusu veya süs olarak kalmıştır. İnternet kahveleri kumarhanelere dönmüş, gencecik yetenekli çocuklar sigara dumanı oyunların içinde kaybolmaktadır. Bilgisayarlar için üretilen sanal odalar (cd) ın kopyaları satanistlerin kontrol ettiği piyasa tarafından neredeyse polis gözetiminde dağıtılmaktadır. Yüzlerce sapık , artniyetli kitap denetimsiz ortaya çıkıyor. Satmayan bu kitapları kim, hangi kaynaklarla basıyor anlaşılırşey değil.
Halkın gözü kulağı olan basın yayın, başta devletin kurumu TRT olmak üzere, Türk Milletinden çok başka milletlerin menfaatine hizmet etmektedir. Mesela, Alman Hükümetince Ermeni Tezi'ne delil olarak gösterileceği söylenen Salkım Hanımın Taneleri gibi ihanet filmleri bilinçli bir şekilde hazırlatılmaktadır. Aynı TRT'de yine şuurlu olarak, Türk Kültürü yerine Hristiyan Kültürü'nün yerleşmesi için, bir papazın ailesinin başından geçenlerin anlatıldığı Kalabalık ve Mutlu adlı dizi film yayınlanmaktadır. Tıpkı Kanal 7 'de bir zamanlar TRT'de yayınlanmış olam Küçük Ev dizisinin yayınlanması gibi.
Ekonomik kuşatma sonucu mal varlığımızı dörtte birini kaybettik. Ağır, hatta ödeyemeyeceğimiz bir bir borç yükü altındayız. Parayı verenler Türkiye'yi satın aldıklarını söylüyorlar. Sömürge valileri dolaşıyor ortalıkta. İhanete ortak yerli işbirlikçileri cirit atıyor. GAP toprakları sessizce Yahudilere, Van, Ağrı vb. bazı illerdeki topraklar ise Ermenilere satılıyor. Özetle biz de Filistin'leşiyoruz. Örnekleri çoğaltabilirim. Gün geçmiyor ki bir elçinin, bir genel müdürün, bir bakanın, gazetecilerin vatan hainliği kamuya mal olmuş gazeteci ve siyasetcilerce belirlenmiş olmasın. Gerçekten ihanet diz boyu. Ancak bana tuhaf gelen mecliste bunca ihanet lafını sarfedenlerin bir soru önergesi bile vermeyişleri oldu. Bu da herhalde idari kuşatma sınıfından bir kuşatmanın epeyce yol aldığını gösteriyor. L. Rasony'nin dediği gibi tehlike karşısında uyanan aslan olarak hala uyumaya devam ediyoruz. Uyandığımızda "Bu defa geç olur mu acaba?" diye düşünmüyoruz.
Filistin için yapabileceklerimiz, bizim hemen uyanmamıza ve bütün kuvvetlerimizi birleştirmeye, sonra üzerimizdeki kuşatmayı kaldırmaya karar vermemize bağlı. Uyanmamız ise okuma yazma bilenlerimizin günde bir kitabı, olmazsa yüz sayfayı okumasına, araştırmasına, eli kalem tutanların yazmasına, kaybettiğimiz ve yok olmakta olan değerlerin derhal tesbitine, tüketici değil üretici olmamıza kısacası çok çalışmamıza bağlı. Kuvvetlerimizi birleştirmek başka bir makalenin konusu.
Eğer kuşatmayı yarmaya karar verecek bir noktaya gelebilirsek, tarihte olduğu gibi zulmün her türlüsüne de karşı çıkmaya başlarız. Aksi halde bir başbakan çıkar, tank ihalesinin iptalinden daha
zararlı sonuçları olacak laflar eder. Hem kuşatmayı sadece yermek noktasında olacaksınız, hem de böyle yararsız laflar eddeceksiniz, olur şey değil. Yani bu söz ne işimize yaradı şimdi? Bu kadar
düşüncesizlik olur mu?
Allah Kuşatma altında olanlara yardım etsin. Milletimize çok çalışması için güç, özellikle idari kuşatma altındakilere de akıl fikir versin.Ne diyeyim...

aybarsfirat@yahoo.com


aybarsfirat@yahoo.com

Bu yazı toplam defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002