|
Kıbrıs'ta en uygun çözüm nedir?
Dr. Yusuf Gedikli
- Ufuk Ötesi Yayınları / 0212 520 71 35
Ufuk Ötesi yayınları ilk kitabını yayınladı
Milli konu ve meselelerde yayın yapmayı amaç edinen Ufuk Ötesi yayınları ilk kitabını yayınladı.
Yayınevimizin ilk kitabı genel yayın yönetmenimiz Dr. Yusuf Gediklinin uzun araştırmalar ve incelemeler sonucunda yazdığı Kıbrısta En Uygun Çözüm Nedir? isimli kitaptır. Bilindiği gibi Kıbrıs meselesi bugün vahim ve mühim bir noktadadır.
Dr. Yusuf Gediklinin ve Ufuk Ötesi yayınlarının kitabı yayımlamaktaki esas amacı, Türk kamu oyunu aydınlatmaktır. Zira Kıbrıs, bilgisizlik dolayısıyla “sesi çıkan” Türk kamu oyunda “kaybedilmiş” bir davadır.
Kitapta Türkiyenin KKTC’yi tanıtmak doğrultusunda derhal politika değiştirmesi, aksi takdirde sürekli veren konumundaki Türkiyenin sürekli verdikten sonra hiç bir şey alamayacağı, Kıbrısta en uygun çare ve çözümün bağımsızlığa devam olduğu belirtiliyor.
Dr. Yusuf Gedikli, haklı ve meşru bir savaşı kazanıp da bunu barışa tahvil edemeyen Türkiyenin tarihte tek örnek teşkil ettiğini, 29 yıl sonra gelinen noktanın maalesef hiç de iç açıcı olmadığını bildiriyor.
Dr. Gediklinin kitabının Yunanistan başbakanı Simitisin “Kıbrısta Enosisi gerçekleştirdik” şeklinde demeç verdiği ve zafer ilan ettiği günlerde çıkması, daha bir önem arzediyor. Türk basınındaki Yunanperest ve Bizansperest avukatlar Simitisin sözleri üzerinde durmazken, Kıbrıs muhalefeti de “Simitisin dili sürçtü, kastettiği Enosis değil” gibi gülünç, aynı zamanda tırajik ve kıraldan fazla kıralcı beyanatlar veriyor.
Yazarımız, vicdanımızın, toplumun ve tarihin gelecekte bizi affetmeyeceğini söyleyerek, adımlarımızı bin düşünüp bir atmamız gerektiğini ifade ediyor.
Özetle Dr. Gediklinin kitabını yazan ve okuyan bütün Türk vatandaşlarına, özellikle medya mensupları ile resmi yetkililere hararetle tavsiye ediyoruz. Zira meseleyi 29 seneden beri çözemeyen basınımızın ve yetkililerimizin adı geçen kitaptan çok şeyler öğreneceği şüphesizdir.
Kitaptan aldığımız bazı ibareler şöyledir:
“Türkiyenin durumu tarihte ender raslanan bir haldir, hatta hapax legomenon (tek örnek)’dur. Yani suçlu ve mağlup Rumların karşısında hem haklı ve hem galip olmak; fakat aynı zamanda kendi lehine bir barış yapamamak. Maalesef 29 sene sonraki vaziyet budur.” (9. s.).
“Tek kelimeyle federatif bir Kıbrıs Akdenizin İsviçresi değil, İrlandası olacaktır.” (11. s.).
“Avrupa tarafından meseleye bakıldığında yukarıda Türkiye için söylediğimiz görüşlerin ters açıdan Avrupa için geçerli olduğu görülecektir. Yani 1699’da başlayan ve 1774’te büyük ivme kazanan Avrupanın ilerleyişi 1974’te geriletilmiş, Türkiye ileri harekâta geçmiş, Hilal Haç üzerinde bir zafer kazanmıştır. İşte İngiliz savunma bakanının 1996’nın son günlerinde söylediği “Kıbrıs Avrupanın ayıbıdır” sözü, meselenin Avrupa açısından önemini belirttiği için hayli manidardır.” (23. s.).
“Şurasını iyi bilelim ki, diyalektik bir açıdan bakıldığında batılılık müsbet yönüyle zamanı değerlendirme, çalışkanlık, iş ciddiyeti ve araştırıcılık demekse, menfi yönüyle de Makyavelcilik, sosyal Darwincilik, oportünizm ve çifte standart demektir.” (63. s.).
“Kıbrısta iki ayrı millet, iki ayrı din, iki ayrı dil, iki ayrı alfabe, iki ayrı kültür, iki ayrı coğrafi ve iki ayrı iktisadi bölge vardır.” (66. s.).
“Üstelik federasyon teklifi iyi niyetle yapılmış bir teklif değildir. Bu tam anlamıyla Yunanlıların mucidi ve tatbikçisi oldukları bir Truva atı taktiğidir.” (78. s.).
“Kıbrıs AB’ye girse ne olur, nasıl olsa biz de girecek değil miyiz, hepimiz AB’nin bir üyesi olmayacak mıyız?’ şeklinde düşünmek doğru değildir. Eğer AB ilelebet sürse bu fikir belki doğru olurdu. Lakin yarının ne olacağını kimse bilemez.” (107. s.).
İsteme Adresi: Alemdar Mah. Çatalçeşme Sk. No: 16/2 Cağaloğlu/İSTANBUL
Tel : 0212-520 71 35
Faks: 0212-520 71 47
|
|
Mziye bir nazar
Mahmut Muhtar Paşa
- Ötüken Neşriyat
Bir Yayınevi, Bir Kitap
Ötüken Neşriyat ve Kitapları
Türkiyenin en dürüst ve ciddi yayınevi olan Ötüken Neşriyat, 1963 yılında Nevzat Kösoğlu, Mehmed Niyazi Özdemir, Özer Revanoğlu, Fehim Üçışık, Ahmet Nuri Yüksel, Ahmet İyioldu, Mustafa Yıldırım tarafından kurulmuş, 1978 senesinde anonim şirket haline dönüşmüştür.
Ötüken Neşriyat 1984’te geçirdiği bir yangında bütün mal varlığını (kitaplarını) kaybetmiş, lakin mitolojideki Kaknus (Phoenix) kuşunun küllerinden doğması gibi yeniden doğmuştur.
Yayınevinin ortaklarından Nurhan Alpay bir keresinde, bu badireyi atlatmalarında dürüstlük ve ciddiyetten ileri gelen itibar ve saygının amil olduğunu söylemişti.
Ötükenin genel yayın yönetmeni Erol Kılınçtır. Yayınevi müesseseyi kalabalık bir kadroyla yürütmektedir (Tek kişinin hem patron, hem işçi olduğu yayınevlerinden bir farkı da buradadır).
Resmen Ötüken Neşriyat AŞ adıyla bilinen kuruluş, şu ana kadar 548 kitap basmış, geçen 39 yılda toplam kitap tirajı 12-15 milyon sayısına ulaşmıştır. Bu takribi olarak senede 300 bin kitap demektir.
Ötükenin yayımlanmış kitap kataloğuna tarih, kültür, edebî eserler (roman, hikâye, şiir), musiki ve sair eserleri dahil etmek mümkündür.
Ötükenin bir hizmeti de şudur: Yurt dışındaki Türk topluluklarının edebiyat, tarih ve sair mevzulu kitapları ilk defa ve en çok, Ötüken tarafından basılmıştır.
Ötüken Neşriyat gerçekten de geçmişte ve halihazırda Türkiyenin en dürüst ve ciddi yayınevidir. Böyle olmasını taviz vermediği pirensiplere sahip olmasına borçludur.
Yayınevinin ilkeleri şöyle özetlenebilir: Bir hedef (misyon) taşıma, dilde titizlik, manevi, milli, mukaddes değerlere bağlılık, muhtevada seçicilik ve en mühimi de dürüstlük ve ciddiyet.
Ancak yayınevinin Türkiyedeki öteki yayınevlerinden en mühim farkı şuradadır: Diğer yayınevlerinde kitabı basılan yazar müteaddit defalar parasını ister, lakin hiç bir şey alamaz. Bir müddet sonra yazar istemekten vazgeçer. Zira yazarın yüzü kızarır, yayıncının yüzü kızarmaz. Yazar da “lanet olsun der”, işin peşini bırakır. Halbuki Ötüken yayınevinde usul şöyledir: “Kitabın basılmasından kısa bir zaman sonra yazara telefon edilir. “Paran hazır, gel al” denilir. Yazar da hoşnut ve minnettar şekilde gönül rahatlığıyla parasını alır; teşekkür ve dua ederek ayrılır.
Ötüken Neşriyatta şu ana dek hiç kimsenin kuruşu kalmamıştır. Bir çok yayınevinde olan bir kaç baskı yapıp birinci baskı gibi göstermek, “şu kadar bin bastım” deyip daha fazlasını basmak gibi ayak oyunları, Ötüken neşriyat için kati surette varid olmamıştır.
Memleketimizin geçirdiği bir çok kırize ve 1984’teki yangına rağmen Ötüken Neşriyatın Kaknus gibi yeniden doğuşunun hikmeti, sırrı; işte bu doğruluğu, dürüstlüğüdür. Zira Ziya Paşanın dediği gibi “Doğruların yardımcısıdır Hazret-i Allah.”
Ötüken böyle yapmasaydı diğer yayınevi, kitabevi, neşriyat ve sair kuruluşların derekesine düşerdi. Ayakta kalma mücadelesi verirdi. Tabii ki o kuruluşlar da var olacaktır, var olacaktır ama işte öyle. Cenabı Allah Rahman sıfatıyla bütün canlıların rızkını vermektedir.
Gelecek yıl 40. yaşını dolduracak olan Ötüken camiasının 40. yılını bir jübileyle kutlamasını da temenni ederiz.
Ötüken neşriyata çok kitaplı, çok tirajlı, başarılı, sağlıklı yıllar dilerken okuyucularımıza da Ötüken kitaplarını almalarını, aldırmalarını, okumalarını, okutmalarını hararetle teklif ve tavsiye eyleriz. Ötüken bizimdir, onu yaşatalım, destekleyelim ve daha çok kitap basmasını sağlayalım.
Tel. 251 03 50. Faks 251 00 12. İnternet adresi www.otuken.com.tr
ÖTÜKENDEN BİR KİTAP
MAHMUD MUHTAR PAŞA - MAZİYE BİR NAZAR (haz. Erol Kılınç), Ötüken Neşriyat, İstanbul 1999, 315 s.
Prusya kıralı 2. Friedrich (Büyük Frederik, 1712-1786)’in kendisine elçi yollayıp başarılarının sırrını hangi müneccimlere borçlu olduğunu soran Osmanlı padişahı 4. Mustafaya verdiği cevap çok manidardır. Cevap şöyledir:
“Benim üç müneccimim vardır:
1. Devlet hazinesini dolu bulundurmak.
2. Hazarda ve seferde askere talim ettirmek.
3. Tarih okumak.”
Tanzimattan yıkılışa kadarki tarihimizi ilgilendiren Maziye Bir Nazar, değerli şair ve yazarımız Aydil Erolun dediğine göre Atsız tarafından muhakkak basılması gerekli bir kaç eserden biri olarak vasıflandırılmıştır.
Eser 93 savaşında doğu cephesi kumandanı olan Gazi Ahmet Muhtar Paşanın oğlu Mahmut Muhtar Paşa tarafından kaleme alınmış ve 1925 yılında eski harflerle İstanbulda basılmıştır.
Maziye Bir Nazar, tabiri caizse Osmanlı imparatorluğunun “hasta adam” olarak “kurtlar sofrasındaki” vaziyetini anlatan bir eserdir.
Eserdeki bazı tesbitler ve ibret verici sözler
Mahmut Muhtar Paşa hadiseleri tahlil etmeye 1833’te Fransanın desteklediği Mehmet Ali Paşa kuvvetlerine karşı Rusyayla imzaladığımız Hünkâr İskelesi anlaşmasıyla başlar. Bu anlaşmanın batı devletlerini endişeye sevkettiğini, neticede 1840-1841 Londra anlaşmalarıyla Rusyanın Karadenize hapsedilip, Devlet-i Aliyenin batı hesabına boğazları beklediğini ve buna Reşid Paşa siyaseti dendiğini belirtir (30. s. vd.).
Mahmut Muhtar Paşa, İngilizler hakkında şu tesbitleri yapar:
“Mutaassıp bir Hıristiyan olan ve esasen menfaatperest ve maddiyatçı...” (67. s.). İngiliz liberallerinin siyasetleri Türklerin İstanbuldan ve Küçük Asyadan atılmasıydı (68. s.). İngiltere 1895’ten sonra tam Türkiye aleyhtarı oldu (71. s.). Osmanlı, 1897’de Yunanı mağlup ve Tesalyanın iadesini talep etti. Bunun üzerine Muhafazakâr Partili Lord Salisbury parlamentoda şu manidar sözleri söyler:
“Salibe intikal eden şey, bir daha Hilale iade olunamaz.” (77. s.).
İngiltere 8 ağustos 1895’te Almanyaya Türkiyenin İngiltere, Almanya, Avusturya arasında paylaşılmasını teklif eder, lakin ret cevabı alır (78. s.).
İtalyan başbakanı Francesco Crispi (1818-1901), 16 ağustos 1890’da Lord Salisbury’ye yazdığı mektupta Trablusgarbı ister. Salisbury verdiği cevapta şöyle der: “İtalyanın Trablusgarba taarruzu Türkiyenin paylaşılmasına başlangıç olur. Gerçi Türkiye bu akıbetten kurtulamazsa da, şimdiki halde böyle bir taarruz, gerek devletlerin gerek İngiltere kamu oyunun henüz hazmedemeyecekleri bir hadise teşkil eder.” (129. s.).
Salisbury cevabını şu ibret verici ve unutulmaması gereken sözle bitirir:
“İtalya hükümeti Trablusgarbı elde edecektir. Ancak geyik, kurşun menziline vardıktan sonra patlatılmalıdır ki yaralanınca kaçıp kurtulamasın.” (129. s.).
Avusturya da sofranın etrafında oturanlardandı. 1908’de Bosna Herseği ilhak etmiş, Avusturya elçisi Babıaliye gelince kızgın Türk basın mensuplarının “Bosna Herseği ne hakla ilhak ettiniz?” sualiyle karşılaşmıştı: Pallavici’nin verdiği cevap bir diplomasi kılasiğidir.
“Haklıyız, çünkü kuvvetliyiz.” (106. s.).
Bismarck ise “Şark meselesi Pomeranyalı bir askerin kemiklerine değmez” deyip Rusyayı Türkiye üzerinde serbest bırakıyordu. (51. s.).
Osmanlının 1. Dünya savaşına girmesi meselesi
Bir ordu kumandanı, bahriye nazırı, 1. Dünya savaşı sırasında Berlin büyükelçisi olan Mahmut Muhtar Paşanın 1.Dünya savaşına girilmesi hakkındaki görüşleri son derece önemlidir. Zira hadiselerin doğrudan şahididir.
Mahmut Muhtar Paşaya göre Almanlar Türklerle ittifakı yük sayıyorlardı (229. s.). İngilizler Türklerin en makul tekliflerini kabul etmiyor (234. s.), İngiliz elçisi Sir Malett sadrazama “Türkiye İtilaf devletlerine meydan okuyacak mertebede tedbirsizlikte bulunursa, bu hareket Osmanlı saltanatına hateme çeker” diyordu (237. s.). Fransa ve İngiltere müphem vaatlerle Türkiyeyi oyalıyordu (234. s.). Yazar, harpten sonra yayımlanan Sarı, Mavi, Turuncu kitaplardaki vesikaların hiç birinde İtilaf devletlerinin Türkiyeyi yanlarına çekmek için bir gayrette bulunmadıklarını belirtir (238. s.).
Mahmut Muhtar Paşa, Türkiye için en iyi siyasetin tarafsızlık olduğunu, ancak “Türkiyenin Balkan savaşında silahlarını ve mühimmatını külliyen kaybetmiş olduğundan, hakiki tarafsızlığın muhtaç olduğu kudret ve satvete malik olamadığını” kaydeder (239. s.).
Paşa şöyle devam eder: “Alman gemilerinin mürettebatı Romanya yoluyla gelen ihtiyat neferleriyle tamamlanarak az vakitte o kadar çoğalmıştı ki, Almanlar ihtiyaç halinde 2 ağustos ittifak anlaşmasını cebren tatbik ettirebilirlerdi.” (250. s.).
Yazarımız bu sebeplerden ötürü Türkiyenin İttifak devletleri tarafına geçmeye mecbur kaldığını söyler (242. s.). Mustafa Kemal Atatürk de aynı görüştedir (M. K. Atatürk, Nutuk, İstanbul 1982, 1080. s. vd.). Dolayısıyla “Enver Paşa bizi harbe soktu, devleti yıktı” demek tarih bilmemek, kahvehane sohbeti yapmak demektir. Türkiye zaten yıkıktı, uluslar arası dengelerle ayakta duruyordu. Kopan fırtınada savruldu gitti.
Türkiyenin İttifak devletlerine katılmaya mecbur kalması, İtilaf devletlerine de pahalıya mal olmuş, Rusya tarihe karışmış, Fransa ve İngiltere imparatorlukları çatlamıştı. Bu yüzdendir ki Lloyd George “harp iki sene fazla sürdü” demek mecburiyetinde kalmıştır (240. s.).
Diğer hususlar
Erol Kılınç, kitabın 267-313. sayfaları arasında yaptığı geniş izah ve şerhlerle kitabın anlaşılmasını kolaylaştırmış ve zenginleştirmiştir. Bu bölümde bilhasa Enver Paşa maddesinin okunması (304-311. s.) muhakkak gereklidir.
Yalnız kitaba bir dizin eklenseydi çok iyi olurdu. Zira 1902 Nobel edebiyat mükâfatı sahibi Alman tarihçisi Momsenn’in deyişiyle “dizini olmayan kitap kitap değildir.” (Das Buch ohne index nicht das Buch).
Ötüken Neşriyatın genel yayın yönetmeni muhterem Erol Kılıncın yayına hazırladığı Maziye Bir Nazar, günümüz Türk aydınının mutlaka okuması gereken bir kitaptır.
|