|
|
|
Değerli Hemşehrim Kemal Çapraz'ın Ardından
|
Bir ülkede namuslu kalmanın bedeli bu kadar ağır ödeniyorsa, bir ülke gerçek aydınına sahip çıkmak yerine soytarılarına alkış tutuyorsa... Zordur o ülkenin ayakta kalması. |
Zahide Uçar-Değerli dost, güzel insan, senin bu dünyadan gidişini yazmak da varmış kaderde. Telefonuma düşen bir mesaj ile geldi acı haber, inanamadım. 3 gün önce konuşmuştuk daha, görüşürüz diyerek bitirdin telefonu. Sen hep sözünü tutardın ama biten ömrün izin vermedi bu sefer.
Ben ata ocağına gidiyorum dediğimde gıpta ile bana: “Köyümü çok özledim, taşı-toprağı, burnumda tütüyor, benim için de nefes al” dedin. Aslında bu özlemini epeydir söylüyordun. Aynı toprağın çocuğuyduk. Bir defasında “Köyüm burnumda tütüyor, toprak çekiyor herhalde” dediğinde kızmıştım.
Ne zaman İstanbul'a gelsem senin varlığın, dostluğun o koca şehirde güvence olurdu bana. Gazeten dolup-taşıyordu, gazete değil gönül dergâhı kurmuştun sanki.
Daima bir ışıkla bakan gözler ve zamanın dervişi dedirtecek kadar bir tevazu... Daha Temmuz ayında doğum günün vardı. Ufuk Ötesi ailesine dönüştürdüğün çalışanların senin için bir defter yapıyorlardı. Benden de birkaç cümle istediler. Ben de “Paranın kutsandığı, değerlerimizin horlandığı bir dönemde ideallerinin peşinde koşan hemşehrime nice yıllar…” gibi bir yazı yazmıştım. Nereden bilebilirdim bu son doğum gününü…
İlk defa Ankara'ya kitap fuarına geldiğinde misafirimiz olmuştun, bir çarşamba günü Tuzla'dan uğurladık seni. Yavruların Çağrı ve Çağla'yı orada gördüm. “Kızım ben gidene kadar uyumaz, ne kadar yorgun olsam babacığım diye boynuma sarılınca yorgunluğum geçer” derdin. Çağla anlayamadı ne olduğunu. Çağrı bir “Alperen” gibi vakarla bekledi başında. Nasıl ağır, nasıl vakurdu. Omuzlarına binen yükü babasına yakışır biçimde omuzladı. Sen nasıl bütün ihanetlere, vefasızlıklara ve yokluğa dimdik direndiysen, o da direndi acıya, boynunu bükmeden dimdik bekledi başında ve ebedî yolculuğuna uğurladık seni. Hayalin olan Türk Birliği Dünyası'nın bayrakları vardı üzerinde. Bir şehit ailesine iftar açmaya giderken gelmiş ecel, Şehit Anaları Derneği bayrağını koydular üstüne.
Çok sıkıntılar çektin ama kimseye belli etmedin, başkalarının sıkıntıları senin için öncelikti. Kapısı daima açık, yüzü hep gülen kocaman yürekli hemşerim, Anadolu insanının değişmeyen kaderi senin de kaderin oldu. Bu ülke hainlerine boğazlarda sefa imkânı sunarken, sizlere kuruşların hesabını yaptırdı. Siz vatan-yurt diye çırpınırken, ülkeyi bir kadın memesine satanlar, g-strink, yenen prezervatif yazıları yazanlar baştacı edildi bu ülkede. Hele bir de AB-D, küresel güç adına kiralamışlarsa kalemlerini, ülkenin her imkânı onlarındır zaten.
Ne birikimin, bilgeliğin, ne de insanlığının yanından bile geçemeyenler ülkenin nimetlerinden en yüksek oranda faydalandılar. Siz bir külüstür arabaya bile sahip olamadan her Allah'ın günü Cağaloğlu'ndan Dudullu’ya basın kartınızla saatlerce yolculuk yapıp “vatan” diye yanarken onlar ülkeyi meze niyetine pazarladılar.
Bir ülkede namuslu kalmanın bedeli bu kadar ağır ödeniyorsa, bir ülke gerçek aydınına sahip çıkmak yerine soytarılarına alkış tutuyorsa... Zordur o ülkenin ayakta kalması.
Baba ocağını gördüm ilk defa. Camide salâ verilirken öğrendim öğretmen olan babanın müdürlük yaptığını. Bu ülkeye sizler gibi evlatlar yetiştiren öğretmen baba, bir gecekondu türünde ev edinebilmişti kendine. İki deden de Çanakkale'de kalmıştı, şehit yetimlerinin çocuklarıydı hem annen, hem baban.
Atatürk'ün Adana'da çavuşuyla aralarında geçen konuşma geldi aklıma. Soruyordu ya şu ev kimin diye. Ne kadar güzel ev varsa ya Agop'un, ya Hrant'ın. “Ya seninki?..” diye sorunca Atatürk, Çavuş yıkık-dökük bir toprak ev gösterir. Atatürk: ”Onlar bu evleri yaparken sen ne yapıyordun” diye sorar, Çavuş “sizinle cephedeydim Paşam” diye cevaplar. Atatürk'ün gözleri dolar o zaman.
Sen bir değil iki şehit torunusun, o yüzden Atatürk'ün çavuşu gibi olman normal. Bu ülkenin gerçek çocuklarının kaderidir bu.
Seninle beraber sadece bilgeliğini değil, sevgiyle oluşturduğun bilgi kütüphaneni de kaybettik. Sandık ki hep yaşayacaksın. Hiç akıl etmedik o kütüphanenin kitaplarını karıştırmayı. Sormazsak konuşmazdın. Sormadık, dinleyemedik kendi sözünden… Bugünkü keşkeler anlamsız artık.
Sıkıntıların vardı, yüreğinde volkanlar kaynarken sevgi sunuyordun insanlara. Toprağa verdikten sonra seni, gazetene gitmeden dönemedim geriye. Herkes seninle ilgili bir güzellik anlatırken ağlıyordu yokluğuna. Anladım ki Ufuk Ötesi kapanırsa sadece bir gazete olmayacaktı kapanan. Bir umut, bir sevgi evi de kapanacaktı…Ya Türk Dünyası?.. Çıkıp gelirlerdi sana güvenerek. İmkânsızlık içinde onlara belli etmeden ağırlardın. Bir defasında Yakutistan veya Çuvaş Türkleri'nden insanlar parasız-pulsuz “Bizi Kıbrıs'a yolla” diye çıkagelmişlerdi. Bin bir zorlukla imkân yaratarak onları Kıbrıs'a göndermiştin.
Kısacık ömrüne çok şey sığdırdın. Çeşitli konularda 85 ödül ve plaket, Gagavuz Özerk Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 10’uncu yılı dolayısıyla “Gagavuz Cumhuriyeti Devlet Madalyası” almış bir aydın olarak ülkemiz sana ancak belediye araçlarında yolculuk imkânı verebildi; yazık!..
Artık bir dost sesi gelmeyecek telefonumdan. Sen varsın diye gelemeyeceğim Yenikapı'ya. Seni yalnız bıraktığımız için bizi affet. Bize “Hakkınızı helâl ediyor musunuz?” diye sordular ama, biz ne yazık ki sana "Sen bize hakkını helâl ediyor musun?" diye soramadık. Umarız sen de bize hakkını helâl edersin.
O sıcak havada üzerine toprak atılırken hafiften bir yağmur, rahmet gibi yağdı üzerimize. Ilık bir rüzgâr yaladı yüzlerimizi. Sanki bir şeyler anlatıyordun bize. Diyordun ki: “Ben şimdi dinleneceğim, artık siz didişin bu vefasız dünya ile...”
Huzur içinde yat sevgili dost, değerli hemşehrim. Mekânın cennet olsun. Sen bizim yüreğimizde yaşamaya devam edeceksin.
|
Bu haber 15301 defa okundu.
|
Ufuk Ötesi : 2008 / 11
|
|
|