|
|
|
Eğitim, yamalı bohça
|
Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan, Türk eğitim sistemini yamalı bir bohçaya benzeterek, “Eski, yamalı elbisenin bir delikanlı üzerindeki görüntüsü neyse bizim eğitim sistemimiz de o durumda” dediÖğretmene tahsildarlık yaptırılıyor
Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan, öğretmenlerin okulu için para toplayan tahsildar hâline getirilmesinden yakındı. Özcan, “Üzücü olan o ki, öğretmen aslî görevi olan eğitim ve öğretimi bir kenara bırakmış geçimi için ek iş yapan, okulu için ise tahsildarlık yapan kişi haline gelmiştir” dedi
|
Çocuklarımızın geçmişle bağları kopartılıyor
Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan, Milli Eğitim’in müfredat programlarında milli değerlerin yok denecek kadar az olduğuna dikkat çekerek, “Müfredat belli ideolojilere göre düzenlendi. Çocuklarımızın geçmişle bağları koparıldı” dedi
Türkçe Türklüğün gereğidir
Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan, çocuklarımıza Türkçe’nin iyi öğretilemediğinden yakındı. Özcan, “Türkçe, Türklüğün gereğidir. Bu böyle bilinmeli ve böyle düşünülmelidir” dedi
Yazınının arasına konulması için spotlar…
“Ölümle yüz yüze olan bu hastanın önce teşhisinin konulup, neşter altına alınarak tedaviye başlanması gerekmektedir. Çözüm, Türk Milletinin değerleri doğrultusunda bir eğitim sisteminin gün geçirilmeden uygulanmasıdır”
“Açık geçen dersleri kapatmak için vekil öğretmenler çalıştırılıyor. Belli branşlarda ve belli merkezlerde öğretmen çokluğu ile derse girmeden ücret almaları ise ülkeyi idare edenlerin ortaya koyduğu yanlış uygulamalardandır”
“Derse gir, hiçbir iş yapmadan zili bekle, zili duyunca ikinci işe koş. Bunun sonucu da birbirimizi kandırma, ele sıkıştırılan diploma adı altında bir kâğıt ve neticesinde milyonlarca cahiller kitlesi”
“Konuşmamıza bakıp Türkçe bildiğimizi sanıyorsak ki, öyle zannediyoruz. Bizler Türkçe bilmiyoruz. Türkçe'yi insanlarımıza öğretmediğimiz gibi, yabancı dille eğitim yaparak başka ülkelerin kültürlerini de çocuklarımıza enjekte ediyoruz”
Gencinden yaşlısına, 7’den 77’ye herkes dolaylı veya doğrudan eğitimle ilgili. Kimisi öğrenci olarak, kimisi veli olarak. Kimisi de öğretmen olarak. Öğretmenlerimiz, eğitimin temel direği. Körpecik çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin sorunları nelerdir?
Milli Eğitim diyoruz, ancak eğitimimiz ne kadar milli? Eğitimimizin milli olması için neler yapılmalı? Nasıl bir eğitim sistemi getirilmeli? Her Milli Eğitim Bakanı’nın kendine göre bir sistem getirmeye çalıştığı, ama istisnasız herkesin şikâyetçi olduğu eğitim sistemimizi nasıl düzeltmeliyiz? Bütün bunları eğitimin içinde olan ve “Milli Eğitim”in sorunlarını çok iyi bilen Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip Özcan ile konuştuk.
Eğitim sistemini genel olarak nasıl buluyorsunuz? Nasıl bir eğitim modeli öneriyorsunuz?
Özcan: Türk Eğitim-Sen bugünkü Milli Eğitim sistemini, eskiciden alınan elbisenin genç bir delikanlıya giydirilmesi gibi görüyor. Eski yamalı bu elbisenin vereceği görüntü ne ise, bizim sistemimiz de o durumda.
Öz olarak ifade edersek eğitim sistemimiz bize ait olmayan, değişik devletlerden derlenmiş ve ihtiyaçlara cevap veremeyen bir sistemdir. Araştırmayan, soruşturmayan, körü körüne itaati emreden, gelişmeye kapalı bir sistem. Yamalı bu bohçaya her gelen bir yama yapıp, bunun adına da yenilik diyor ki; bu da bir aldatmacadan öte bir şey değildir.
Bu nedenle ölümle yüz yüze olan bu hastanın önce teşhisinin konulup, neşter altına alınarak tedaviye başlanması gerekmektedir. Çözüm, Türk Milletinin değerleri doğrultusunda, gelişen eğitim teknolojisini de içeren bir eğitim sisteminin gün geçirilmeden uygulanmasıdır.
Bildiğiniz gibi zorunlu temel eğitim 8 yıl olarak uygulanıyor. Her ne kadar sonuç alınamasa da 11 veya 12 yıla çıkarılması için çalışmaların olduğu söyleniyor. Siz bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Özcan: Türk Eğitim-Sen, eğitimin hayat boyu olduğuna inanmaktadır. Bir yerleri tatmin etmek veya birileri bir şeyler yaptı desinler diye yapılan ve yapılacak çalışmalara inanmamakta ve bunun verimli olmayacağını düşünmektedir. Bir proje uygulamaya konulmadan önce fizibilitesi hazırlanır. Sonuç olumlu ise karar verilir. Diğer bir deyişle binanın inşasına çatıdan değil, temelden başlanabilir.
Bizim endişemiz o ki, öğretmeni olmayan, fiziki mekânları yetersiz, araç gereçten yoksun, yeterli kaynağı ayrılmayan, programları belirsiz bir durumda yapılacak bir başlangıcın, verimlilikten ziyade bir kavram kargaşasıyla birlikte verimsizliğe neden olacaktır.
Altyapısı iyi hazırlanmış, katılımcılığın sağlanarak oluşturulan bir sistemle, zorunlu temel eğitimin 8 yıldan, 11-12 veya daha yukarılara çıkarılmasında hiçbir mahsur görmemekteyiz.
Taşımalı eğitim hakkında ne düşünüyorsunuz? Özellikle Anadolu’da taşımalı eğitim güçlükle yapılıyor. Büyük sıkıntılar yaşanıyor. Taşımalı eğitime devam edilmeli mi?
Özcan: En verimli eğitim-öğretim, çocuğun ayağına gidilerek kendi mekânında verilen eğitimdir. Tabiî ki, bunun bir kısım gerekçelerle uygulanması imkânsızdır. Bu yapılamadığına göre olması gereken, merkezi yerlerde yatılı bölge okulları açılarak, çocuklara sıcak aş, sıcak yatak ve çalışma ortamları oluşturularak verilecek eğitimdir. Bu okullarda görev alacak personelin de bütün yönleriyle iyi seçilmiş olması gerekmektedir. Yoksa istenilenin dışında gelişmeler yaşanarak geleceğimiz karartılabilir.
Niçin bu çözüm denilebilir? Çünkü ülkemizin coğrafi yapısı gözönüne alındığında eğitim-öğretimin aksamaması için, ehil olmayan kişiler ve uygun olmayan araçlarla yapılan taşıma sonucu canların yok olduğunu, çocuklarımızın bazı olumsuz olaylarla karşı karşıya kaldıklarını üzülerek gördük. Ayrıca o yaştaki çocukların yaptıkları uzun yolculuk sonucu bedenen ve zihnen yorulması ile verimliliklerinin düşmesi, mevcut sistemin alternatifinin aranmasına neden olmuştur. Dolayısıyla çözüm, başta ifade ettiğim şekilde yeniden ele alınmalıdır.
Tekli eğitime geçileceği söyleniyor. Dershane ve okul sayısı yeterli mi? Mesela İstanbul’da 70-80 kişilik sınıflarda eğitim yapılıyor. Eğitimin altyapısı tekli eğitime müsait mi?
Özcan: 4306 sayılı yasa çıkarılırken hedefler arasında 30 kişilik sınıflar, bilgisayar destekli ve tam gün eğitim hedefi var idi. Dahası bunun gerçekleşmesi amacıyla gerekli altyapıyı oluşturmak için finansın temini yönünde eğitime katkı payı alınmasına başlanıldı. 2002 yılında sona eren bu kaynak aktarımı yeni bir kararla 2010 yılına kadar uzatıldı. Bütün bunlara rağmen yanlış politik uygulamalar sonucu sınıflarda öğrenci sayıları 70-80 kişiye ulaşmış, öğretmen yetiştirilemediği için, ihtiyaç farklı kaynaklardan yasalara aykırı bir şekilde giderilmeye çalışılmaktadır. Gayri safi milli hasıladan ve bütçeden eğitime ayrılan paya bakıldığı zaman bu yıl eğitime en düşük oranda bütçe ayrıldığı görülmektedir. Bu anlayışla, bir ülkenin kalkınmışlığının eğitilmiş insan gücüne bağlı olduğunu göremeyen gözler ve düşünemeyen beyinlerin uygulamasıyla bırakın tam gün eğitimi, dilerim üçlü eğitime geçmeyiz.
Yeterli öğretmen var mı? Özellikle bazı şehirlerde öğretmen fazlası, bazı şehirlerde de öğretmen açığı olduğu söyleniyor. Bir yerde yığılma, bir yerde açık… Bu sorun nasıl çözülür?
Özcan: Biliyoruz ki, ülkemizde AB normlarında bir eğitim-öğretim uygulaması yapılması halinde 100 binin üzerinde öğretmene ihtiyaç bulunmaktadır. Kaldı ki bugün itibariyle bile bazı branşlarda öğretmen eksiği had safhada olup, bu ihtiyacı gidermek için devlet Açık Öğretim Fakültesi’nde bile öğretmen yetiştirme çalışmalarını sürdürüyor. Açık geçen dersleri kapatmak için vekil öğretmenler çalıştırılıyor. Belli branşlarda ve belli merkezlerde öğretmen çokluğu ile derse girmeden ücret almaları ise ülkeyi idare edenlerin ortaya koyduğu yanlış uygulamalardandır. Nasıl ki, öğretmen yetiştirmede plânlama yapma becerisini gösterememişlerse, öğretmen dağılımında da torpilin önüne geçememişlerdir. Dün böyle idi. Bugün de değişen bir şey olmamıştır. Açığın kapatılıp, öğretmenin çalıştırılması için iyi bir plânlama, torpilin son bulması, yerleşim yerlerinin ihtiyacına göre teşvik edici unsurların getirilmesi gerekmektedir.
Eğitime katkı amacıyla yüklü miktarda para toplandı. Hâlâ da toplanmaya devam ediliyor. Trilyonları, hatta katrilyonları bulduğu söyleniyor. Eğitime katkı paralarına ne oldu? Çarçur mu edildi? Amacına uygun kullanıldı mı?
Özcan: Eğitime katkı adında ne kadar para toplandığı ve nerelere harcandığı konusunda sadece Milli Eğitim Bakanlarının yüzeysel açıklamalarıyla yetiniyoruz. Halbuki şeffaf bir yönetim anlayışıyla hareket edilip, yapılanlar en azından sivil toplum kuruluşlarıyla paylaşılsa bugünkü uygulama gibi yasalarla para toplamaya da gerek yok. Milletimiz, güven duyduğu, inandığı dava uğruna nasıl ölümü göze alıyorsa, bu konuda da iki kuruşunun bir kuruşunu buraya verir ve bugünkü sıkıntılar da ortadan kalkar. Sivil inisiyatif kuruluşları olarak bizler bile bu paraların amacı doğrultusunda harcandığına inanmadığımıza göre vatandaştan inanmasını beklemek hayalciliktir.
Şimdi zamanı değil ama kayıt parası her yıl büyük sorun oluyor. Bir çocuğu ilköğretime kaydettirmek için bile milyardan başlayan paralar isteniyor. Bu durum özellikle dargelirli öğrencilerin iyi okullara gitmesini engelliyor. Bunun bir çözümü yok mu?
Özcan: Maalesef ülkeyi idare edenler sosyal devlet anlayışını yok sayıp, eğitimi angarya görünce sorunlar yaşanıyor. Okullarımızın hiçbir ihtiyacı yeterince karşılanmıyor. Sözleşmeli hizmetli çalıştıracaksınız. Telefon, su ve elektrik paralarınızı ödeyeceksiniz. Kırtasiyenizi, spor malzemelerinizi alacaksınız. Onarım giderlerinizi karşılayacaksınız. Devlet bütçesinden kuruş almayıp, bu eksikleri gidermediğiniz zaman ceza alıp görevden alınacaksınız. Veliden para almayacaksınız. Para toplayınca adınız hırsıza çıkıp veli ile kavgalı olacaksınız, öğrenci ile öğretmen karşı karşıya gelecek, değil görev yapmayı, görevi kötüye kullanmış olacaksınız.
Öğrencinin iyi okula gitmesine gelince okulun iyisi fiziki mekânların uygunluğu, araç gerecinin oluşu ve öğretmeninin eksikliği ile orantılıdır. Bütün okullar aynı duruma getirilirse kötü okul kavramı ortadan kalkar ve problem çözülmüş olur.
Kayıt parası dışında da öğrencilerden para isteniyor. Hatta Türk Eğitim-Sen’in yaptığı bir araştırmada bir yılda bir öğrenciden 26-27 kalem para istendiği tespit edilmişti. Ünite dergisi parasından, karne ve yakıt parasına kadar… Bunlar para tuzağı mı, gerekli mi? Eğer para tuzağı ise bunun çözümü nedir?
Özcan: Üzücü olan o ki, öğretmen aslî görevi olan eğitim ve öğretimi bir kenara bırakmış geçimi için ek iş yapan, okulu için ise tahsildarlık yapan kişi haline gelmiştir. Para toplaması görevi zorunluluk mudur? Hayır. Ama bir tarafta idare var, öbür tarafta yasalar yok. Demek ki zorunlu sonuç kavga, gürültü, motivasyon bozukluğu. İdare edenler ise her şeyin iyi gittiği böbürlenmesiyle gününü gün eder. Okul idaresi hırsız, velinin okula, dahası onun nezdinde devlete olan güveni sarsılır. İşte size çağdaş eğitim. Çözüm mü? Amerika'yı keşfe gerek yok. Örnek alınmaya çalışılan AB devletlerindeki uygulamalara geçilsin yeter.
Eğitimin temel direği öğretmenler ve öğretim görevlilerinin sorunları dağ gibi. En büyük sorun tabii ki ekonomik. Öğretmenler ikinci iş yapmak zorunda kalıyor. Sorunlar nelerdir ve çözümü nedir?
Elbette ekonomik sorunlarımız dün olduğu gibi bugün daha da derinleşerek devam ediyor. Gelişmiş ülkeler veya Cumhuriyetimizin ilk yıllarıyla karşılaştırıldığı zaman en az beş kat fark bulunmaktadır. Durum böyle olunca geçimi için ek iş yapan bir eğitimciden, derse hazırlıklı gelmesini, gelişen eğitim teknolojisini takip ederek kendisini yenilemesini beklemek hayalcilik olur. Bunlara ilave olarak hergün değişen mevzuat, fiziki mekân yetersizlikleri, eğitim araç gerecinin yetersizliği. Belli değerlerin arkasına sığınılarak yasaları hiçe sayarak uygulanan siyasi baskılar da eklenince öğretmenin yapacağı tek iş kalıyor: Derse gir, hiçbir iş yapmadan zili bekle, zili duyunca ikinci işe koş. Bunun sonucu da birbirimizi kandırma, ele sıkıştırılan diploma adı altında bir kâğıt ve neticesinde milyonlarca cahiller kitlesi.
Milli Eğitim’in uyguladığı müfredatı nasıl buluyorsunuz? Çok gereksiz bilgiler var diye eleştiriliyor. Bunun dışında milli, Türk kültürüne ve tarihine yeterince yer ayrılmadığı da biliniyor. Neler düşünüyorsunuz?
Özcan: Müfredat programlarında bizden değerleri bulmak adeta yok denecek kadar az. Çocukların beyinlerini, o yaşta olmaması gerekenlerle dolduran, bilgi yerine hamallığı getiren, sadece belli ideolojilerin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenleme yapılmıştır. Bizi bize tanıtan, ilmi verileri ön plâna çıkaran anlayışlardan kalan bazı konular ise 57. Hükümet tarafından çıkarılarak geçmiş inkâr edilip, insanların geçmişiyle bağları koparılmıştır. Demode olmuş bazı devletçiklerde kullanılan konular yerleştirilerek, ideoloji ön plâna çıkarılmıştır. Yapılacak tek şey programların yeniden ele alınarak, değerlerimiz ile bezenmiş ve ilmi verilere dayalı bir şekle getirilmesi zorunluluktur.
Son zamanlarda Türkçe üzerinde hassasiyetle durulmuyor. Hatta X, W ve Q gibi Türkçe olmayan harfler bile alfabeye girmiş. İlköğretimde birinci sınıflardaki çocuklara bu harfler Türkçe diye öğretiliyor. Türk Dili ve Edebiyatı yeterince ve doğru olarak öğrencilere öğretiliyor mu?
Özcan: Millet olarak Türkçe'yi bilmiyoruz. Konuşmamıza bakıp Türkçe bildiğimizi sanıyorsak ki, öyle zannediyoruz. Bizler Türkçe bilmiyoruz. Türkçe'yi insanlarımıza öğretmediğimiz gibi, yabancı dille eğitim yaparak başka ülkelerin kültürlerini de çocuklarımıza enjekte ediyoruz. Bunun en bariz örneklerinden bir tanesi sokaklara çıktığımızda gördüğümüz tabelalar ve dinlediğimiz müzik. Diğer taraftan alfabemizde yer alan harflere gelince. Bazı aklı evveller gelişen teknolojiden örnek sunarak bu harflerin olması gerektiğini ileri sürmekteler. Yoksa bilgisayar teknolojisini kullanamayacağımızı ve geri kalacağımızı anlatmaktadır. İşin aslı ise yeni bir alfabe meydana getirmek suretiyle yeni bir millet oluşturup, Türk Milletini içeriden vurarak Türkiye'nin bölünmesini sağlamaktır. Bir milletin, millet olma vasıflarından en önemlisi dildir. Türkçe, Türklüğün gereğidir. Bu böyle bilinmeli ve böyle düşünülmelidir.
Öğrencilerin serbest kıyafet giymesi konusundaki görüşleriniz nedir? Zengin fakir ayrımı ortaya çıkaracağı ve öğrenciler üzerinde, özellikle fakir öğrenciler üzerinde psikolojik etki yapacağı için eleştiriliyor. İlköğretim okullarında bile öğrenciler arasında en şık kim, en rüküş kim diye yarışma düzenlendiği biliniyor. En zengin semtlerde bile fakir ile zengin öğrenciler aynı sırada oturuyor. Sizce serbest kıyafet gerekli mi?
Özcan: Serbest kıyafet uygulaması yapılmayan ülkelere bir bakalım. Devlet dahi olamamış Arap ve Afrika ülkeleriyle birlikte komünizmle idare edilen Çin ve Küba gibi devletlerden ibaret. Durum böyle olunca itaatkâr ve emredeni yapan insan yetiştirmenin başlangıcı, yani tek tip insan yetiştirme anlayışının bir düşünce ürünü olarak görüyoruz. Bu düşüncelerini saklayanlar fakir ve zengin kavramını getiriyorlar. Onlara sormak lâzım; okula özel arabası ile gelenle, yağmurda, karda şemsiyesi dahi olmadan otobüs bekleyenler; sabah kahvaltı dahi yapmadan okula gidip, açlıktan bayılanlar ve simit parası bile olmayan öğrencilerle, cebinden bir memur maaşı kadar harçlık çıkaran zengin çocukları arasında psikolojik etki ortaya çıkmıyor mu? Eğer idare edenler öğrenciler arasındaki farklılıklardan rahatsızlık hissediyorlarsa tek tip elbise yerine aradaki ekonomik uçurumu yok etmek için kafa yormalıdırlar. Tek cümle; isteyen isteği gibi giyinebilmelidir.
Sendikanın ve sendikalaşmanın önündeki sorunlar nelerdir? Özellikle Türk Eğitim-Sen’in bazı engellemelerle karşılaştığını biliyoruz? Bu engeller nelerdir?
Özcan: Sendikal durumu kabullenememe, idareciler kendilerini üstün görüp çalışanı maraba görmesinden dolayı karşılarında güç istememektedir. Bu nedenledir ki, yasa çıkarken sergilenen tavırlarla, yasaklarla donanımlı, grev ve toplu sözleşme hakkı olmayan bir yasa çıkmıştır.
Çalışanlara bakıldığında ise sorunlar yok veya çözüm bulunuyormuş gibi düşünüp sendikalı olmaya karşı duyarsız davranmaktadır. Yasal sorunları çözüp, idare edenlere aramızdan çıktıklarını hatırlatmalıyız. Çalışanların birliktelikleriyle problemlerin çözümleneceğini bilinerek yürünmelidir. Bu sorunlar aşıldığı zaman çağdaş bir sendikaya kavuşuruz.
Türk Eğitim-Sen ise bu zorlukları iliklerinde hissetmiştir. Sendikacılığı siyasetin arka bahçesi görüp öyle olmasını isteyenlerle, bu emellerine ulaşmak için her türlü demokrasi dışı davranışı sergileyenlerle, dahası istediğini alamayanlar makamları kullanarak hak gasplarına gidip, yetkisi elinden alınarak mağdur edilen bir kuruluşuz. Bunların zamanla ortadan kalkacağını, demokrasinin uygulanacağını hep birlikte göreceğimize olan inancımız vardır.
Üniversitelerin paralı olmasını nasıl karşılıyorsunuz? Türkiye bunu kaldırabilir mi? Harçlarını bile ödeyemeyen yüzbinlerce öğrenci varken…
Üniversitelerin paralı olması düşünülüyorsa, imkânları yeterli olmayan öğrencilerin tüm giderleri devletten karşılanması kaydıyla mümkündür. Yok herkes para ödeyerek okuyabilecek deniyorsa; işte o zaman bu durum boz toprağın fidanlarının yok edilmesi demektir. O zaman sınıflaşmalar ve ayrımlaşmalar başlar ki, bunun adına demokrasi denemeyeceği gibi yasalarla elde edilmiş öğrenim haklarının gaspı denir. Böylesine bir yanlışı bu ülke kaldıramaz ve kalkınmışlığın önünün kesilmesi dahası milli devlet yerine aşiret veya zümre devleti oluşur.
Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kalmalı mı? Eski Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu’nun gündeme getirdiği YEK üniversitelerin sorununu çözer mi? Sizce nasıl bir üniversite modeli olmalı?
Özcan: YÖK bugünkü haliyle ilmin önünü tıkamış, çalışanlar üzerinde bir baskı kurma mekanizmasına dönüşmüştür. Bu nedenle YÖK'ün ilme ve ülkemize fazla vereceği birşey olmadığı, dahası engel teşkil ettiği için bir an önce yeniden bir yapılanmaya gidilmelidir.
Eski bakan tarafından hazırlanıp kamuoyuna sunulan YEK tasarısı ise yeni bir başlangıç ve genelde olumlu olmakla birlikte beraberinde bir hayli eksikliği olan bir tasarıdır. Sendikamız ise YÖK'ün yeniden yapılanmasında olmazsa olmaz olarak gördüğü konuları diğer konularla birlikte bir tasarı haline getirip Milli Eğitim Bakanlığı’na sunmuştur. Olmazsa olmazlarımız ise YÖK yönetiminin üniversitelerarası kurul tarafından belirlenen üyelerine ilaveten Genelkurmay ve sendika temsilcisinden oluşup, başkanı kendi aralarından seçmeleri; dekanlığın, üniversitenin dört bölüme ayrılarak seçimle gelen temsilcilerinin sırayla dekanlık yapması; yardımcı doçentliğin daimi kadroya geçirilip yabancı dil sınavından muaf tutulması; doçentlikte, yabancı dil sınavının alanlarıyla ilgili olması; üniversitelere mali özerklik getirilmesi; tüm çalışanların ekonomik yönden güçlendirilmesi ve seçme hakkının verilmesidir.
Bir ara üniversite açmak moda olmuştu? Aklına gelen kendi ilinde üniversite istiyor. Türkiye’de yeni üniversite ihtiyacı var mı? Veya üniversite sayısı fazla mı?
Özcan: Ülkemiz diğer birçok devlete göre genç nüfusu oldukça fazla olan bir devlettir. Ancak gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında okullaşma ve yüksekokul mezunu oranı oldukça gerilerde bulunuyor. Her yıl üniversiteler önünde birikimler arttığı gibi, okula giremeyenlerin kendine ve devlete olan güveni sarsılıyor. Bütün bunlara ilaveten bir ülkenin de kalkınmışlığının eğitilmiş insan gücüyle orantılı olduğu düşünülürse hiçbir bahanenin arkasına saklanmadan bir çözüm üretilmesi gerekir. Bu çözüm okul sayısının ve öğretim elemanlarının kalitesini yükselterek çoğaltılmasından geçiyor. Devlet eğitime gerekli önemi vermelidir.
|
Bu haber defa okundu.
|
Ufuk Ötesi : 2003 / 05
|
|
|