İşte bazı siyasilerimiz de buradan esinlenip, bir arada yaşayan ulusları ifade etmek amacıyla "mozaik" kelimesini seçmişler kendilerine. Basit mantık, fena da olmamış, diyor. Gerçekten Türkiye'de çok sayıda milletten insan yaşıyor. Mozaik yüzlerce, hatta binlerce küçük taşın bir araya gelmesiyle oluştuğuna göre, neden Türkiye de mozaik olmasın? Bunda ne kötülük var?
Dedik ya, basit mantık böyle. Biraz kapsamlı düşünüldüğünde, ortaya bambaşka bir tablo çıkıyor. Bugün Türkiye'de 65-70 bin Ermeni, 22-23 bin Yahudi, 14-15 bin Süryani ve 1.400 kadar Rum ile yine sayıları binlerle, hatta yüzlerle ifade olunan Dürzi, Maruni, Nasturi, Bulgar, Kıpti, Latin topluluğu yaşıyor. Yine, biz, ayrı olarak kabul etmesek de Kürtlerin 9-10 milyon, Laz, Çerkez, Abaza, Gürcü, Boşnak ve Arnavutların toplam 3-4 milyon nüfusu olduğu tahmin edilmektedir. Ki, bu insanların kahir ekseriyeti, kendisini Türk görmektedir. Yani, Türk milleti ile hemhal olmuş, kaynaşmış, bütünleşmiştir. Dolayısıyla, ikinci grubu mozaiğin parçaları yapmak pek akılcı görünmemektedir. Yüzde 2'yi bile bulmayan diğer parçanın ise 70 milyonluk koca haritayı, dolduramayacağı, mozaiğe dönüştüremeyeceği aşikardır. Türk milletini bir "güneş"e benzetirsek, bu toplulukları da "güneş"ten beslenen "ay" değil, ama "ayın uyduları" olarak nitelemek daha doğru olsa gerek.
Hal böyle iken, bir çok politikacı gibi, şu anda ülkeyi yöneten AK Parti'nin Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın, yerli yersiz ve sıkça, "Türkü Kürdü, Lazı Çerkezi, Rumu Ermenisiyle, Türkiye bir mozaiktir" demesinin mantığını anlayabilmiş değilim. Yerli yersiz, dedim, çünkü bu sözü yıllardır, meydanlarda, hatta park-bahçe açılışlarında, spor turnuvalarında bile bir punduna getirip ısrarla dile getiriyor.
Peki, mozaik fikrini savunan onca politikacı, bilim adamı, yazar-çizer varken, ben neden yalnızca Erdoğan'ın adını zikrettim? Hemen açıklayayım: Mozaikçi Genel Başkan, geçtiğimiz Ocak ayında, uzunca bir Çin seyahatine (Dolaşmadık ülke de bırakmadı ya) çıktı. Gezip gördükten sonra, Çin Başbakanı Zhu Rongji ile bir araya geldi, ardından da kameraların karşısına geçti. Benim tanıdığım Tayyip Erdoğan, diline pelesenk olduğu üzere, Pekin'de de "Han, Mançur, Moğol, Doğu Türkistanlı, Tibetlisi ile Çin bir büyük mozaiktir. Bu da büyük zenginliktir" demeliydi. Dostlarım, güldüler, ama ben ısrarlıydım. Çünkü, O bir mozaik hayranıydı ve mutlaka Çinlilere de bu sanatı tanıtacaktı.
Birazdan ortak açıklama başladı. Kulaklarıma inanamıyordum. Tayyip Erdoğan, "Tek Çin anlayışını destekliyoruz. Çin'in toprak bütünlüğü konusunda Türkiye'nin herhangi bir tereddüdü yok, saygısı vardır. Terörün dini, milleti, ırkı olamaz" diyordu. AK Parti liderinin dudaklarından dökülen bu sözler, beni üzüyor, Çin Başbakanını ise keyiflendiriyordu. Dostlarım devreye girdi hemen: "Ne yani, Çin'i bölüp, terörü övecek miydi." Elbette hayır. Ancak, herkes biliyordu ki, burada Çin'in toprak bütünlüğünden kasıt, Doğu Türkistan'daki işgalin kabulü, teröristten kasıt ise özgürlük mücadelesi veren 30 milyon kardeşimizdi. Yoksa, uluslar arası terör, Çin'in umurunda olmadığı gibi pek çok zaman destek verdiği bilinen bir gerçekti. Kendimi teselliye çalıştım.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi Çin'le iyi ilişkiler, Türkiye için bir devlet politikası olabilir miydi acaba? Avrupa ve ABD'nin baskılarına karşı Çin'le kurulacak siyasi, ticari ve askeri ittifaklar, Türkiye'yi uluslar arası arenada daha güçlü bir konuma getirir miydi? Bunları düşündüm, halisane. Sonra bir soru daha sordum: Devlet politikası, yurt içinde "mozaikçilik", yurt dışında "sıvacılık" olabilir miydi? Olsa bile Erdoğan bu kadar devletçi miydi? Ben "Evet" diyemedim...