|
|
|
Kastamonu’da Türk Dünyası rüzgarı
|
Kırım Türkü, Batı Trakya Türkü, Türkiye Türkü, Irak ve Kazak Türkü biraraya geldi, tanıştı, kaynaştı. |
Kırım Türkü, Batı Trakya Türkü, Türkiye Türkü, Irak ve Kazak Türkü biraraya geldi, tanıştı, kaynaştı.
Uluslararası şer kuvvetlerince ve onların yerli uşaklarınca, Madam Fogg beslemelerince istenilen nedir?.. Türklerin birbiriyle geçinmemeleri, anlaşamamaları, birbirlerini yemeleri... Yıllar yılı bütün yırtınmaları, didinmeleri bunun için değil mi?.. Bu uğurda Karununkini gölgede bırakacak servetler seller sular gibi harcanıyor, bilimsel-filimsel araştırmalar yapılıyor, güneş gibi tartışma götürmez gerçekler saptırılmaya, sulandırılmaya yelteniliyor.
Arjantin’de bile iş yapan bir iş adamına soruyorlar: “Kıbrıs’ta niçin iş yapıyorsunuz?..” Cevap: “Buza yazı yazmayız ağam!..” “Hazırlıksız yakalandık!” derken utanmayan, sıkılmayan böyyük böyyük poletikacılar.. da bu zihniyetin üzerine tuz biber ekiyor.
Bora Gencer konserinde (23 Ağustos akşamı) soruyor: “Yönetilen bir millet mi olmak istersiniz, yok saaa yöneten bir millet mi?..”
Seyircilerin cevaplarından sonra, sevgili İlhan ağabeğimizin yakışıklı oğlu şunları söylüyor: “Biz yenetmek için yaratılmış bir milletiz... Dünyayı dün olduğu gibi bu gün de biz yöneteceğiz... Batı yöntemleriyle, sahtekârlıklarıyla, Çin desiseleriyle değil... TÜRK USULÜNCE: ADALETLE!..”
xxxxxxxxx
Atatürk’ün Kastamonu’ya Gelişleri Şapka ve Kılık Kıyafet İnkılâbının (ikinci hecesi kalın söylenir.) 77’nci Yıldönümü törenleri çeşitli boylara mensup soydaşlarımızın da katılımıyla geçen yıldan daha kalabalık olarak Olukbaşı’ndan başladı. Kazak ve Kerkük Türkleri bu yürüyüşe ve törene mahalli giyimleriyle katıldılar .
Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan protokol konuşmaları ilgiyle dinlendi. Şerife Bacı İlköğretim Okulu Halk Oyunları (‘folklor’ değil!..) Ekibindeki yavrularımızın oynayışları, ciddiyetleri anlatılır, inanılır gibi değildi. Göğsümüz kabararak seyretmiş olduğumuz balalarımızı, onları yetiştiren ana babalarını, öğretmenlerini gönülden kutluyoruz. Şapka İnkılabı ile Türk Dünyası Günleri’nin aynı çerçevede kutlanması bu güzellikler güldestesine eklenen ayrı bir güzellikti.
Öğleden sonra Nasrullah Meydanı’nda yapılan 6. Türk Dünyası Günleri açılış töreninde Belediye Başkanı Turhan Topçuoğlu’nun, Kastamonu’daki tarihi konakların onarımında büyük emekleri geçen Kastamonu Valisi Enis Yeter’in konuşmaları dikkatle, Türk Dünyası’ndan sorumlu Devlet Bakanı Dr. Reşat Doğru’nun epeyce uzun konuşması sabırla dinlendi...Kastamonu Türk Dünyası Günleri’ne Kastamonu milletvekili Mehmet Serdaroğlu da katıldı.
Türk Dünyası Kültür Merkezi’nin düzenlediği ‘Kitap, Giysi, Resim’ ve Kırımlı Ressam Ramiz Netovkin’in sergileri dikkatle, ilgiyle gezildi. 1995 yılında kardeş şehir ilan edilen Kırım’ın tarihi başşehri Bahçesaray’la Kastamonu’nun birbirine bu kadar benzediğini bu güzel eserlerde gördük.
Gece, Cumhuriyet Meydanı’nda Gökhan Tepe, Seniha, Bora Gencer zevkle dinlenildi: Dağlar, taşlar, yer gök Türklük Türklük diye inledi. Sanki bütün Kastamonu konserdeydi.
“Baş koymuşum Türkiyemin yoluna”
***
“Bozkurt gibi bakışına ölürüm Türkiyem”
Şairi ile bestecisini, Dilaver Cebeci ile Mustafa Yıldızdoğan’ı sevgilerle hatırlamaktan kendimizi alamadık.
24 Ağustos Cumartesi Kastamonu’yu Saat Kulesi’nden “kuş bakışı” seyrettik. Bu güzelliğin yanında başka güzellikler de yaşadık: Tosya Musiki Derneği korosu, hele hele 10 yaşındaki adı gibi kendisi de güzel Selcen Bektaş anlatılır, inanılır gibi değildi. Onun da öğretmenleriyle ana babasını kutlamaktan kendimizi alamıyoruz. Ne diyelim: Allah herkese böyle evlât nasip etsin...
Hakkında kitaplar yazılsa, tefrikalar kaleme alınsa yine de az gelecek olan; çok sevdiğimiz, günden güne daha da sevdiğimiz, canımız, bacımız, baş tacımız İclâl Akkaplan yine coştu. Kerkük Türklerinin hediyesi olan ‘altın hızma’yı takıp konserine başladı. Ben ‘konser’ dedim, siz isterseniz ‘şölen’ de diyebilirsiniz.
Bir ara arkalardan bir pusula uzatıldı. Kim uzattı, kim verdi, kim yazdı bilmiyorum. Dikkatsizliğime de hayıflanmadan edemiyorum. Aynen şunlar yazılıydı:
“Olta attım sazana
Bahçe döndü hozana
Bakanlık pek yaraşır
Bizim Fikri Yazan’a”
Bu satırların yazarken aklıma, Akkaplan için kaleme alınan horyatlar geldi... O, horyatları, yarın Kerkük üzerine araştırma yapacakların baş vurmadan edemeyecekleri KARDAŞLIK (Ocak-Mart 2001)’tan (Kerkük Vakfı, 0 212/292 77 90) aktarıyorum. Bunlar Mahir Nakip’in söyleyişiyle “Kerkük”ün en velût, en yılmaz ve yorulmaz kalemi “Suphi Saatçi hocamızın:
Ak kaplan
Sarı sırtlan ak kaplan
Türkmenlerin gönlünde
Taht kurmuştur Akkaplan
Ak kaplana
Yâr yolu ak kaplana
Türkü duymak istersen
Kulak ver Akkaplan’a
Ak kaplansa
Köşkümüz ak kaplansa
Horyatı iyi dinle
Okuyan Akkaplan’sa
Bunlar da Suphi Saatçi’den sonra Aydil Erol’un İclal Akkaplan için yazdığı horyatlar:
Ak kaplan
Yeşil boyan ak kaplan
Gönüller göyündürür
Sanatıyla Akkaplan
Ak kaplana
Su gibi ak kaplana
Horyat horyat selâmlar
Yollarız Akkaplan’a
Kastamonu’yu geçen bir yıl içinde elle tutulur, gözle görülür derecede gelişmiş, güzelleşmiş bulduk. Geç vakitlere değin konukların yanından ayrılmayan gülümsemesi eksik olmayan Belediye Başkanı Turhan Topçuoğlu başta olmak üzere bütün görevlilere-gönüllülere gönüller dolusu tebrikler. Tuttuğunuz altın olsun.
Xxxxxxxxxxxxx
Gümüş kaplandığı için midir, yanlış dışasatım yüzünden midir, sarımsağın fiyatı tam beş kat artmış. Sofram’daki yemeklerin birinde “Bir öğrenmişsiniz sarımsak. Sarımsak aşağı, sarımsak yukarı. Bu yediğiniz patatesin lezzetini hiç söylemiyorsunuz... Bunlar da Kastamonu’nun” diye çıkışan Mustafa Nizamoğlu’nun yerden göğe dek hakkı var. Çekme helva almayı son güne Pazar’a bıraktım. Vay sen misin öyle yapan! Meğer Pazar günleri dükkânlar kapalıymış! Bunu duyan Şerafettin Aybars oturduğu yerden ok gibi fırladı. Ne var, ne oldu demeye kalmadan gözden kayboldu. Bir sigara içimi geçmeden geri geldi: Kucağında helva kutuları. Nasıl becerdi hayret! Bülbüloğlu’nun kutularında şunlar yazılı: “Helvada gelenekten süzülen lezzet”
Kastamonu Valiliği El Dokumaları Merkezi’ni geziyoruz. İki yerde hayret ettim: Biri burada, ötekisi de Vedat Tek’te. Güzellikler karşısında ağzım açık kaldı... Hanımlar, her yerde olduğu gibi, burada da erkeklere fark atmaktan geri kalmıyorlar: Biz bakıp geçiyoruz, onlar ise inceden inceye inceliyorlar... Eee, ne yaparsınız mesele Kristof Kolomb’un yumurtası gibi gayet basit: Bilmek veya bilmemek!.. Makramede 9 bağdan birinin Kastamonu bağı olduğunu da bu arada öğreniyoruz. Unutmadan söyleyivereyim: Şirin bir hanım Birsel Üstüntepe’nin ilgisi, güler yüzü de Merkez’in ayrı güzelliğiydi.
Mimar Vedat Tek Anı ve Restorasyon Merkezi’ni gezerken Kastamonu’ya ilk defa gelen ve hepimizi çok sevindiren yengemiz Zühal Çapraz’ımız, Aydil abi, diyor burası için ciltlerle kitap yazılır...
(“stand”) deyip “entel takılamayacağız” , her ilçeye bir bölüm ayrılmış. Her birinde o ilçenin ürünleri sergileniyor. İnanınız her biri de “Gel bana! Gör beni! Sev beni! Okşa beni!” dercesine güzel, sevimli, sıcak ve samimi... Emeği geçenlere gönüller dolusu tebrikler... Sağ olsunlar var olsunlar...Hünerlerini oya oya işleyen, marifetlerini dantel dantel süsleyen el sanatları öğretmenimiz, sevgili Sema Kasap’ımız da takdirlerini belirtiyor, Buket Yeğenoğlu da onaylamaktan geri kalmıyor.
Yeri gelmişken bir yol daha hatırlatalım (geçen yıl da yazmıştık): Mimar Vedat Tek, (İstanbul 1873-a.y.1942) Mimar Kemaleddin Beğ gibi, Muzaffer Beğ gibi milli mimarlık döneminin önde gelenlerindendir. İstanbul’daki Yeni Postahane, Harbiye’deki bazı evler, Sultanahmet’te Tapu ve Kadastro binası, Sultanhamamında Mesadet Hanı, Fatihte Tayyare Şehitleri Anıtı Haydarpaşa ve Moda gemi iskeleleri, eski TBMM binası, eski Çankaya Köşkleri, Ankara Palas eserlerinden bazılarıdır. Kastamonu Hükümet Konağı da onun imzasını taşır.
Şenpazar bölümünde Kemençeci Mustafa Özkan çalıp çığırıyordu. Bunu gören sevgili İclal Akkaplan coştu coştu, coşturdu...Ne denir, bacımız, canımız, sanatçımızın sesine kuvvet, gönlüne saadet...
Akşam, Türkmeneli Büyükelçisi Annaguli Nurmehmet’in ciddi ve nazik konuşması dinleyenleri gönlüne nurlar yağdırdı.
Türkiye, Türkmenistan ve dünya meselelerimi ilmin ve aklın ışığında değerlendiren, onlara soğukkanlılıkla yaklaşan Büyükelçi’nin kıvanç dolu, güvenç dolu, inanç dolu bu konuşmasını, TÜRKMENBAŞI, RUHNAME hakkında atıp tutan, Dr. Rıza Nur’un “Sinop’ta öldürdüğünü keşfeden”, müziğimize “alaturka” demekte sakınca görmeyen, Bardakçızade Tamburi Murad Çelebi hazretleri de dinlemiş olsalardı demekten de kendimizi alamadığımızı itiraf etmeliyiz...
Gönlünün güzelliği yüzüne vuranlardan Mehmet Sayan, Namık Kemal Zeybek’ten önce kısa bir konuşma yapıp Zeybek’in Türk Olmak kitabından bazı sözleri aktardı. Biri de şu idi: “ TÜRK DEMEK, BAŞI DİK OLMAK DEMEKTİR...” Ne denir, ne söylenir?.. Bunu, AB’nin kapısında köpeklik yapanların beyinlerine (varsa!!!) nakşetmeli!.. Zeybek’in konuşması tek kelimeyle mükemmeldi...
Kışla Parkı’nda Kazakistanlı genç sanatçı Moldiyar Yerbekov’un zevkle dinlenilen konserinden sonra Nuran-Fikri Yazan çiftinin kendileri gibi sıcak ve güzel davetlerine katılmamak ne mümkün!... “Fikrinin ince gülü”nün yaptığı börek ve baklavaların tadına doymak kabil değildi. Gözlerinde dostluk ışıkları yanan ve pırıl pırıl zekâ parlayan Nuran yengemiz içimden geçenleri anlamış olmalı ki, “Abicim istersen yeniden baklava börek verebilirim” demez mi... Boğazıma düşkün olmamama ve az yememe rağmen, gecenin ilerleyen saatinde bir güzel insanın bu güzel teklifine baş kestik... Birbiri ardınca içtiğimiz nefis demli çayların sayısını şaşırdık. “Çay ve kahve uyku kaçırır” diyenlerin kulaklarını çınlatıp sabaha doğru yatıp mışıl mışıl, belki de horul horul uyuduk.
Bunca insan Davut Orucu tutmadı. (Öyleyse nerede yedi, içti?) diye sorulursa, cevap: SOFRAM olacaktır. Sofram pek çok ünlü aşçıyla, bir çok tanınmış aşeviyle boy ölçüşecek güçtedir, bilinmiş ola...
(Ahmet Emiralioğlu, Nihat Türkmenoğlu, Seyfi Doğan, Fatih Başçı, Şenol Kulaoğlu, Fatih Yazıcı, Emin Karaş, Tuncay Öz, Faruk Çoban, Mustafa Uzunmustafaoğlu, Adem Terzi, Mehmet Toprak, Muhsin Demir, Abdurrahman Civelekoğlu, Yunus Emiroğlu, Hatice Dilsiz, Vahide Kethüda, Mehmet Melek ve zabıta memuru Mustafa Boyalıoğlu , Döne-Gülhanım Seyitoğlu, Hüsnü Acar, Basri Yavuz, Vural Yücebıyık, sizi unutmak mümkün mü güzel insanlar?..
(25 Ağustos)’un benim için ne ifade ettiğini Emin Çapraz ve ailesi bilirdi ama ne yazık ki ortalıkta görünmediler. Sebebini sorduk, işte aldığımız cevap:
-Bacağını kırdı...
-Vah vah...Geçmiş olsun...Allah şifa versin... diyenler oldu. Biz konuştuk:
-Kıskanmıştır!. .
-Neyi ve kimi?..
-Kimi olacak... Emir Temür’ün torunu olan Aydil’i.
Bu iş yıllardır bir KASTAMONU KLASİĞİ oldu. Özlem ile gittik. Özlem ile döndük... Yine,, pek tabii ki OSMANLI SARAYI (0-366-214 84 08-9)’nda konakladık. Mısır ve mantar şölenlerinin yanında güleryüz, nezaket ve ilgi şölenleri de veren Hasan Zeki Ünal başta olmak üzere Müdür Soner Tekkeşin, İbrahim Durmuş, Murat Kaya, Ufuk Filiz, Ramazan Usta, Nuran Topçuoğlu, Ayşe Çalışır’ın konukseverlikleri anlatılır ve inanılır soyundan değildi. Hizmet nedir, insana saygı nasıl gösterilir, merak edenler yaldızı yıldızı bol beton yığınlarına değil, lütfen OSMANLI SARAYI’na uzanıversinler... Kahvaltıda yediğimiz pekmezin nereden geldiğini sorduğumuzda şu cevabı aldık: “Karsan, Karabük, 0 370/412 44 88). (Sabahattin Çapraz’ın kulakları çınlasın) demekten kendimizi alamıyoruz.
“Karabük” adı geçince, rahmetli Hikmet Birand’ın Anadolu Manzaraları adlı şaheseri aklımıza geldi. Birand’ın o kitapta anlattıkları yerlerden biri de Karabük’tür. Yıllar sonra ilk defa okuyormuşçasına yeniden zevkle bitirdiğimiz bu eseri TÜBİTAK yayınlamakla çok iyi etmiş. Tübitak’a da tebrikler, teşekkürler.
-Kerküklü Türkmen balası Şemsettin Küzeci nerede?
Yanından huri eksik olmayan, çevresinde meleklerin nöbet beklediği, kalemini, kafasını ve dilini her zaman aynı ustalıkla kullanan, yazılarıyla hayranlık uyandıran, takdirler toplayan Hattat-Ressam Hüseyin Balım bal dökülen diliyle cevap veriyor:
-Cephede!
-Hangi cephede?
-Hangisi olacakmış... Elbette (Türmen Cephesi)’nde ...
-İşiniz belli mi olur, bakarsınız o da huri-melek cephesinde olabilir.
Pınarbaşı’na gidiyoruz... Bir Erzurum türküsünde olduğu gibi.: “Pınar başından bulanır/ Döner düz ovayı dolanır./ Dağlar duman olur/ Hâlim yaman olur” dememek ve (pınarın başından bulanıp bulanmadığını, düz ovayı dolanıp dolanmadığını, hâlimin nice olacağını “ merak etmemek elbette elde değil. Araçla gidilebilecek son noktada arabamız durdu. Biz de keşif kolu gibi tek sıra hâlinde yürümeye başladık, hem de öğlen sıcağında!... Bu da yola erken çıkmamanın mükâfatı (!)... O kilometrelerce yolu o saatte, o sıcakta İstanbul’da yürümeye kalkışsaydık, hiç şüphe yok ki, -bağışlayınız- “eşekten düşmüş karpuzdan beter olurduk” ... Kafilenin en delikanlısı (yanlış anlaşılmasın, en genci demek istiyorum!) dendeniz bile onca yolu hoplaya zıplaya yürüdükten sonra varın gerisini siz düşünün...
Burada bir ılıca mevcut. Kapuza (kanyon) yaklaştığımız sırada muhtar göründü. ‘Suyu şifalıdır/Havası devalıdır/Kendisi safalıdır’ gibi kafiyeli bir şeyler okuyor. Lâkin kaydetmek mümkün olamadı. Anlatmaya gerek yok sanırım, güzel bir yer, biraz bakım istiyor. Geliş gidiş, iniş çıkış, yürüyüş varış kolaylaştırılırsa gayet isabetli olur. Artık bu işi Milli Parklar Müdürlüğü mü, Turizm Bakanlığı mı yapar, “yap-işlet-devlet” mi olur, orasını bilemem. S. Belediye Başkanı Halil Sarımeşe de bir güzel insan. Tanrının sevilsin diye yarattıklarından.
Akşam, (Türk Dünyasının Evliya Çelebisi) Bozkurt Kemal Çapraz’ın “Türk Dünyası” konulu saydamca gösterisinden, Aydınlar Ocağı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Erkal’ın “Avrupa Birliği Sürecinde Türkiye” konferansından sonra Kışla Parkı’na uzanıyoruz.
“Türk Dünyasının Sesi” Bünyâmin Aksungur Doğu Türkeli’nden Özbek, Kırgızeli’nden, Viyana kapılarına, Kırım’dan Kıbrıs’a, Kerkük’e, Bayır-Bucak’a uzanıp, Mehter’e eşlik edip Cengiharbi, Darbıfetih vurup konserini sözleri Ahmet Cevat’a, bestesi Üzeyir Hacıbeyli’ye ait olan bir Segâhla noktalıyor: “Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına”
Akkaplan-Aksungur’un masadaki konserleri de görülmelere sezaydı. Adları (Ak), yüzleri pak bu iki kardeşimiz işe Kırım’dan başlayıp Kerkük’te karar kıldılar.
Acemi kaptanın denizi bitirmesi gibi bendeniz de yerim bittiği için sözlerimi burada noktalamak mecburiyetinde kaldım, kusura bakılmaya...
|
Bu haber defa okundu.
|
Ufuk Ötesi : 2002 / 09
|
|
|