O sabah biraz rahatsızdım. Dostum Hüseyin Akman arayıp hâl hatır sorduğunda, kötü olduğumu söyleyince, “Şimdi vereceği haberle daha da kötü olacaksın” dedi ve hemen ahizeden:
“Abi, Kemal’i kaybettik” haberini verdi. Onlarca tanıdığım Kemal’den benim hafızamda en derin yer eden iki tanesi: Mustafa Kemal ve hayatta olanlardan da Kemal Çapraz’dı. Hiç tereddüt etmedim ve ağzımdan:
“Kemal Çapraz’ı mı?” sorusu çıktı.
“Evet!” diye tasdik etti Akman. İnanılacak gibi değildi. Nasıl olduğunu anlattı. Afalladım, kendi kendime “İnanılır gibi değil”, “Olamaz yahu” diye mırıldanıyordum, evdekiler de telâşımı anladılar. Onlar da Kemal’i ne kadar çok sevdiğimi bildiklerinden benim kadar üzüldüler.
Hemen toparlanıp Cağaloğlu’ndaki “Ufuk Ötesi” gazetesine doğru yola çıktım. Aklım fikrim sabah saatlerinde aldığım haberdeydi. Cağaloğlu yokuşunu çıkarken Kemal’i düşünüyordum. Az sonra gazete binasına girince karşımda bulacağımı düşünüyordum. 1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye geldiğimiz yıl Türkiye gazetesinde işe başlamıştım. Bana kardeş elini uzatanlardan biri Kemal Çapraz’dı. O günlerde halen iktidarda olan Jivkov hükümetinden benim kadar nefret ederdi. Bizler Bulgaristan’da iken milliyetçi üniversiteli Türk gençlerini organize edip İstanbul’da düzenlenen telin mitinglerinin ön saflarında yer aldıklarını anlatıyordu. Bulgaristan Türklerinin durumuyla yakînen ilgilenmesinden çok memnun olmuştum.
1994 yılında gazetede Servet Kabaklı’nın yönetiminde “Türk Dünyası” servisi kuruldu. Kemal Çaprazla aynı serviste çalışırken kendisini daha yakından tanıma fırsatım oldu. O yıllarda bekârdı. Dış Türklerle yatıp, dış Türklerle kalkan bir gençti. Kısa sürede gazeteciler camiasında dış Türkler denince ilk akla gelen Kemal Çapraz olmuştu. Ondaki bayrak ve milliyet sevgisi her şeyin üstündeydi.
“Ufuk Ötesi” gazetesinin bulunduğu kata girdiğimde her zaman yerinden kalkıp beni gülen gözlerle karşılayan, karşısındaki koltukta yer gösteren, tanıdım tanıyalı hilâli bıyıklarını (son birkaç yıl hariç) hiç değiştirmeyen Kemal yoktu… Yıllardır gazetede Çapraz’ın sağ kolu olan Gül’ün iki gözü ağlamaktan kızarmış, Aydil Erol da keza.. Şamil ve tanımadığım daha birçok kişi bu güzel dostumuzun ölüm haberiyle şoktaydılar.
O ana kadar şaka diye düşündüğüm haberin gerçek olduğunu anlasam da bir türlü gerçekliğine inanamıyordum.
Ertesi gün Kartal, Soğanlık’taki Mezarlıklar Müdürlüğü’nün morgundan çıkardığımız al bayrağa sarılı tabutu görünce inanmamak elde değildi. Kemal trafik terörünün aldığı bir şehitti. O dünyada iki şey için yaşamıştı: Al bayrak ve Bozkurt. Al bayrağı herkesten fazla hak etmişti. Tabutun üzeri Kırımlıların Tarak Tamgalı Gök bayrağının yanı sıra diğer Türk cumhuriyetlerinin bayraklarıyla süslenmişti. Yumruk kadar kalbine dünya Türklüğünü sığdırmış 44 yaşında bir insanın cenaze töreninde, bu dünyada tekrar her şeyin karşılıklı olduğunu gördüm: Sevenin sevildiği gerçeği cami avlusundaydı. Binlerce seveninin gözü yaşlı; aralarında Kırgız, Tatar, Kazak, Türkmen, Azeri Türkü olan simalar eksik değildi. Milletvekillerinden belediye başkanlarına varınca hep buradaydılar. Hele de Türkiye gazetesinden 90’lı yılların başında istihbarat servisi çalışanlarının tekmili Türk dünyasının “dervişi” Kemal Çaprazla dünyada ebediyen vedalaşmanın acısıyla cenaze namazında saf tutmuştu. Prof. Dr. Mustafa Erkal Hoca acıklı konuşmasında “O, dâvânın emrindeydi” diyordu. Kemal, Tuzla mezarlığında toprağa verildiğinde eski milletvekili, gazeteci Nazif Okumuş da “O Türk Dünyası’nın dervişiydi” sözlerini telâffuz ediyordu.
|