Bir köy tanıtmak isterim size… Her Türk aydınının özlemini çektiği ideal bir köyü tanıtacağım. Giresun’un Çamoluk ilçesinin Kayacık köyünü.
Giresun Kent Kültürü Projesi kapsamında öğrencilerimle birlikte ilçe - ilçe, köy - köy gezerken, Çamoluk Bal Festivali’nin ardından uğradık bu köye. Bu köyden ilk defa bana Ertuğrul Öztürk bahsetmişti. Dernek başkanı ve sevgili oğlu ile de tanıştırmıştı. Köylüler, bütün Giresun’da, Dereli’de bir, Şebinkarahisar’da 3, Keşap’da karışık olarak 2 köy gibi Alevi kültürüne sahip vatandaşlardan oluşuyor.
Kayacık köylüleri, Gümüşhane’nin Kırıntı köyünden çıkıp gelmişler buraya. Daha önce Rumlar otururmuş. Mübadele ile gittikten sonra boşalan köye gelip yerleşmişler ve adını da Kayacık diye koymuşlar. Yol – su – elektrik yok, bu mahrumiyet yurdundan göçler başlamış daha sonra. Bir tek muhtar ve ailesi kalmış köyde. Çevre köylerden köydeki evlere gelip yerleşmek isteyen, sahiplenmek isteyenler olmuş. Otuz sene köyde yalnız başına yaşayan muhtarın hanımı Fatma Türkavcı (Abdallı sülalesinden) direnmiş, adeta tek kişilik bir ordu gibi… Jandarma kol kanat germiş ve çevre köylerden bu köye giriş çıkış yasaklanmış. Yol çalışmaları başladığında da iki kişilik köye yol vurmak gerekmez demiş yetkililer. Boşuna masraf etmeyelim. Bu sözü duyan muhtar soluğu, Kayacıklıların büyük bir kısmının göçtüğü İstanbul’da almış. Anlatmış durumu. Derken iki otobüs insan cevap vermiş kendisine ve çadırını alan gelmiş memleketine. Evlerin kapısı yeniden açılmış. Kaymakama müracaat edilmiş köydeki nüfusun iki kişi olmadığı hakkında. Köye yol vurulmaya başlanmış. Bir onur meselesi yaparak köylerine yol yaptıran insanlar, bu sefer köylerini daha bir dikkatli izleme fırsatını yakalamışlar. Düşünmüşler ki, biz her sene tatile gitmiyor muyuz değişik yerlere? Evet, gidiyoruz. Köyümüz tatil yapmak için uygun mu? Evet uygun. O halde gelelim yaz dönemi köyümüze, emeklilerimiz daha uzun süre, gençlerimiz tatilleri boyunca kalsın. Hem buradan daha güzel bir tatil yeri bulamayız, hem kendi topraklarımızı şenlendirmiş oluruz, hem ata-ocağımızı tüttürürüz. Başlamışlar köye ev yapmaya. Ama öyle sıradan, gelişigüzel ve birbirleriyle yarışırcasına, kişiliksiz, kimliksiz beton yığınları halinde değil. Caddesi, sokağı belli, iki kattan fazla olmayan, bahçeli, düzenli evler yapmışlar.
Yurt dışı gezilerimizde rastladığımız, bir insanın rahatça yaşayabileceği, standart yerleşke haline getirilmiş köy. Sokakları geniş ve her sokağın bir adı var. Genellikle köyden çıkan ve faydalı işler yapmış kişilerin adı verilmiş sokaklara. Bir de milli kahramanlarımızın ve büyük kültür adamlarımızın. Yunus Emre, Hacı Bektaş, Pir Sultan gibi kültür, Gazi Mustafa Kemal gibi milli kahramanlarımızın isimlerini caddelerde görmek bizi sevindiriyor. Köye girdiğimizde 14-15 yaşlarında bir kızımız elinde hortum ile bir meydanın ağaçlarını suluyordu. Meydanın adı CUMHURİYET meydanı idi ve kocaman bir büst yerleştirilmişti meydanın en başına… Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün büstü. Hemen hemen her evin balkonunda Türk bayrakları asılı idi Atatürk portreli. Son derece modern giyimli, güler yüzlü insanlar geziniyordu. Birbirlerine seslenirken de daima ölçülü ve saygılı ama samimi tavırları dikkat çekiyordu.
Bir yandan fotoğraf çekiyor, bir yandan sohbet ediyorduk. Köyün genç muhtarının rehberliğinde dolaştık. Çöp imha mekanizmasından kanalizasyonuna, su şebekesinden ağaçlandırma projesine, sadece gençlerin gidebileceği parktan tutun da şelalesine, köyde Cumhuriyet meydanında Cumhuriyet bayramı kutlamasına, her sene yapılan şenliğe katılımcıların her geçen gün arttığına, şenliklerine mahalli sanatçıların yanı sıra ulusal sanatçıların da katılışına, köyde ses düzenine, gençlerin köyde, Cumhuriyet meydanında kamp ateşi yakıp müzik dinlemelerine varıncaya kadar her şey konuşuldu. Bütün Çamoluk’un yaşayan tek gazisi Gazi ile şelale altında sohbet yapıldı. Bu şelale dediğim öyle doğal bir şelale değil. Köyün su kaynaklarından birini, coğrafyanın da kendilerine sunduğu imkanlardan da faydalanarak teraslar haline getirmişler. Etrafına oturma birimleri ve masalar kurmuşlar. Su buz gibi soğuk, coğrafyaya da hakim bir noktada. Yine bu suyu boşa harcamamışlar. Suyun ayağını bir düzlükte, etrafı parmaklıklarla çevrili, içinde balıkların oynaştığı bir havuza döktürmüşler. Havuzun etrafı oldukça geniş. Burayı da şenlik alanı olarak kullanıyorlarmış. Gençler akşamları bu havuz ve çevrili alanı toplantı ve eğlence merkezi yapmışlar. Beraber türküler söylüyorlar, eğleniyorlar ve tabiî köylerinde geçirdikleri anılarla dönüş vaktinde ayrılıyorlar seneye yeniden burada buluşmak umudu ve dileğiyle.
Bir türkü dostu bulduk. Adı Yılmaz Pirdal. Anadolu’nun hemen hemen her yöresinden türkü koleksiyonu var. Sesi de güzel, çaldık dinledik. Bu arada iki bacıdan yaşlısı olan Fatma Özçelik’ten ‘dışarı şeri’ adı verilen cinli perili hikayeler dinledik. Ayrıca bir evin ahırına bağlanan atların yelelerinin peri kızları marifetiyle örüldüğünü de işittik. Dernek başkanının sevgili eşi, Güler Çayoğlu memleketim Yozgat’ın Yerköy ilçesi, Erzurum Mahallesi’ndeki Elif Halaya o kadar çok benziyordu ki, bir an kendimi çocukluğumun anıları arasında gördüm diyebilirim. Sadece fiziken değil, jest ve mimikleriyle, tavır ve edalarıyla ve bütün ruh haliyle, varlığının güzelliğiyle benziyordu.
Köyün okur-yazar oranı bir hayli yüksek. Bunun sebebini yokluk ve sıkıntıya bağlıyorlar. Eskiden bu köyde, şimdiki gibi okul yokmuş. Çocuklar okumak için aşağıdaki köye yayan giderlermiş. Bazen mevsim şartları ve hava durumu muhalefetiyle komşu köyde kalmak zorunda da olurlarmış. Ayırımsız, kardeşçe ve paylaşmayı bilen insanlar olarak yaşanırmış.
Köyde daha eski dönemlerden kalma bir kilise var. Korunmaya alınmış ve her gelen kişiye bu kiliseyi özellikle gezdiriyorlar. Çatısı çökmüş. Çatısının çökmesi de ilgi çekici. Bu kilise, mübadeleden sonra buradan göçen Hıristiyanlardan sonra cami görevini üstlenmiş. Bir bayram namazı sırasında, köylüler namazda iken, köyün delisi herkesin dışarı çıkması için bağırmaya başlamış Köylüler çıktıktan sonra da cami olarak kullanılan kilisenin çatısı çökmüş. Bu kaza köyün delisinin ikazıyla can kaybı olmadan atlatılmış.
Kayacık köyünün derneği de var. Dernek başkanı emekli felsefe öğretmeni Mehmet Çayoğlu. 120.000 ağaç diktirmiş köylerine, köylülerin kendi imkânlarıyla. Muhtarlıkla işi olan ağaç dikecek, köye yerleşen ağaç dikecek, dernek ile işi olan ağaç dikecek, doğumu olan ağaç dikecek, düğünü olan, cenazesi olan ağaç dikecek. Ağaç dikmek hem ceza hem mükâfat yapılmış yani.
Haftada bir gün evlerden çöpler toplanıp, çöp imha alanında imha ediliyormuş. Bu iş için de bir kişi görevlendirilmiş. Sokaklarda hayvan tersi veya açıkta olan çöp yok. Kanalizasyon çalışır durumda. Köyün üst tarafına da koskoca bir su deposu yapılmış. Her sokakta birkaç çeşme var. Çeşmeyi kim yaptırıyorsa istediği adı verebiliyor. Köyün orijinal dokusunun korunması için de azami gayret gösteriliyor. Kimse çok katlı bina yapmadığı gibi, yapmış olanlar da yıkıyor. Şimdilerde köye bir cemevi açmak için uğraşıyorlar.
Dernek yönetiminin ve köy muhtarlığının şimdilerde bir çalışması daha var. Yollarının bakımsız bırakıldığını, kendilerinden hemen aşağıdaki köye kadar gelen asfaltın köylerine de çıkarılmasının gerektiğini söylüyorlar. Haklılar da. Köylerinin yoluna asfalt dökülmediği için de kaymakamlığa kızmışlar, köylerindeki suyu başka köylerin ihtiyacı için kullandırmıyorlar. Ama dernek başkanı bu suyunun verilmemesine de kızıyor. 'Kerbela’da şehit düşenlere su vermeyenlerle bizim ne farkımız kalır’ diye köylülere karşı tepkili. Ancak bu tepki sert ve kırıcı değil.
Evet…Orda bir köy var uzakta. Bir Alevi köyü… Köyün tamamı Türkmen. Gidenlerin gerisin geriye gelerek yeşerttiği köy. Aydınlarının sahip çıktığı ve bir insanın yaşayabilmesi için gereken bütün altyapıyı yaptığı köy. O köy bizim köyümüz. Darısı diğer viran kalmış köylerimizin başına olsun.
|