Gerçek

 

Özdemir Özsoy  

Niçin yalnız kalıyoruz?


Şurası bir gerçektir ki biz insanlar –genellikle- gerçeklerden kaçmayı tercih ederiz. Sık sık bu konuya dönüp geliyoruz da acaba bu –gerçekten- büyük bir kusur mudur diye sormuyoruz. Sözü biraz daha yumuşatalım ve diyelim ki “bu değişik bir ruh hali midir?” Bir şeyi dikkat nazarlarımızdan kaçırıyoruz. Bazen kusur olarak gördüğümüz (gösterdiğimiz) bu davranış biçimi hemen hepimizde görülmektedir.

Elbette bazılarımızın daha ölçülü olduğu ve dolayısıyla daha farklı olduğu da bir gerçektir. Ama rahatça söyleyebiliriz ki çoğunluğumuzda bu ruh hali vardır. O zaman bu şekilde davranmak “tabiî” olarak mı görülmelidir? Hattâ bunu, o insanın kendine uyguladığı, uygulamaktan bir türlü vazgeçemediği ruhsal bir tedavi şekli (psikoterapi) olarak mı görmeliyiz? Kaçış, panik halinde kaçış hiçbir zaman “doğal” olamaz. Ama icabında bu savunma mekanizmasına sığınmak zorunda kalabiliriz, diye düşündüğümüz olmuştur.
İnsanların doğruyu görmekten kaçınmasını büyük bir kusur olarak almayalım, hoş görmeye çalışalım dediğimizde belki de bilinçaltında yine kendimizi bağışlatma dürtüsünün yattığını gözlemekteyiz. Yani başkalarının yanlışlarını örterek kendi eksiklerimizi hoş gösterme gayreti.
Doğrulara değil de – bizim için- iyi olanlara kulak verme çabasında oluşumuz da bir gerçekliktir.
Mevki ve rütbesi, tahsil ve terbiyesi ne olursa olsun yüreklerindeki kilidi söküp atamamış insanların adil olamayacağını anlatmaya çalışmamızın sebebi budur.
Akıllı bir kişinin deyişiyle “gerginliklerden, bunalımlardan medet umanların” siyasi ömrü süresince uzlaşma kavramından korkup kaçanların karakter yapısını şekillendiren etken de budur. Gerçek olanın, doğru olanın kendisi için iyi olmayabileceği ihtimali…
Dönüp kendine bakmaktan, objektifi kendine çevirmekten korkma hali…
Tedaviye muhtaç görünmekten ürkme ve bu yüzden teşhisten kaçma psikozu…
Onun yolunu izleyenlerden daha nitelikli hiçbir kişi ve kurum olamayacağı saplantısı…
Sonuç olarak etrafında, elini tutabileceği hiçbir kişi ve kurum bırakmama gafleti…
Ülkede otorite olarak tanıdıkları bazı kurumların, kendilerinin işine gelmeyen bir uygulama yapması halinde hemen onlardan yüz çevirmeleri… Asıl kötü olanı da –kendileri de öyle düşündükleri halde- düşüncelerini açıkça dile getiren ve bu kurumları tenkit eden sözcülerini sıkboğaz etme hafifliği…
Öte yandan yine gerçeği değil de kendi işine geleni ancak “doğru” kabul etme basitliği…
Bakıyorsunuz, Cumhurbaşkanı süresi dolmuş olanların yerine yeni rektör atamaları yapıyor. Yanlışı yok mu? Olmaz olur mu? Benim istemediklerimin, benim düşüncemde olmayanların (!) atanması mutlaka yanlıştır. Selefi olan zat bu konuda tamamen keyfi hareket etmiş ne gam; şimdikinin benim istediklerimi ataması lazım: Hattâ bazılarımıza göre bundan önce atanmışların yerlerinde temelli kalmaları lâzım.
Ama bakın artık kimse dinlemiyor böyle eleştirileri. Neden? Çünkü bu tayinler siyasi konu haline getirildi. Bir dön bak, kendi yaptığına! Ondan sonra eleştirme hakkın olsun. Maksatlı davranırsan aynı hatayı başkası yaptığında kimseye derdini anlatamazsın.
Ne diyorduk? Biz insanlar kendimiz için iyi olanı ararız, diyorduk. Yaksa doğru olanı değil…
Bir adam çıkıyor, “Cumhuriyet elden gitti” diye feryat ediyor. Bizim gibi bazı yufka yürekli kişiler “Ne olmuş ki böyle ağıt yakıyorsun?” diye soruyorlar. “Beni o üniversiteye tekrar rektör seçmediler ya” diye cevap vererek, konunun inceliğini anlamayanlara şaştığını ifade ediyor. Meğerse onun tekrar atanmayışı Cumhuriyetin büyük kaybı oluyormuş.
Yani “Artık belli bir siyasi partinin sözcülüğünü yapamayacağım. Diğer bazı hocaları ve –işin daha da kötüsü- öğrencileri politikaya alet edemeyeceğim” demek istiyor. Bir kişi de çıkıp “Arkadaş, hele bir dur bakalım! Eğer sen olmazsan devlet elden gidecekse zaten gitmiş sayılır.” demiyor. “Bir millet sizi kayd-ı hayat şartıyla veli olarak, vasi olarak mı tayin etti” diyemiyor.
Yargıya intikal etmiş davaların basın yoluyla halkımıza nasıl yansıtıldığını hep birlikte görmekteyiz. Bizim ülkemizde bu da yeni değil. Böyle gelmiş ve maalesef böyle de gidiyor. Daha önce bazı davalar vesilesiyle zanlıların medya aracıyla teşhir ve tahkir edilmiş olması şimdiki sanıkların da ağır bir şekilde itham edilmesini haklı gösteremez. Sizler evvelce böyle yaptınız şimdi de bize katlanacaksınız diyerek geçiştirilecek bir iş değildir. Yanlışı örnek göstererek yanlış yapmak, hiç kimse için bağışlanacak bir tavır olamaz. Böyle maksatlı yayınlar, bir hizmet için bile yapılmış olsa yine de hedef saptırmak isteyen bazı kişilerin işine yarayabilir. Devletin hassas kurumlarının tahrik edilerek dikkatlerin belli odaklarda yoğunlaştarılmasına yol açar.
Yakın bir geçmişte bu gibi yayınlar bazı finans kurumlarının ve üretim yapmadan gelir sağlayan bazı çevrelerin faaliyetlerini örtmek için yapılmış ve asıl hedefleri olan ülke ekonomisinin çökertilmesi yolunda kullanılmıştır. Bir gün bu konular daha tarafsız bir şekilde analiz edilip açıklanacaktır.
Nitekim olaylar ne şekilde gelişirse gelişsin bu sürecin sonucu, ekonominin dibe vurması şeklinde tecelli etmiş, Cumhuriyet tarihimizin en korkunç bunalımı gelip çatmıştır.
Banka suiistimallerine hükümet yetkililerinin adı karışmıştır. Halkın umudu tükenmiş, hiçbir kuruma güveni kalmamıştır. Belki de Türk Milletinin maneviyatının sarsılmasını ve Devletinin çökmesini planlayan iç ve dış mihrakların asıl istediği bu idi. siyaset yoluyla ülkenin aydınlığa çıkamayacağı kanaatinin yaygın hale gelmesi. Bu yolun tıkanmış olması meşru olmayan kanalların aranmasına neden olmuştur.
Yine ileride bir gün bu olayları irdeleyen dürüst kalemler Milleti, Devletinden koparma girişimini yazacaklardır.
Siyasetin sivil ve askerî bürokrasi aracıyla yönlendirilmesini benimseyenler arasında belki samimi kimseler var idi. Ancak dürüst olmayan şahısların da böyle bir ortamdan yararlanabileceği hesaba katılmalıydı.
Sosyal kültürü gelişmiş bir kişi, milletin güvenini kazanmadan, devletin iktisadi kurumlarının uzun süre ayakta kalamayacağını bilir.
Böyle gerginlikler yüzünde ülkenin çok büyük mali kayıplara uğraması kabul edilemez. Böyle dönemlerde haksız kazanç sağlayanların takibi zorlaşır zaman aşımına uğrayan davalar da beraat gibi gösterilir.
Bunun gibi, sağlam delillere bile dayansa bazı davaların basında polemik konusu yapılmasının faydadan çok zarar getirebileceği hatta –varsa- suçların kanıksanmasına yol açabileceği düşünülmelidir.
Hele uzun yıllar devletin önemli mevkilerinde bulunmuş eski politikacıların bu davalarda “müdahil” olarak davranmaları, sadece gündemde kalmak amacıyla bile olsa, yine de ibret vericidir.
Bir sanatçımız; uluslar arası bir ödül töreninde, ülkemizin “yalnız” olduğunu içtenlikle dile getirdiğinde onun duygularını paylaşmış ve hüzün duymuştuk. Acaba “sahipsiz” mi demek istediydi?


www.ufukotesi.com - 09 / 2008  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.