İmge Boyutu

 

Yusuf Bilge  

Kök bilgiden gök bilgiye Olcay Yazıcı


Türk Edebiyatı dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğünü, İnsan ve Kâinat dergisinin editörlüğünü, Kültür Dünyası dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmıştı. Türkiye gazetesinde uzun zaman kültür sanat yönetmenliği, röportaj ve redaktörlük görevlerinde bulunmuş, eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in çıkardığı Ayyıldız gazetesinin kültür ve düşünce sayfasını yönetmişti.

O’nu yetmişli yıllarda Hisar dergisinde şiirleri yayınlanmaya başladığında gıyabında tanımıştım. Daha sonra, Töre, Türk Edebiyatı, Boğaziçi, Öncüler, Meşâle, Dolunay, Ufuk Çizgisi, Tepe Edebiyat, Millî Kültür, İnsan ve Kâinat, Cemre, Çağrışım, Kültür Dünyası, Tarih ve Düşünce, Bizim Külliye, Çerçeve, Ufuk Ötesi, Biyografi Analiz, Kubbe Altı Akademi Mecmûası, Yüzakı, Berceste, Somuncu Baba, Umran, Genç Kardelen ve Mavi Yeşil dergilerinde şiir, hikâye, deneme ve değerlendirme yazılarını okuma fırsatı bulmuştum.
Türkiye gazetesinde kültür ve sanat yönetmenliği yaptığı dönemlerde yayınlanan nefis röportajlarını hiç kaçırmazdım.
Şiirlerinde, birebir yaşanmış fizik ve metafizik sancıların, estetik hüzünlerle dizginlenmiş, buruk trajedisini seziyordum. Parnasizm ile empresyonizm, romantizm ile sembolizm arasında, bizden titreşimler yayan bir duygu harmanlamasıyla bu çelişkiler ve ıstıraplar dünyasından başka bir dünyaya kapılar aralıyor, adeta mâverâya yollar açıyordu.
Hikâyelerinde ruhsuz yığınlara karşı soylu direnişleri, erdem boyutuyla dile getirirken, deneme ve değerlendirme yazılarını, uyarıcı kutsal metinler ve evrenin yaradılışından beri süregelen mistik tecrübeler ışığında, analitik sağlam bir örgüyle berkitiyor, insanımıza aksaklıkları gösteriyor, sorunlara kalıcı çözümler teklif ediyor, kök ve gök bilgiye dayalı bir yol haritası çiziyordu.
Şiirlerini, “Erguvan Uğultusu”, “Eylülün Kırdığı Gül”, hikâyelerini “ Çocuklar Vatanında Büyüsün”, “Papatyalar Üşümesin”, “Yaralı Küheylan”, deneme ve kültür yazılarını “Tartışmayı Tartışmak”, “Kitapsız Toplum”, özgün düşüncelerini “Hüzün Yazıları”, “Nemrut Ateşi”, çözümleme ve araştırmalarını “Büyük Gün/Bir Kıyâmet Alâmeti Olarak Hazreti İsâ’nın Dönüşü”, “Eğitim ve Kültür Trajedimiz/Kendimiz Olmaktan Nasıl Çıktık” başlıklarıyla kitaplaştıran Olcay Yazıcı, bazı düşünürlerle kültür sohbetlerini de“Irmaklar Sonsuza Akar” eseriyle yayın dünyamıza kazandırdı.
Onunla ilk karşılaşmamız, ikibinyedinin mart ayında, Kubbealtı Cemiyeti’nde, Mehmet Nuri Yardım Beyefendi’nin makamında oldu. Aynı iklimin insanlarıydık. Sanki ezelden tanışıyormuşuz gibi çar çabucak kaynaşıverdik. Fikir ve imgeleriyle müsemma, bir şiir insandı Olcay Yazıcı. Gaflet, dalalet ve ihanete bulaşmamış herkese dosttu. Aşk ilminin kelâmı, esenliğin yeryüzüne selâmı, özden özgün kişiliğiyle adam gibi bir adamdı
Düş peyzajı saydığı Sürmene’nin Küçükdere Yukarı Ovalı Köyü’nde, namı diğer Vizara’da, 1953’te doğmuştu. Liseyi Zonguldak’ta, yüksek tahsilini İstanbul’da tamamlamıştı.
Türk Edebiyatı dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğünü, İnsan ve Kâinat dergisinin editörlüğünü, Kültür Dünyası dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmıştı. Türkiye gazetesinde uzun zaman kültür sanat yönetmenliği, röportaj ve redaktörlük görevlerinde bulunmuş, eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in çıkardığı Ayyıldız gazetesinin kültür ve düşünce sayfasını yönetmişti. 2002-2007 yıllarında Uluslar arası Teknolojik Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (UTESAV)’ın Genel Müdürlüğünü, daha sonra da MÜSİAD’ın süreli yayınlar editörlüğünü üstlenmişti.
Şiirleriyle lisans tezlerine ve bestelere giren Olcay Yazıcı, İLESAM, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir.
Bütün bu özelliklerinden dolayı bir kadirşinaslık örneği olarak, Türkiye Yazarlar Birliği ile Eğitim Bir-Sen İstanbul Bir No.lu Şubesi'nin müştereken düzenledikleri, “ Ustalara Yaşarken Saygı” programının yedincisi, 7 Haziran 2008 Cumartesi günü Olcay Yazıcı içindi.
O gün saat onyedide, bu güzel toplantı için, Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nin Sultanahmet Kızlarağası Medresesi’ndeki mekanına gittim. Lütfedip beni de konuşmacı olarak davet etmişlerdi. Kök Bilgiden Gök Bilgiye Olcay Yazıcı’yı anlatacaktım. Seçkin bir katılımcı ve dinleyici topluluğu vardı. Olcay Bey, “ Gülce Bir Gelişin Şiiri”nin ilham kaynağı kızı Ayşegül’ü, “Son Sultan” şiirinin konusu iki yaşındaki oğlu Abdullah Oğuz’u ve bir mümine timsali olduğu her halinden belli muhterem zevcesini de, beraberinde getirmişti.
Toplantı’nın açılış konuşmasını Cafer Vayni Beyefendi yaptı. Yazıcı’nın yayınlanmış 13 kitabını göstererek, eserleri ve özgünlüğüyle böyle bir anma gününü hak ettiğinin, altını çizdi.
Konuşmacılardan Osman Akkuşak Beyefendi, O’nun milliyetçi, inançlı bir doğrultuda dolgun ve ciddi ifadeleri bulunduğunu, fikirlerinin çok güçlü olduğunu, edebî, kültürel, siyasî tenkitlerinin mutlaka bir çözüm teklifini de beraberinde taşıdığını örnekleriyle anlattı.
Senail Özkan Beyefendi, bütün sanatların özünde arındırmanın yattığını, sözün fazlalıklarından bir bakıma curufundan ayıklanmasıyla şiirin doğduğunu, insanın yeryüzünde esasen pek şairâne oturduğunu ve ebediliğin bir tarafına tutunmak istediğini, Olcay Yazıcı’nın şiirlerini ve yazılarını bu anlamda önemsediğini, O’nun ileriye yönelik kalıcı sözlerin peşinde olduğunu, farklı bir mâna boyutuyla bizim duyuş tarzımızı bilen ve aksettiren üslubunun mutlaka dikkate alınması gerektiğini vurguladı. Yazıcı’nın şiirlerinde, tasavvufun mecazlarını çokça kullandığından bahisle “Ayna” şiirini okudu. İnsan gönlünün aynadan başka bir şey olmadığını, hayatın ve algımıza değen bütün var oluşun bir görüntüden ibaret olduğunu, bu şiirde bulabileceğimizi söyledi.
Sıra bana gelmişti. Olcay Yazıcı’nın şiirleri ve diğer edebî ürünlerinde Yahya Kemal’de ifadesini bulan “kökü mazide olan atiyiz” özdeyişini esas aldığını, biz kalarak yenilenme ile kalıcı olanı muhafaza ederek değişme üzerine, düşünce ve imge boyutunda nasıl bir beyin fırtınasına yol açtığını irdeledim. Milletinin ruh köküne sıkı sıkıya bağlı, Türk’e ve Türkçeye sevdâlı, yüreği muhabbet, dimağı tefekkür dolu bu dirayetli ve onurlu aydının, telkin ve imâlar dünyasına girdim. Sürem anlatacaklarımın onda birine ancak yetmişti.
İzmit’ten muhterem eşi Meryem Aybike Sinan Hanımefendi ile toplantıya teşrif eden Mürsel Gündoğdu Beyefendi, konuşmasında, Olcay Yazıcı’nın, hayatın gizemini arayan bir bilge, bir erguvan aşığı olduğunu anlattı. O’nun, yürekte unutup meydanda aradığımız sırların künhüne ererek, anamızın ak sütü gibi bizden, Anadolu mayasında bir Alperen nefesiyle arayış ve arınış temelinde, bilgi birikimini halkına arz ettiğine, dikkatleri çekti.
Mehmet Nuri Yardım Beyefendi, birlikte çalıştıkları dönemlerdeki hatıralarını naklederek, hepimize keyifli dakikalar yaşattı. O’nun felsefî, sosyolojik ve ahlakî boyutta çağı sorguladığını, kitap medeniyetimizin peşine düşen mistik bir seyyah olduğunu, merhametten, mâverâdan, özden ve ahlakî endişelerden uzak duran dünyayı kıyasıya eleştirdiğini, fizikî portresinin iç dünyasını yansıttığını, bir çocuk kadar saf ve masum bulduğunu anlattı.
Şair Ekrem Kaftan Beyefendi, Yazıcı'nın kelime tekrarından kaçındığını, oluş sırrını çözmeye çalıştığını, şiirlerinin özde metafizik, şekilde hece ağırlıklı olduğunu, “Asr-ı Saadet” özlemiyle kendini aşma cehdi taşıyan bir derviş yanı bulunduğunu söyledi.
Daha sonra toplantıya katılan konuklar kürsüye çağrılarak, Olcay Yazıcı hakkında duygu ve düşüncelerini ifade ettiler.
Şair, yazar ve öğretmen kimliğiyle Ali Hakkoymaz Beyefendi anlattı. Bir gün sınıfa girdiğinde, öğrenciler onu, Olcay Yazıcı’nın bir mısrasını, tekerleme havasında söyleyerek karşılamışlar. Çok hoşuma gitti.
“Okumak, okumak… Oku, çözülsün yumak!”


www.ufukotesi.com - 08 / 2008  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.