Tutanak

 

Hüseyin Özbek  

Ahmet Ağa’nın köpeği


Anlaşılan bu haftanın aksatası iyiydi. Tacirler şakalaşıyor, keyifle gülüşüyor, arada bir geçen arabaların kaldırdığı toza toprağa aldırmadan kahvelerini höpürdetiyorlardı. Gazını bezini, tuzunu, şekerini alan köylüler heybeyi üstüne arttıkları eşeklerini hızla dehleyerek yola koyulmuşlardı çoktan. Dağı taşı aşıp köye ulaşmak için pazarda işi bitince oyalanmadan yelteşliğe yola çıkmak köylülerin adetiydi.

Merkez Kahvesi o hafta her zamankinden daha kalabalık gibiydi. Halis ocakta boşalan demliklere çay döküp su ekliyor, boşları getirip doluları yetiştiren oğlu Muhlis düzayak kahvenin içinde, dışında pire gibi sekiyordu. Ahmet Ağa köşede tertibi Muğamlarlı Koca Fayık’la tutuştuğu domina maçının üçüncüsünü de kaybedince pes etti. Tabakayı açıp tütün sarmaya, bir yandan da düzayak kahveden dışarıyı gözlemeye başladı.
Perşembe günleri kurulan İğdir Pazarı öğle namazından sonra dağılırdı. Köylülerin sığır pazarına getirdiği malları alıcı kuş gibi bekleyen tacirler birbirinin zarını kırmaz, birinin alıcısı olduğu malın başına öbürü asla yanaşmazdı. Araya giren miyancıların da yardımıyla şaşkına çevirdikleri köylülerin elinden yok pahasına aldıkları malları bir araya toplar, o günün alışverişi bitince yanaştırdıkları kamyona yükleyip Adapazarı’nın, İstanbul’un toptancı kasaplarına yollarlardı. Ahmet Ağa, Tacir Gücük Tahsin’in dışarıdan;
-“Oğlum Muhlis, okkalı bir orta kahve” diye keyifle seslenişini duyunca;
“Düzenci deyyus, kim bilir kimlerin gözünü körledi bu hafta” diye düşündü. Gücük Tahsin, yanına çöken Şeker Ağa, Uzun Ahmet, Yılankırkan lakaplı Mahir Ağa’yı göstererek;
-“Muhlis’im üç orta daha” diye ünledi.
Anlaşılan bu haftanın aksatası iyiydi. Tacirler şakalaşıyor, keyifle gülüşüyor, arada bir geçen arabaların kaldırdığı toza toprağa aldırmadan kahvelerini höpürdetiyorlardı. Gazını bezini, tuzunu, şekerini alan köylüler heybeyi üstüne arttıkları eşeklerini hızla dehleyerek yola koyulmuşlardı çoktan. Dağı taşı aşıp köye ulaşmak için pazarda işi bitince oyalanmadan yelteşliğe yola çıkmak köylülerin adetiydi. “Evli evine, köylü köyüne” deyişi boşa değildi elbet. Köye varınca da yan gelip yatmadan sığırın, sıpanın, ahırın, harmanın işini görmek lazımdı.
Ahmet Ağanın gözleri yolun karşısındaki Güven Yazıhanesi’ne takıldı. Neşet’in burunlu otobüsünü bekleyen İstanbul yolcuları Araç yoluna bakarken, bir yandan da çuvallarını, denklerini kolluyorlardı. Otobüs geldiğinde muavine verilip, sağlamca yerleştirilinceye kadar ucundan tutulan denkler bırakılıp, uğurlamaya gelenlerle vedalaşma başladı. Kara Celal defalarca uyarıdan sonra içeri giren yolcuları baştan sona, sondan başa birkaç kez saydı. Hesabı denkleştirip Neşet’in eline saydığı paradan yüzdesini aldı. Yolcular tozdan dışarısı görünmez camları silip uğurlayıcılarla işaretleşmeye çalışırken, çevreyi dumana boğarak sarsılan Neşet yola düzülünceye kadar Ahmet Ağa gözünü otobüsten ayırmadı.
Öbür uçta kümelenmiş Oycalılılar hararetli bir domina maçına tutuşmuşlardı. Gerğenliler beride arpadan buğdaydan, sığırdan davardan konuşuyorlardı. Celeplerli Sadık’la Dotlalı Hüseyin o haftanın mal pazarından, işlerin kesatlığından dem vuruyorlardı. Sarcılarlılar yana yakıla Kahveci Muhlis’e Orman bölge şefinin acımasızlığını, dağdan çöp indirmeye izin vermediğini anlatıyorlardı. Araç Yazı köyünden Ahmet Ağa buralarda pek bilinmezdi. Tertibi Koca Fayık çıktığından beri kahvede uç açacak, lafına laf, sözüne söz katacak biri de kalmamıştı. Birden elini cebine attı, çıkardığı ucu delikli, dilli demirden ambar anahtarını hızlıca masaya vurdu. Derin bir “Eyvah” çekti. Domina oynayanlar irkildi, sohbet edenler lafı kesti. Hepsi birden Ahmet Ağaya döndüler. Oycalılı Delimsek Ziya;
-“Hayrola dayı, Allah dert vermesin, ne oldu” diye seslendi.
-“Ne olacak hay dayısının, ambarın anahtarı cebimde kalmış!”
-“Dayı üzüldüğün şeye bak! Yitirmemişsin ya, cep senin cebin değil mi?”
-“Cep benim cebim de, bugün bizim hizmetkârlara, ortakçılara ambardan tohum çıkarıverecektim. Buğday ekilecekti. Sabah çıkarken anahtarı cebimde unutmuşum. Akşama kadar yatar keratalar!”
Yer yurt, sığır davar, kapısında yanaşma, ortakçı sahibi hatırlı konuğun etrafında halka olmaları bir oluverdi İğdirlilerin. Ağanın şekerli kahvesini, nargilesini söylemeyi ihmal etmediler Halis’e. Edeplice Ahmet Ağa’nın ağzından çıkanları dinlemeye başladılar. Ahmet Ağa anlattıkça çaylar kahveler tazelendi, sohbet koyulaştı. Sığırdan, davardan köyden pazardan sonra sıra Ahmet Ağa’nın Abaz köpeğine geldi. Ağa önemsiz bir şeyden bahseder gibi;
—Benim Abaz köye gelen yabancıyı kokusundan bilir, yerinde duramaz, duvarları tırmalar. Zinciri kopardığı gibi adamı paralayıverir. Yazıköy’e yolu düşen yad yabana karşı epey mahcup olduk. Kolunda bacağında Abaz’ın imzası kaldı gariplerin. Kurt kuş dersen Yazıköy’ün kırına bayırına uğramaz oldu bizim Abaz yüzünden.”
İğdirliler Abaz kapı dışına kadar gelmiş de üzerlerine atlayıp kapıverecekmiş gibi ürpererek Ahmet Ağaya daha bir yanaştılar. Çaylar kahveler tazelendi. Kara Ahmet sayısını bilmediği sürüsünün Abaz sayesinde dağda taşta otlayıp akşamları ağıla eksiksiz döndüğünü, samanlığının kapısına kadar nasıl dolu olduğunu, sarı çam hatılından yapılma ambarlarının ağzına kadar dolu arpadan, buğdaydan nasıl kütül kütül kütülediğini anlatıp durdu. Ahmet Ağa soluklanmak için söze ara verince Köse Hüseyin;
- “Oh Ahmet Ağam, oh dayım sen bilirsin gayri. O köpek tam benlik. Ben kurttan baş alamadım. Hafta geçmez benim erkeçten, oğlaktan, koçtan koyundan birkaçını devirir Hasan Ağa! Ziyanım çok. Dayımsın, bahası neyse vereyim, sat Abaz’ı bana” diye ellerine sundu Kara Ahmet’in.
- “Benim satılık malım yok dedi Ahmet Ağa kahvesini yudumlarken. Abaz kapımdan gittiği gün davarın hayrını gör!”
- “Oh ağam! Oh dayım! Sen dölünü, tohumu almışın Abaz’ın. Az önce dedin ya epeyce gölbezi varmış kapında. Onlar yetişir geriden. Kırma beni dayımsın!”
Ahmet Ağa epey nazlandı, uşak devşeğin, torun torbanın, tüm hane halkının gözdesi Abaz’ı dünyada satmayacağını, kapısında yetiştiğinden kıyamayacağını söyledi. Köse Hüseyin öyle dil döktü, öyle yakardı ki, Halis bile dayanamadı, ocaktan seslendi:
-“Ahmet Ağa, kırma şu garibi. Tohumuna para vermedin ya, alt tarafı köpek işte! Senin gibi ağa adamın kapısından öyle baba köpekler zaten eksik olmaz. Gölbezler de çabuk serpiliverir. Sevindir şu Köse’yi.”
Ahmet Ağa epeyce dil döktürdü Köseye. Kahvedekiler de laf kattılar. Muhlis’in, Halis’in hatırı da işe karışınca Ahmet Ağa verimkâr oldu. Gün kestiler, imleştiler. Köse, Yazıköy’e girişte ünleyecek, köyden bir kılavuzla Ahmet Ağa’nın konağına yanaşacaktı. Ağa terini koklatıp, elinden ekmek yedirip, yal içirerek alıştıracağı Köse’ye katıverecekti Abaz’ı.
Ahmet Ağa’nın o gün içtiği kahvelerin sayısını Halis de Muhlis de tam çıkaramadı. Köse tüm hesabı üstlendi. Kara Ahmet’i kahvenin kapısına kadar hürmetle uğurladılar. Ellerine sunan Köse’nin sırtını sığazlarken imleştikleri günü bir kez daha hatırlattı Ahmet Ağa.
Köse kestikleri günü iple çekti. Abaz her gece rüyasına girdi, kurtları dişleyip, boğup omzu üzerinden poğ gibi öte yana atı atıverdi. Söz kesilen gün ikindiyi devirirken Köse Yazıköy’ün yoluna düştü. Köye yanaştıkça içinden gelen ürpermeyi, titremeyi bir türlü kesemiyordu. Aşağı Yazı’ya gelince Uzun Hidayet’e yeniden yolu tarif ettirdi. Dereyol’dan Yukarı Yazı’ya yaklaşırken duyduğu köpek havlamalarıyla dizlerinin bağı iyiden iyiye çözülüverdi. Köye yanaştıkça havlamalar keskinleşiyor, Köse ikide bir damağını çekip, bağrına tükürüyor, üç kulhuvallahi bir elham okuyup tekrar başa dönüyordu. Bir ara dönsem mi diye düşündü. Dönmeli mi gitmeli mi ikirciğiyle sınır taşına oturdu. Teri soğuyunca akşam serinliğinde üşümeye başladı. Akacak kan başta durmaz, götüne güvenemeyen porsuk harmana girmez diye düşündü. Az ileride samanlığı görünce sevindi. Köye otuz kırk metre kadar var yoktu. Bir koşuda samanlığı tuttu. Çatmalardan tutuna tutuna tırmandı, saçağa çıkınca ferahladı. Ağanın evi hangisi acaba diye tahmin yürüttü. Samanlığa en yakın eve doğru iki elini boru yapıp var gücüyle bağırmaya başladı:
-“Ey Yazıköylüler! Allah’ını seven beni köpekten geçiriversin!”
- “Ahmet Ağa! Oy Ahmet Ağa! Ben geldim, Oycalı’dan Köse Hüseyin!”
Rüzgâra karşı bağıran Köse’nin sesi köye ulaşmadan geri dönüyor, Medine Yeri’ne doğru gün batısına uzanıp yankılanıyordu. Köse’nin bağırmaktan çatallaşan sesi kısılacakken ayakyoluna çıkan Demirci Ramis Ağa tahta kaplamanın üçgen deliğinden bakınca akşam alacasında belli belirsiz samanlığının saçağındaki Köse’yi gördü. İlkin hırsız sandı, telaşlandı. Saman çalacak herhalde diye düşündü. Tüfeği alıp yanaşmayı düşündü. Kulak verince adamın bağırdığını, bir şeyler söylediğini anladı. Hemen aşağıya inip samanlığa yöneldi. Yanaşınca;
-“Be adam, benim samanlığımın tepesinde ne arıyorsun? İn misin, cin misin” diye azarladı. Demirci’yi görünce soluğu genişleyen Köse saçaktan çamdulara tutuna tutuna inerken bir yandan da;
- “Dayımsın beni Abaz’a paralatma! Sen bilirsin oh dayım, Ahmet Ağa’nın konağına kadar götürüver” diye yalvarıyordu.
Köse’yi saçaktan inince inceden inceye sorgulayan Ramis Ağa hikâyeyi öğrendi. Köyde, Araç’ta demirci dükkanı olan, oğul uşak, atadan babadan zanaat sahibi, hızarı pazarı bilir Ramis Ağa, Köse’yi samanlığın duşuna oturttu, ağzına uzattığı köylü sigarasını yakıverdi. Köse’nin körük gibi inip çıkan göğsü birkaç nefesten sonra düzene girdi. Yol erkan bilir Demirci, Köse’yi evine buyur etti. Büyük korku geçirenlere atalardan adet tavada eritilen tereyağ içirildi. Sıcak tarhanaya da kaşık çalıp aklı başına gelince Köse’yi karşısına oturttu. Bıyık altından belli belirsiz gülerek;
- “Köse kardeşim, Ahmet Ağa şimdi köyden üç saat uzaklıktaki mandırada. Birkaç günden önce de köye inmez! İmleşmişsiniz ama Ağanın acele işi çıkmış olmalı. Abaz mandıraya kimseyi yanaştırmaz. Beni de paralar, seni de. Siz Ahmet Ağa’yla yeni bir gün kesin. Ona göre gelirsin. Hadi şimdi uğurlar ola” diye Köse’yi samanlığa kadar esenledi. Abaz’a kendini dişletmeden Yazıköy’den kurtulduğuna şükreden Köse, Araç Pazarı’na doğru yel gibi inerken Ramis Ağa arkadan makaraları iyice koyuverdi.
Ramis Ağa’nın iki hane ötesindeki evinde yan yastığına dayanmış, torununa sırtının yer görmediği pehlivanlık günlerini anlatan Ahmet Ağa, İğdir’i de, Köse’yi de, Halis’in kahvesinde olmayan Abaz üzerine verilen sözleri de çoktan unutmuştu…


www.ufukotesi.com - 07 / 2008  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.