Cengiz Bey, bir sanatçı olarak, sanatın sadece edebiyat dalı ile değil bizzat sinema dalıyla da ciddi bir biçimde uğraşmıştı. Dünyada belki de eserleri onun kadar filme alının bir başka edebiyatçı yoktur. Lenin Ödülü verilen ilk hikâyesi “İlk Öğretmen”den itibaren, cesurca yöneldiği milliyetçi çizginin eserleri olan romanları ve pek çok hikâyesi sinemaya uyarlanmıştır. |
Cengiz Aytmatov, 1994 yılında İstanbul Film Festivali dolayısıyla Türkiye’ye geldiğinde ağırlamak üzere onu bir güncüğüne, İKSV Film Festivali Yöneticisi Sayın Hülya Uçansu’dan istemiştim. Boş bir gününde Cengiz Bey’e İstanbul’un camileri dâhil pek çok yerini gezdirmiştim. O gün bana iki önemli ders, bir de mesaj vermişti…
Önce dersleri anlatayım: Süleymaniye Camii’ni gezdikten sonra “Cengiz Bey şimdi ne yapalım?” diye sorunca şöyle demişti: “Bizim oralarda konuk ev sahibine tâbidir. Gelir teslim olur. Onu ne zaman bırakırlarsa, ancak o zaman kendi istediğini yapabilir. Şimdi ben sizin misafirinizim ve tamamen size tabiyim!”
Böylece biz Türklerin ortak kültüründen bahis açılmış oldu. Türkiye’de de durumun farklı olmadığını söyledim. “Elbette olmaz. Köklerimiz aynı çünkü.” diye karşılık verdi. Konuk ağırlama muhabbetini bir müddet daha devam ettirdik. Ülkesinde yaşanan bir olayı anlattı. Kırgızistan’da ziyarete gelen her bir misafir için bir koyun kesilirmiş. Adamın biri çok kısa bir süreliğine gelmiş olmasına rağmen ev sahibi geleneği bozmayarak bir koyun kesmiş. Tabii etin tamamı tüketilememiş. Ev sahibinin ani bir işi çıkmış ve konuğuyla birlikte yola düşmüş. Evini ve gelecek konukları ise büyük oğluna emanet etmiş. Ertesi gün babasının bir başka ziyaretçisi gelince oğul kalan koyun etini konuğa sunmuş. Nihayet akşama doğru baba eve dönüp yeni konuğun eski konuk için kesilen koyun etiyle ağırlandığını anlayınca oğluna meydan dayağı çekmeye başlamış. Konuk araya girmiş. Çok memnun olduğunu, asla şikâyeti bulunmadığını, yapılan ikramların kusursuzluğunu söylemiş ise de baba oğlunun bir güzel pataklamış ve konuğuna şöyle demiş: “Ben atalarımdan böyle gördüm, böyle yaparım! Her gelen misafir için yeni bir koyun kurban edilir. Asla bir önceki konuktan arta kalanlar yeni konuğa ikram edilmez!”
Türkçenin en talihli yazarı Cengiz Aytmatov bütün evrenselliğine rağmen yerel olana bağlı kalmaktan vazgeçmiyordu. Pek çokları için bu fıkra, “Orta çağdan kalma göçebe-köylü âdeti” gibi görünebilir ama Aytmatov bu göçebe-köylü âdetine uzak durmuyor tam tersine bunu 21. yüzyıla çeyrek kala bile hiç tereddütsüz sahipleniyordu.
Şimdi sizlere bir de o günlerin en önemli medya kuruluşlarından birinin patronuna gönderdiği masajı anlatayım: Darüzziyefe’de yenen yemekten sonra Cengiz Bey’i The Marmara Oteli’ne bırakmak vazifesi tabii ki bana düşmüştü. İKSV onu orada konuk ediyordu. Ben Cengiz Bey’i oradan teslim almış, yine oraya bırakacaktım. Birlikte oteline döndük. Lobide az şekerli birer yorgunluk kahvesi içerken şuradan buradan konuştuk. Ben, “Artık sizi özgür bırakıyorum!” diyerek izin isteyince biraz daha oturmamı işaret etti. İtaat ettim. Mesajı şuydu: Türkiye’de onu seven insanlar, arkadaşları vs. bilinen yerlere götürüyorlardı: Boğaziçi’nde rakı balık muhabbeti; tarihi eserleri gezdirmek ve beş yıldızlı otel lobilerinde sohbet. Hâlbuki o, herhangi bir Türk gibi giyinip; “Şalvar giyip, kasket takarak!” demişti, Toroslar başta olmak üzere ülkemizin dağlarında, köylerinde dolaşmak ve bunu yazmak istiyordu. Demişti ki, “Yayık ayranı içip, tereyağlı bulgur pilâvına kaşık çalıp onlarla konuşmak, dinlemek, anlamak ve izlenimlerimi yazmak istiyorum.”
Bu mesajı o sıralarda benim de patronum olan kişiye en yakın adamlarından biri ile -Darüzziyefe’deki yemekte bu kişi de vardı- gönderdim. Ama hiç ses çıkmadı. Pek çok yerde belki başkaları ilgilenebilir diye yazdım ve anlattım ama Aytmatov’un bu mesajına kulak asan olmadı. Hâlbuki Türkçe konuşan halkların en büyük yazarı, Türkçemizin ve dünya edebiyatının kutup yıldızı Cengiz Aytmatov’un kaleminden böyle bir yazı dizisi hazırlanması ne kadar büyük bir edebiyat ve kültür olayı olurdu!
Onu bir kere daha 2003 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “Türk Dünyasının Yıldızları” kapsamında düzenlediği “75. Doğum Yıldönümünde Büyük Dünya Yazarı Cengiz Aytmatov” gününde görme fırsatım oldu. Taksim’de bir otel lobisinde o zaman MedyaMetre ve İstanbul Sohbetleri isimli iki program hazırladığım İstanbul Televizyonu için röportaj yaptım. Çok yorgun ve sıkıntılı olmasına rağmen epeyce (45 dakika kadar) konuştu. O program maalesef yayınlanamadı. Çünkü Cengiz Bey Türkiye Türkçesini bildiği halde nedense bu sefer Kırgız ağzıyla konuşmuş ve bunu Türkiye Türkçesi’ne uyarlamak için birini aramak zorunda kalmıştım. Yapılan birkaç uyarlamayı beğenmedim. Bir yenisi yapılamadan televizyon kapandı! O kaseti bütün çabama rağmen bulamadım.
Cengiz Bey, bir sanatçı olarak, sanatın sadece edebiyat dalı ile değil bizzat sinema dalıyla da ciddi bir biçimde uğraşmıştı. Dünyada belki de eserleri onun kadar filme alının bir başka edebiyatçı yoktur. Lenin Ödülü verilen ilk hikâyesi “İlk Öğretmen”den itibaren, cesurca yöneldiği milliyetçi çizginin eserleri olan romanları ve pek çok hikâyesi sinemaya uyarlanmıştır. Bunlar içinde Selvi Boylum Al Yazmalım, Atıf Yılmaz tarafından çekilmiştir ki, hikâyenin kalitesi ve yüksek seviyesinden dolayı, Türk sinemasında artık Yeşilçam usulü aşk melodramlarına bir daha dönülememiştir. Orta Asya bozkırlarının yanık yürekli çocuğu Cengiz Aytmatov’un Cemile hikâyesi için ise yanılmıyorsam Louis Aragon, “İnanmadığım Allah’a yemin ederim ki, bu bozkır çocuğu dünyanın en güzel hikâyesini yazmıştır!” diyebilmiştir.
Ben de bütün kalbimle inandığım Allah’a yemin ederim ki, Cengiz Aytmatov en güzel aşk hikâyeleri içinde vatan sevgisi ve hürriyeti haykırmış imanlı bir milliyetçidir ve ona olan sarsılmaz sevgimizin büyüklüğü sadece dünya çapında bir edip olmasından değil, dava sahibi olmasındandır.
Sözün özü: Cengiz Aytmatov’u tanımış, elini sıkmış, birlikte yemek yemiş, kahve içmiş ve 75 yaşında onunla röportaj yapmış bir Türk yazarı olarak kendimi dünyanın en bahtiyar insanlarından biri kabul ediyorum. Ona bütün kalbim ve inancımla Allah’tan rahmet diliyorum. Kırgızların, Türkçe konuşan bütün budunların ve tüm dünya edebiyatseverlerinin başı sağ olsun.
|