-

 

Dr. Orhan Gedikli  

Kosova’da Türk izleri – 2


Murat Hüdaverdigar’ın ziyaretinden sonraki durağımız Kosova Türkleri için büyük önem arzeden Pirizren şehri oldu. Pirizren Kosova’da en çok Türk izlerini taşıyan şehirdir. Camileri, çeşmeleri, hamamları, kuran kursları, tekkeleri, köprüleri, Osmanlı çarşısı, evleri ve meşhur köfteleri ile tam bir Osmanlı Türk şehridir Pirizren. Kendinizi adeta bir Anadolu şehrinde hissedersiniz.

Bistriça nehri aynen Yeşilırmak’ın Amasya’yı böldüğü gibi şehri ikiye bölmüş durumdadır. Önce Osmanlı Taş köprüsünü (16. yy başı) geçip tarihi Pirizren çarşısına gittik. Kısa bir tanıma turundan sonra güzel Kosova böreklerinin tadına baktık. Çarşının tipik Osmanlı mimarisi özelliğinde ve çok güzel korunmuş olduğunu gördük. Bu bizi çok mutlu etti. Çarşıdaki işyerleri daha çok gıda üzerine ve büyük oranda köftecilerden oluşmakta idi. Köfte partisini şehir turunun sonuna bıraktık ve kaleye tırmanmaya başladık.
Yarım saat bir yürüyüşten sonra kaleye çıktık ve şehri üstten kuşbakışı seyretmeye başladık. Tırmanış yolu üzerinde Sveti Arhangeli Sırp Ortodoks Manastırını gördük. Birleşmiş Milletlerin korumasında idi ve Alman askerler tarafından korunuyordu. Bu ve tarihi çarşıdaki kilise de yakılmış ve tahrip edilmişti. Yani savaşın izleri hâlâ devam ediyordu. Tabiî ki bu yapılanlar Sırpların yaptığı yanında solda sıfır kalır ancak bu da savaşın acımasızlığının bir göstergesidir bana göre. Ne yazık ki savaşlardan insanlar kadar dini mabetler de nasibini alıyor. Rehberimiz kalenin üzerinden şehri bize tanıtmaya başladı. Ancak biz bir süre onu dinleyemedik. Çünkü Pirizren’in o muhteşem görüntüsünden çok etkilendik. Sanki Anadolu’dayız ve kaleden şehzadeler şehri Amasya’yı izliyoruz gibi bir hisse kapıldık. Osmanlı’nın Pirizren’nini yeni şehir kısmından hemen ayırabiliyorsunuz. Şehre tepeden baktığınızda sırası ile Osmanlı karargâhı, Maksud Paşa (Maraş) Camisi, Yunus Emre Camisi, Mehmet Paşa (Bayraklı) Camisi (1545), Kosovalı Arnavutların Osmanlı’ya karşı ilk isyan hareketlerini başlattıkları ve şimdi müze olan yapılar, Arasta Camisinin minaresi, Gazi Mehmet Paşa hamamı, Emin Paşa Camisi, Kukli Mehmet Bey (Saraçhane) Camisi ve Sufi Sinan Paşa Camisi (1615) gibi bir çok Türk eserini aynı anda görebiliyorsunuz. Kaleden bir süre bu güzel şehri izledikten sonra aynı yolla geri döndük ve daha detaylı incelemeye ve gezmeye başladık.
Önce Sufi Sinan Paşa Camisini gezdik. Oldukça eski bir cami ve girişinde sol tarafta Fatih Sultan Mehmet hanın fermanı asılıyordu. Camiden sonra eski çarşıyı gezdik ve Bistriça nehri kenarında oturarak birer Türk kahvesi içtik ve aynen Amasya’daki gibi sıralanmış Osmanlı konakları seyrettik. Oradan nehrin karşı tarafına, Arasta Camisinin olduğu yere gittik. Arasta Camisi Balkanlara ilk geçen akıncıların piri Gazi Evranos Beyin oğlu Yakup Bey tarafından 1526 tarihinde yaptırılmıştır. Daha sonra 1853 yılında cami yanmış ve ancak minaresi bu güne kalabilmiştir. Minarenin işçiliğinden caminin de çok güzel bir eser olduğu hissine kapılıyor insan.
Buranın hemen karşısındaki Gazi Mehmet Paşa hamamını görmeye gittik. Ancak hamam kapalı olduğu için içini göremedik. İnşallah restore edilir dilekleri ile oradan Emin Paşa Camisi ve Sultan Murat Kız Kuran Kursuna geçtik. Caminin avlusundaki kabristanlıkta bulunan şehitlere dualar okuyarak oradan ayrılıp doğruca hamamın karşısındaki Saraçhane Camisine gittik.
Cami ziyaretimiz akabinde hemen orada bulunan tekkeye geçerek bir süre dinlendik ve çay içtik. Tüm Balkanlarda ve özellikle de Pirizren’de Kadiri’sinden Halveti’sine, Bektaşi’sinden Suzi’sine pek çok tekke var. Bu tekkelerin çalışmaları hakkında yetkililerden biraz bilgi aldık. Hemen hepsinin ortak görüşü Balkanlarda bu gün İslamiyet yaşanıyorsa bunda en büyük payın bu tekkelerin olduğudur şeklinde idi. Bir anlamda bu tekkelerin sivil toplum örgütleri gibi çalıştığını gördük. Buradan Bayraklı Camisine geçtik. Caminin çok güzel bir ahşap işçiliği var. Caminin yanındaki kitapçı ile sohbet ettim. Ekibimizden Doç. Dr. Sefa Saygılı’nın kitaplarını raflarda gördüm. Bu durum yazmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu.
Artık ikindi yaklaşıyordu. Hızlı bir şekilde Maraş Camisini gördük ve yaşlı Kosovalılarla eski günleri konuştuk. Hepsinin konuşmasında Osmanlı’nın hoşgörülü yönetim anlayışına özlem, çekilen acılar ve sıkıntıların müsebbibi Sırplara öfke vardı. Oradan Bistriça nehri boyunca dizilmiş Türk mimarisinin en güzel örneklerini oluşturan konakları seyrederek doğruca yine eski çarşıya geldik. Nihayet karnımız acıkmıştı ve özlediğimiz Pirizren köftelerini yemek için bir lokantaya oturduk. Kosova’yı ziyaret edeceklere şunu öneririm. Mutlaka Pirizren’e gidin ve Osmanlı çarşısındaki köftecilerde doyuncaya kadar yiyin. Çünkü bu kadar güzel köfteyi başka yerlerde zor bulursunuz.
Karnımız doyduktan sonraki durağımız Kosova Türklüğünün kalbi Mamuşa köyü oldu. Arabamıza atladık ve yola koyulduk. Kosova’daki Türk Birliği de buraya yakın bir bölgede bulunmaktadır. Bir saat sonra Mamuşa köyüne vardık. Köyün girişinde Kosova, AB ve Türk Bayrakları asılı idi. Köyün nüfusu 6500 kişi. Tamamı Türk. Atalarının Tokat yöresinden buraya geldiklerini söylediler. Köyün Belediye Başkanı Arif Bütüç Beyi ziyaret ettik. Köyün ilkokulunu ve belediye binasını Türk Birliğinin yaptığını söyledi. Gittiğimizde milletvekili olan ancak bu dönem seçilemeyen Sayın Rıfat Gradniç de orda idi. Köyü dolaştık ve camiyi ziyaret ettik. Orada köylülerle sohbet ettik. Bir köylü kardeşimiz Türkiye’ye sevgisini göstermek açısından üzerinde Türk Bayrağı olan tabloyu bize göstererek onu da çekmemizi ve yayınlamamızı istedi. Cami avlusunda tarihi saat kulesini çektik ve doğruca milletvekilinin evine gittik. Bize ikram edilen ayranı içtik ve sayın vekilimizin müsaadesi ile duvarında asılı olan ve altında “biz bu ülkeyi karşılıksız sevdik” yazılı Bozkurtlu tabloyu çektim. Kosova’daki Türk kardeşlerimizin sorunlarını bir de Rıfat beyden dinledik ve evinin önünde bir hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra köyden ayrıldık.
Mamuşa köyünden sonraki durağımız Yakova şehri oldu. Burasının Kosova’da tekkelerin en fazla olduğu yerdir. Şehirde dini ağırlık fazladır. Şehre vardığımızda hava yağmurlu idi. Bu nedenle çok fazla kalamadık. Şehirde çok hoş bir eski çarşısı var. Adı da Uzun Çarşı’dır. Aynen Pirizren’de olduğu gibi eski yapılanma bu çarşıda hiç bozulmamış. Geniş saçaklı ve saçak altlarında oturak yerleri olan ve yağmurlu havalarda oturulabilinen iş yerleri karşılıklı dizilmişler. Çarşı şehri bir baştan öbür başa kat ediyor. Bir insanın alabileceği her şey var. Yorgancısından eczanesine, bakkalından tamircisine ama her şey var. İnsanın bu güzel çarşıdan ayrılası gelmiyor. Ama ne yazık ki buradan da ayrılarak Piriştine’ye döndük.
Kosova’da son gün Graçanitza ve Gilan’ı gezdik. İlk durağımız Graçanitza kasabası oldu. Burada büyük bir manastır var. Manastır Osmanlı döneminde ciddi bir restorasyon geçirmiş. Manastıra ait diğer yapıların tamamı Türk mimarı tarzına göre yapılmışlar. Bütün olarak bakıldığında manastırla birlikte çok güzel bir uyum oluşturmuşlar. Türk Milletinin idaresi altındaki diğer unsurlara hoşgörüsünün ve desteğinin en güzel örneklerinden biri işte bu durumdur. Pazar sabahı olması nedeniyle manastırda oldukça kalabalık bir cemaat vardı. Yeni doğmuş bebeklerden yetmişlik ninelere herkes orada idi. Bir yaşlarında bir kız çocuğuna babası Hz. İsa’nın resmini öptürmesini ilgi ile izledim ve çektim. Bana göre dini eğitim beşikte başlar ve mezara kadar sürer. Bu iyi bir toplum oluşturmanın ana şartlarından biridir ve tüm semavi dinler ile diğer inanışlarda böyledir. Çok canlı ve taze örneğini tekrar burada görmüş olduk. İnşallah bizde direten zihniyetlere bu bir örnek teşkil eder.
Kosova’da son durağımız Gilan oldu. Gilan da Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerden biri. Burada belediye sarayı da dahil resmi binalarda Türkçe isimlerin yazılı olduğunu gördük. İnşallah tüm Kosova’da bu durum düzeltilir ve eski dönemde olduğu gibi Türkçe de resmi dil olur. Burada Türk Hükümeti ve Devletine çok iş düşüyor. Sadece Türkiye değil tüm Türk dünyası gayret sarf etmelidir. Gilan’da Mehmet Akif caddesinden, Osmanlı Müzik Okuluna pek çok Türk eserini görme fırsatı bulduk. Daha sonra rehberlerimiz Orhan Sait’in babası ve Dr. Bilgin Sait’in amcası Gilan emekli Başsavcısı İlyas amcanın evine gittik. Kendisi ile Türkler açısından eski ve şimdiki Kosova’yı konuştuk. Bize geçmiş dönemde Türklerin çektiklerini ayrıntılı bir şekilde anlattı. Zaman zaman gözlerimiz doldu ve ağlamamak için kendimizi zor tuttuk. Yaklaşık 500 yıl Balkanlardaki tüm ırkları barış içinde yaşatan bir millete bu yapılır mı diye sormadan kendimizi alamadık.
Çok üzüntülü ve acı veren bir sohbetin akabinde Kosova Türk mutfağının o nadide yemeklerinden (Börekten tatlısına kadar) oluşan güzel bir sofra kuruldu. Yemeklerimizi yedik ve artık Kosova’dan ayrılma vakti geldi. Kapıda Gilan emekli Başsavcısı İlyas amca ile bir hatıra fotoğrafı çektirerek ayrılmak istedik. İlyas amca bize sokaklarını gösterdi ve bu sokaktaki evlerin eskiden yüzde 90’nı Türklere aitti. Bu gün ise sadece 3 aile kaldık dedi ve gözleri doldu. Kosova’da Türklere yapılan etnik temizlik hareketinin boyutunu anlayın ve Türkiye’de anlatın ki herkes bilsin dedi. Vedalaşarak içimiz buruk ve fakat umut dolu olarak ayrıldık ve kara yolu ile Makedonya’nın başkenti Üsküp şehrine geldik. Üsküp’te bir süre kaldıktan sonra hava yolu ile Türkiye’ye döndük.
Şimdi bu yazı nedeniyle Türkiye’deki Kosova kökenli Türklere sesleniyorum. Kosova ile bağlarınızı koparmayın. Orayı sıkça ziyaret edin. Hem Kosova ve hem de Türkiye vatandaşı olun. Oradaki topraklarınızı geri alın çünkü o topraklarda Arnavutlar ve Sırplar kadar bizim de hakkımız vardır. Biz sadece kendi toprağımızı istiyoruz yoksa başkasınınkini değil. Zorla elimizden alınan topraklarımızı geri istiyoruz. Buna da hakkımız var. Bunun için tüm Balkanlarda hem devlet ve hem de millet olarak mücadele etmeliyiz.
Son olarak Kosova’nın bağımsızlığını tekrar canı gönülden destekliyor ve kutluyorum. Orada bizi çok güzel ağırlayan Orhan ve Bilgin Sait kardeşlerime çok teşekkür ediyorum. Makedonya yazısında buluşmak üzere okuyucularıma iyi günler temenni ediyorum.


www.ufukotesi.com - 05 / 2008  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.