Bamteli

 

Aydil Erol  

İbret Alınacak Davranışlar


Yıldız sarayında yangın çıktığı sırada bekçibaşı üzüntüsünü göstermek maksadıyla hüngür hüngür ağlamaya, yapmacık üzüntü eseri göstermeye çalıştığı sırada Sultan Vahideddin şöyle der: “Benim milletimin evi yanıyor; ben onu düşünüyorum. Kendi evim yanmış ne ehemmiyeti var?..” (Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Türk Tarih Kurumu yay., 2.b. 226.s., Ankara 1951)

Basınımıza, Türk’ün asaletine yakışacak terbiyeli bir havanın hâkim olmasını istiyoruz.
Galip Erdem (Devlet, 1969)

ABD yalakalarının, AB şakşakçılarının, Batı kâse yalayıcılarının, kiralık kalemlerin, satılık vicdanların, güneşi görmeyen baykuşların, cümle inkârcıların köküne kibrit suyu dedikten sonra bir başka kitaba geçelim: Bir akşam Dâmâd Ferid’i huzuruna çağıran Sultan Vahideddin ona şu tavsiyede bulunur:
“Avrupa’nın kumaşıyla parasından başka bir şeyinin sağlamlığına inanma ve bel bağlama!” (Tarık Mümtaz Göztepe, Vahideddin, İstanbul 1994, 364.s.)
*
Avni Altıner de şunları yazar: “Son pâdişah Vahideddin San Remo’da parasız kalmış. O zamanki Roma sefirimize müracaat edip:
_Her şeyimi sattım; yine parasız kaldım. Bir Türk ve Müslüman olarak sokakta dilenirsem bütün gazeteler Osmanlı Pâdişahı ve İslâm’ın Halifesi diye teşhir ederlerse, siz de üzülürsünüz, [der].
Sefir ayda kaç lira istediğini sorar. Mehmed Vahideddin de 200 liranın yeteceğini söyler. Sefir, Ankara’ya gelir; durumu Atatürk’e açar. O da hariciye vekilini çağırır:
_Bütün sefaretlere o memleketteki muhtaç tebaamıza ayda 200 TL örtülü ödenekten yardım yapabileceklerini telleyin, der ve maksadın her ay Vahideddin’e yardım olduğunu, önce Roma’ya havale verilmesini söyler. Etrafındakiler vatan haini bir adama nasıl para veririz?.. derler. O zaman Atatürk:
_Vereceğiz… Siyasî bir hatâ yaptı. Cezasını çekiyor; fakat hırsızlık yapmadığı için ona ölünceye kadar bakacağız. İsteseydi kaçtığı İngiliz zırhlısına Topkapı sarayındaki sade Şah İsmail’in tahtını koyup götürseydi, ölünceye kadar refah içinde yaşardı. Topkapı’daki mücevherata, kıymetli eşyaya el sürmediği, yani hırsızlık yapmadığı için suçu azalmıştır.
Bu söz üzerine rivayete göre Roma sefaretimiz “Muhtacînden vatandaş Mehmed ef.” diye Vahideddin’e her ay 200 lira ödemiştir.” (Her Yönüyle Atatürk, (genişletilmiş 2. b. haz: Avni Altıner), Bakış Kütüphanesi, İstanbul,1974, 419.s.)
*
Vakti zamanında 2 Türk genci girdikleri sınavda yabancı ülkede öğrenim görme hakkı elde eder. Yalnız ne var ki, yurt dışına bir tek öğrenci gönderilecektir. Bu durumda gençlerden biri, arkadaşına: “Gâzi, der sen git; ben bir fırsatını bulur; ne yapar eder yine giderim.” (Bunları söyleyen genç, o günün ileri gelenlerden birinin oğludur.) Gâzi, Avrupa’da öğrenimi tamamlar. İş güç sahibi olur. Sonrası mı?.. dediniz… Hakkından feragat eden arkadaşının oğlunu alıp Avrupa’da okutur. Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız Gâzi’nin soy adını söylemeyi galiba unuttuk.. Bu Gâzi, dünyaca ünlü beyin cerrahımız Gâzi Yaşargil’den başkası değildir…
*
Gaspıralı İsmail Beğ gibi örnek bir Türk gazetecisine, örnek bir insana, örnek bir fikir ve dâvâ adamına nâbekârın birinin verdiği cevaba bakar mısınız:
_Tütün ekseydin, sana yardım ederdim, fakat gazeten için para veremem (C.S. Kırımer, Gaspıralı İsmail Beğ, İstanbul 1996, 55.s.)
Kafalarında uzaydan daha korkunç boşluk bulunan bu nâbekârların, (Atatürk’ün deyişiyle) bu “sebükmağzların” kuruyasıca soyları ne yazık ki günümüzde eksilmemişe benziyor!..
*
Bu hilkat garibelerinin hilkat garibesi isteklerinden biri:
(Yaklaşık 500 sayfalık bir eseri birisi hazırlayacak, bastıracak, her türlü zahmetine katlanacak ve bütün giderlerini de karşılayacak… Kitabı da ancak çıktıktan sonra görecek olan bu pek çok sayın bayın imzasını da eserin üstüne koyacak!!!)
Bu satırları okuyanlar, gayet tabiî olarak sorabilirler: “Dünya tarihi böyle bir uyanığı ve onun akıl almaz, mantık kabul etmez teklifini kabul eden bir sadedili kaydetmiş midir?!!”
Teklifi kabul edeni görmedik ama, ileri sürenleri, böyle bir olmaz emelle yanıp tutuşanları ne yazık ki görmüş bulunuyoruz.
*
Delidir; ne yapsa yeridir… deyip geçelim ve biraz da güzel örneklerden söz edelim:
Yıllar önce Prof. Dr. Mertol Tulum’a bir iş adamı gelir. Hoşbeşten sonra, ziyaretçi “Hocam, der, yıllardır Allah’a şükürler olsun paralar kazandık. Nerede kazandık?.. Bu memlekette… Bu yüzdendir ki bizim bu millete, bu memlekete borcumuz var. Borcumuzu elimden geldiğince, gücüm yettiğince ödemek isterim.” Mertol Hoca, “Ne yapmayı düşünüyorsunuz?..” dediğinde aldığı cevap şu olur:
“Bu memleketin, bu milletin ilim ve irfanına hizmet edenler arasına katılmak…” *
Dinimiz veren elin alan elden hayırlı olduğunu, cömertlerin cennete şehitlerden önce gireceğini söyler… Dedem Korkut eydür: “Beğ malına kıymayınca adı çıkmaz…” Hâl böyleyken kişi oğullarına yardımcı olmaktan korkanlara, ödleri patlayanlara; “herkesi kör, âlemi sersem”, kendilerini de uyanıklar kıralı sananlara, ceplerinde akrep sürüleri bulunanlara ne demeli bilinmez!!!
“Cimriyle cömertin harcı birdir.”, “Allah yağ mumu yakana yağ mumu, balmumu yakana balmumu verir.” ata sözlerini hatırlayıp devam edelim:
Dünya yalnız çirkinliklerin, yalnız yanlışların bulunduğu, yalnız hatâların görüldüğü bir yer değildir. Kötülüklerin yanında iyiliklerin, çirkinliklerin yanında güzelliklerin, bilgisizlerin yanında bilginlerin, kendini bilmezlerin, densizlerin yanında naziklerin, kibarların da var olduğu her zaman görülmüştür. Yalnız dikenleri görüp takılıp kalmamalı, dikenlerin arasında gülün bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. Fesat kumkumaları yanında, Allah’a şükürler olsun, iyilik yapmak için çırpınanlar da vardır, didinip yırtınanlar da… Sessiz sadasız iş görürler, kimsenin duymasını, bilmesini de istemez gibidirler…Bu bir yasa mıdır; merak etmemek elde değil: İş yapanlar konuşmuyor; hiç bir şey yapmayanların da çenesi durmuyor!.. Tıpkı boş tenekelerin çok ses vermesi gibi… Diyareleri ağızlarına vurmuş sanırsınız…
Yeri ve sırası gelmişken bir noktayı açıklamayı, Allah’ın bildiğini kuldan saklamamayı da vicdan borcu kabul ediyoruz: Görebildiğimiz güzel insanlardan biri de Hüseyin Tavukçuoğlu kardeşimizdir. Onu hep, gülen yüzünün yanında çevresindekilere yardımcı olmak için, kişi oğullarına iyilik yapmak için çırpınırken gördük. Adı gibi sîreti de, sûreti de güzel bu kardeşimizin benzerlerinin çoğalmasını dilerken, Rabbim de onlara yardımını esirgemesin demekten kendimizi alamıyoruz.

Mâniler
Doğru yap doğru sayıp
Sonra derler ki: “Ayıp!..”
Anlamak mümkün müdür
“Beş milyon seçmen kayıp!..” (1)

Sanma artık durgunum
Yalnız biraz yorgunum.
Fatoş Çal gibi ben de
“Türkülere Vurgunum” (2)

“Kastamonu mutfağı
Zengin” demek, ne demek?!!
“Otuz sekiz çorba var,
Elli bir çeşit ekmek…” (3)

“Pirinç almayın” (4) diyen
Bakan Mehdi Eker’im,
Pirinç pilâvı yemiş
Afiyetle şekerim…

(Elâzığ tarzı)
Horyatlar
Yön deme yön deme
Bu tarz, bu ne yön deme!
‘Ufuk’un ‘Ötesi’nden
Tebrik Harun Yöndem’e

Bu yön deme yön deme
Bu nasıl yön deme!
Gönül dolusu selâm
Bizden Harun Yöndem’e

1) TRT-1, 17.4.2008, 13.00 haberleri.
2) Türkülerimizin sevilen sesi Fatoş Çal’ın 6’ncı albümü. (tel: 0212/519.13.63.)
3) Ahmet Saka Gökoğlu, Kastamonu yöresinden 812 çeşit
yiyecek derleyerek ilin mutfağının ne denli zengin olduğunu
ortaya koymakla kalmamış, ayrıca 38 çorba ile 51 çeşit ekmeğin
tarifini de vermiştir (Zümrüt Nahya, “Kastamonu
Mutfak Dünyasından”, Kültür ve Sanat,
Kastamonu Özel Sayısı, eylül 1995.) Bu tabloyu
Türkiye çapında genişletmekle kalmayıp
Türk dünyası ölçeğinde ele alıp ortaya çıkacak
görkemli manzarayı düşünmek gerektir… (Dünyanın en zengin
mutfaklarından birine sahip olan bir ülkede adım başında Hamburger,
Tamburger, Çamburger, Vızburger, Cızburger, Hızburger, Çokburger, Yokburger
Yokbilmemneburger vb. görünce bir hayret ayazıyla donmamak mümkün müdür?!!
Bu davranış bu soylu millete saygısızlık değilse nedir?!!)
4) 17.4.2008.


www.ufukotesi.com - 05 / 2008  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.