Aslında esas telaş bu değil, esas telaş entel liboş takımının, ellerindeki devleti yönetme gücünü ve ekonomik güçlerini kaybetme telaşıdır.
Türk Milleti Çanakkale Savaşları’nda ve İstiklal Savaşı’nda geniş omuzlularını (uzun boylu leventlerini), okumuş, yüksek tahsil görmüş insanlarını kaybetti.
İstiklal Savaşı’nın ardından savaş kaçkını entel ve liboş takımı meydanı boş buldu ve okulları, üniversiteleri işgal ettiler. Ekonominin önemli noktalarını da ele geçirdiler. Rahmetli Atatürk bu kişilerle çok mücadele etti. Ancak kısa ömrü bu meseleyi çözmeye yetmedi.
Eskiden talep eden, yakası hafif kirli, mahcup, benim ezilmiş, hor görülmüş vatandaşım cevap verme cesaretini dahi gösteremezken şimdi üniversitelerde, ekonomide akın akın gelmekte ve hakkını hukukunu aramaktadır. İşte entelleri ve din istismarcılarını da korkudan esas mesele budur.
Birileri çıkıyor imam hatipler bizim arak bahçemizdir, başörtülülere rektörler selam duracak diyor, siyasi rant elde ediyor.
Birileri de çıkıyor laiklik elden gidiyor, şeriat devleti kurulacak diye isyan ediyor.
Her iki taraf da “CANBAZA BAK” deyip rant elde etmeye çalışıyor ve zavallı milletimi uyutuyorlar.
Güneydoğu’da Büyük Ortadoğu hayali ile yanan Amerika da Türkiye bölünsün, parçalansın ve kolay yutulan bir lokma haline gelsin diye her iki tarafı da destekleyerek bölünmeyi hızlandırmaktadır.
Güneydoğu illerimizde rezaletler yaşanıyor; Türk bayrağı gönderden indiriliyor, çiğneniyor, bombalar atılıyor, kimsede ses yok, bu bir başkaldırı hareketidir. PKK’lı milletvekilleri terörist başının yakalanış yıldönümünü bahane ederek Güneydoğu illerimizi kan gölüne çeviren PKK’lılar için özgürlük yürüyüşü yapıp, “demokratik haklarını kullandılar” diyebiliyorlar. Terörist başına sayın diye hitap ediyor, basınımızda başörtüsü için kopartılan fırtınaların onda biri kadar tepki yok, herkes suskun. Bayrağın indirilip çiğnenmesini provokatörlerin işi diye devlete yıkmaya çalışanlar bile var. Türk bayrağını hiç kimse provokasyon için kullanamaz.
Türk milletini önce sağcı-solcu, Alevi-Sünni, doğulu- batılı diye bölmeye çalıştılar, beceremediler. Şimdi de laik- şeriatçı olarak bölmeye çalışıyorlar, sistem istediğini elde edemeyince “CAMBAZA BAK” diye milleti kandırmaya çalışıyorlar. “MÜTEKABİLİYET” şartı aranmadan vakıflar kanununu çıkarmaya çalışıyorlar. Bu kanun çıkarsa AYASOFYA’YI kilise olmaktan kim kurtarabilecek?
Devleti yönetenler şunu iyi bilmelidirler. Yöneticinin ağzından çıkan bir söz tarihe not düşmektedir. Sıkça söylenen “onu demek istemedim, beni yanlış anladınız” sözü tarihe düşülen notu ortadan kaldırmaz.
Aslında milletimiz Alevi’si - Sünni’si, doğulusu -batılısı, kapalısı - açığı rahat bir arada yaşamak istiyor. Bunu istemeyen, bu çalışmalardan RANT elde edenlerdir.
Sene 1968 veya 1969 yıllarıydı. Burgaz Adası’nda tam denizin üzerinde bir cami vardır. O caminin imamı benim teyzemin oğlu. Öldü, Allah rahmet eylesin. Yazları bir ay izin alıp memleketi Rize’ye giderdi. Ben de bir ay adada onun evinde kalırdım. Caminin üst katında deniz manzaralı bir yerde ders çalışırken, iki genç bayan kapıyı açtı, beni görünce geri geri kaçmaya çalıştılar. Ben “buyurun gelin” deyince “başımız açık onun için girmemize izin vermezsiniz diye geri çekildik” dediler. Ben “buyurun camiyi gezin, başınızın açık olması buna engel değil” dedim. Camiyi gezerken RAHLE üzerinde benim hukuk kitabımı görünce “Aaa biz de Ankara hukukta okuyoruz, meslektaşız” dediler. Arkasından da biz TÖS’e ait öğretmen evinde kalıyoruz. Bizim tam karşımızda kilise var, hep çan sesi duyuyoruz, ezan sesi duymuyoruz. Caminin hoparlörü yok mu?” diye sordular. Ben de “kimse almadığı için bugüne kadar hoparlör takılmamış” dedim. Beni öğretmen evine davet ettiler, orada para topladılar ve bana teslim ettiler.
Ben de caminin hoparlörünü taktırdım ve imam bundan sonra ezanı hoparlörden okumaya başladı. Şimdi mini etekli, başörtüsü olmayan, sol bir kuruluşun mensubu kızlar kilisenin çanından rahatsız olmuşlar, aralarında para toplayarak camiye hoparlör almışlar. Bundan daha güzel ne olabilir?
Yine bir profesör arkadaşım, Çandarlı’da ailece bir pansiyona yerleşmiş, sahilde denize girmiş ve sonra da orada namaz kılmaya başlamış. Bunu gören, bikinili kızlar koşarak etrafını sarmışlar ve “işte aydın din adamı sizin gibi olmalı” demeye başlamışlar. Kızlar heyecanla “ Türkiye’yi sizin gibi hem sahilde ibadet eden, hem de denize giren insanlar kurtaracak” demişler. Hocanın da tepesi atmış. “Biz günah olduğundan değil parasızlıktan denize girmiyoruz. Sizler bir asırdır denize giriyorsunuz, Türkiye kurtulmuyor da, ben girince mi kurtulacak?” demiş. “Eğer inanmıyorsanız bana biraz kaynak bulun İstanbul’a telefon edeyim, yarın burada bin tane imamla denize girelim” demiş. İşte bunlar hep yanlış anlaşılmaktan kaynaklanan şeyler, insanları hep ötekileştirmişler. Çatışma kültürü ile yetiştirmişler, uzlaşma, sevgi, hoşgörü yok edilmiş, insanlar birbirlerine düşman olmuşlardır.
Geçenlerde gazetelerde bir haber okudum, en iyi üniversiteler arasında 1000 üniversite arasına giren 5 üniversitemiz var. Sadece Ortadoğu Üniversitesi 480. sırada diğer dört üniversite 900’ün üzerinde 1000’e yakın yerlerde.
İşte bu sorunların sebeplerini araştıralım, neden bu haldeyiz, niçin ilerlemiyoruz?
Devlete başkaldırı hareketiyle bayraklarımız indiriliyor, çiğneniyor. Biz hâlâ başörtüsü, uydurma ERGENEKON işleriyle uğraşıyoruz.
Sorunlar onları yaratanların mantığı ile çözümlenemez.
Ziya Paşa diyor ki “çalışkan, gayretli bir adama taassup isnad olunur. Dinsizlere teveccüh göstermek yeni çıktı. Devletin geri kalmasına sebep; Müslümanlıkmış, bu rivayet eskiden yoktu, yeni çıktı. Her işimizde milliyeti unutarak FRENKLERİN fikirlerine uymak yeni çıktı.
Rütbe sahipleri af ile müjdelenmiş midir? Ceza kanunu acize mi mahsus demektir? Milyonla çalan yüksek mevkilerdedir. Birkaç kuruş çalan kürek cezasına çaptırılmaktadır.
Zenginler için din de iman da akçedir, namus ve hamiyet sözü fukarada kaldı.”
|