-

 

Dr. Orhan Gedikli  

Arnavutluk’ta Türk izleri-1


Kapsamlı bir Yunanistan yazısından sonra Arnavutluk’taki Türk izlerini yazalım diye düşündüm. Hepimizin hatırlayacağı üzere meşhur diktatör Enver Hoca’nın ülkesi Arnavutluk. Enver Hoca’ya babası Enver adını İttihat Terakkinin liderlerinden ve Osmanlı’nın son dönemine damgasını vuranlardan biri olan büyük vatansever Enver Paşa’ya hayranlığından dolayı vermiştir. Çünkü Enver Paşa Balkan coğrafyasında verdiği mücadelelerden dolayı Atatürk sonra sevilen ikinci kişidir.

Arnavutluk yaklaşık 4 milyon nüfuslu, 28.750 km² yüz ölçüme sahip Müslüman bir ülke. Ziraat ürünleri olarak bir sorunu olmayan ülkede tüm meyve ve sebzeler yetişebiliyor. Ayrıca zengin yeraltı kaynaklarına da (özellikle demir) sahiptir. Halkının yüzde 70’i Müslüman, yüzde 20’si Ortodoks (güneyde) ve yüzde 10’u da Katoliklerden (kuzeyde) oluşmaktadır.
Arnavutlar Balkanların yerli bir kavmidir ve 6 ülkeye dağılmışlardır. Bu ülkeler Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Yunanistan. İtalya ve Türkiye’dir. Arnavutlar Osmanlı döneminde topluca İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Balkanlarda bunların yanında Boşnaklar ve Pomak Türkleri de topluca İslamiyet’i kabul etmiş kavimlerdir. Tüm Balkanlarda Türk demek Müslüman demektir.
Bir diğer açıdan Arnavutluk Rumeli’de en fazla Türk izleri taşıyan ülkelerden biridir. Bu açıdan da özel bir önem arz eder. Bundan dolayı ani bir karar ile uçağa atladık ve kendimizi Tiran Nene Teresa (Rahibe Terasa) havaalanında bulduk. Arnavutlar geçmişlerine oldukça bağlı bir millettir. Bunu havaalanı isminden bile anlayabiliyoruz. Rahibe Terasa’nın Arnavut olduğuna inandıkları için havaalanına onun adını vermişler.
Arnavutluk yaklaşık 500 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Arnavut kökenli birçok Osmanlı Paşası vardır. Türkler balkanları terk ettikten sonra da pek çok Arnavut ülkelerini bırakarak Anadolu’ya gelmişlerdir. Bu gün bunların bir kısmı geri dönmüş olsa da, büyük çoğunluğu huzur içinde kendilerini Türk gibi hissederek ülkemizde yaşamaktadırlar. Türk halkı ister ülkemizde, ister dışarıda olsun Arnavutları kardeş olarak görmekte ve bağırlarına basmaktadır. Bu duygu ve düşünceler ile kardeş Arnavutluk’u değerlendireceğim.
Tiran Nene Teresa havaalanındaki pasaport kontrollerinden hemen sonra özel bir araçla Arnavutluk’un ilk başkenti Akçahisar’a (Kruja) doğru yola koyulduk. Arnavutluk 1190 yılında kuruldu ve Osmanlı buraya 1415’de Akçahisar’ı alarak yerleşti. Bir saatlik bir yolculuktan sonra şehir uzaktan görünmeye başladı. Oldukça sarp dağların eteklerine kurulmuş muhteşem bir şehir. Şehre mührünü vuran iki eserden biri Osmanlı Camisi, diğeri ise Kalesidir.
Kartal yuvası gibi görünen Akçahisar kalesi Bizans döneminde yapılmış ve Osmanlı döneminde de ciddi bir tamir geçirmiştir. Akçahisar İskender Bey’in Arnavut isyan hareketlerini başlattığı yerdir. İskender Bey Osmanlıyı oldukça zorlamış ancak sonunda pes etmiştir. Osmanlı’da Müslüman olan İskender Bey Arnavutluk’a döndükten sonra tekrar Hıristiyan olmuş ve öldükten sonra bir kiliseye gömülmüştür. İşkodra yolu üzerinde Leja şehrindeki bu kilise üzerinde bugün anıt bir mezarda yatmaktadır. İskender Bey öldükten sonra oğlu ve karısı İtalya’ya gitmiştir.
İskender Bey Arnavutluk’tan Osmanlı tarafından küçük bir çocuk olarak alınıp Edirne İç Oğlanlar Mektebi’ne getirilip yetiştirildikten sonra eski yurduna mülki amir olarak atanan bir Osmanlı Paşasıdır. Genelde bu tip uygulama tüm Osmanlı coğrafyasında yapılmıştır ve çok iyi sonuçlar alınmıştır. Ancak İskender Bey ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi devletine isyan eden tipler de tabiî ki çıkmıştır.
Akçahisar’da ilk önce şimdi müze olan kaleyi ve kale içini gezdik. Müze müdürü Mehdi bey bize İskender beyin bir yasasından bahsetti. Bu yasaya göre evlenen her çift 25 üzüm ve 20 zeytin fidesi dikmesi zorunda imiş. Bu nedenle Arnavutluk’ta bol üzüm ve zeytin bağları var. Kale içinde Akçahisar Valilerinden Kaplan Paşa’nın konağını da ziyaret ettik. Bu konak Etnografya müzesi olarak kullanılıyor. Konak 1800’lı yıllarda yapılmış. Konağın dışı ve içi tam bir eski Anadolu konakları gibi düzenlenmiş durumda. Arnavutluğun her köşesi Anadolu’dan farksızdır. Akçahisar’da kale içinde ve dışında bu tip Türk konakları mevcuttur.
Buradan hemen alt tarafındaki Bektaşi tekkesine geçtik. Tekkenin bahçesinde yaşlı bir zeytin ağacı var. Bunu İskender beyin diktiği söyleniyor. Balkanlarda bugün Türklük ve İslamiyet yaşıyorsa ki yaşıyor bunda bu coğrafyadaki Tekkelerin payı çok büyüktür.
Daha sonra ziyaretimizi Türk Çarşısı ile devam ettirdik. Bu çarşının ne kadar güzel olduğunu ancak görerek anlayabiliyor insan. Rumeli coğrafyasında bu tip çarşılara ara sıra rastlıyoruz. Maalesef ülkemizde bu çarşıları günümüze ulaştıramadık. Sebep olanlardan yüce Allah öbür dünyada hesabını sorar diye düşünüyorum. Çarşı gezisi ve ufak tefek alışverişten sonra doğruca Osmanlı Camisine gittik. Cami ziyaretinden sonra Akçahisar’ı geride bırakarak İskodra’ya doğru koruganlar arasından yol almaya başladık.
Burada koruganlardan biraz bahsetmek gerekir. Koruganlar Enver Hoca tarafından yaptırılmış beton sığınaklardır. Tüm Arnavutlukta 24 bin adet olduğu söyleniyor. Ülkeye dış güçler tarafından bir saldırı durumunda bu sığınakların hem savunma ve hem de sığınma amaçlı hizmet vermeleri esas alınmıştır. Bugün ise Enver Hoca dönemini hatırlatan nostaljik yapılar olarak varlıklarını sürdürmekteler.
İşkodra ülkenin kuzeyinde kendi adıyla anılan gölün kenarında kurulmuş çok güzel bir şehir. Her şeyi ile Osmanlının izlerini taşıyor. Arnavutluk’ta İşkodra ve Yunanistan’da Yanya Balkan tarihi açısından çok önemlidir. Çünkü 1911-1912 I. Balkan harbinde her yer düşmesine rağmen bu iki şehir düşmemiş ve 5 ay direnmiştir. Yanya’da Vehip ve Esat Paşalar, İşkodra’da Hasan Rıza Paşa ve Edirne’de Şükrü Paşa çok ciddi savunma yapmışlardır.
Önce Şükrü Paşa şehit olmuş ve peşinden Edirne düşmüştür. Erzurumlu olan Şükrü Paşa şimdi çok sevdiği Edirne’de şehre hâkim bir tepede şehit düştüğü yerde yatmaktadır. Daha sonra İşkodra’da Hasan Rıza Paşa alçakça bir suikasta uğrayarak şehit edildi ve şehir düştü. Hasan Rıza Paşanın İşkodra savunması bir destandır. Arnavut ve Türkler kuzeyden gelen Karadağ, Sırp ve diğer düşmanlara karşı yaptıkları 5 meydan savaşını kazanmışlardır. Türkleri yenemeyeceklerini anlamaları üzerine İşkodra başpiskoposu ve Hıristiyan Arnavut asıllı Esat Paşa’nın entrikaları sonucu H. Rıza Paşa başpiskoposun evine toplantıya giderken alçakça pusuya düşürülerek şehit edildi.
H. Rıza Paşa bugün çok sevdiği Arnavut kardeşleri ile birlikte İşkodra şehir mezarlığında mütevazı bir mezarda yatmaktadır. Gittiğimde mezar bir çöp yığını gibi idi. Buradan Türk Dışişlerli yetkililerine ve Arnavutluk’taki Türk işadamlarına sesleniyorum. Buraya bir anıt mezar ve büst yapmalıyız ki gelecek nesiller bunları unutmasınlar. İşkodra’da Türkiye’den bir gurubun H. Rıza Paşa Koleji adı ile bir okulu vardır. Başka bir gurubunda İstanbul Koleji adı altında bir okulu vardır. Burada yurt dışında Türk bayrağını dalgalandıran herkese teşekkür ediyorum.
İşkodra’da ilk işimiz Rozafa kalesine çıkmak oldu. Kale gerçekten şehre hâkim bir tepeye kurulmuş. Kale içinde cami kalıntılarına rastladık. Dedelerimiz Berat şehrinde olduğu gibi kale içine de cami yapmış ve orada yaşam sürmüşler. Bugün kale içinde yaşam yok. Kaleden sağa doğru baktığınızda Balkanların en büyük göllerinden biri olan İşkodra gölünü ve gölden doğan Buma nehri ile şehri seyrediyorsunuz. Sola döndüğünüzde ise Drini ve Kiri nehirleri ile onların arasına yapılmış Kurşunlu Camisini görüyorsunuz ve kaybedilen topraklar için içiniz yanıyor. Gittiğimizde şehirde sel olduğu için cami sular altında ve kapalı idi.
Kaleden sonra kalacağımız otele eşyalarımızı koyduk ve eski şehir içi bölgesinde gezimize devam ettik. Osmanlı dönemi konakları, Belediye Sarayı ve H. Rıza Paşanın oturduğu Valilik konağı (bugün de Valilik olarak kullanılıyor), tarihi Ebubekir Camisi ve yeni yapılmakta olan Paruç Camisini (Enver Hoca zamanında yıkılmış) içeren şehir içi turundan sonra Müslüman bir Arnavut’un evine misafir olduk.
Kendisi daha önce 3 kez İstanbul’a gelmiş büyük Türk dostu ve oldukça aydın bir kişi. Arnavutluk tarihinin bir anlamda Osmanlı tarihi olduğunu söyledi. Ülkesinde 1000 civarında cami ve 700 kadrolu imamın varlığından söz açarak lafı Diyanet İşlerine getirdi. Diyanet İşlerinin devletten bağımsız gittiğini ve masraflarını da Türk ve bazı Arap vakıfların üstlendiğini söyledi. Türk Diyanetinin orada temsilcisinin olduğunu ve hatta Tiran’da büyük bir cami yapımını yürüttüklerini ilave etti. Sanırım şimdi bu cami bitmiştir. Kütüphanesindeki ekibimizden Doç. Dr. Sefa Saygılı’nın kitaplarını bize gösterdi.
Bizi evinde ağırlayan Şerafettin beyden önceki dönemler ile Enver Hoca dönemini karşılaştırmasını istedim. Kendisi bize babasının komünist dönemden önce bir dükkânı olduğunu ve 8 kardeşine bakabildiğini, ancak Enver Hoca döneminde kendisi ve karısı öğretmen olmasına rağmen 2 çocuklarına zor bakabildiklerini söyledi. Enver Hoca’nın dini bayramlarda tatlı yapılmasını bile yasakladığını anlattı. Annesinin onlara tatlı ister misiniz diye bayramlarda sorduğunu, tüm kardeşlerinin tatlı isteriz demesi halinde tatlı yaptığını ilave etti. Bizim evde kardeşlerimden biri tatlı istemem derse annem tatlı yapmazdı. Çünkü ispiyonculuk çok yaygındı. Anne çocuğundan korkuyordu diye söyledi ve gözleri doldu.
Komünist dönemden önce İşkodra’da 36 cami olduğunu ve bunlardan Kurşunlu Camisi haricinde hepsinin yıkıldığını, sünnetin yasaklandığını, Enver Hoca’nın resminin güzel çıkmadığını söylemenin hapse atılma nedeni olduğunu anlattı bizlere. Çok hoş ve oldukça yararlı bir sohbetten sonra Şerafettin beye teşekkür ederek otelimize döndük.
Ertesi sabah ilk işimiz H. Rıza Paşa’nın kabrini ziyaret etmek oldu. Şehit Paşamızın kabrinin görünümü ve bakımsız hali içimizi sızlattı. Orada Balkan harbinde şehit düşen Türk ve diğer Müslüman kardeşlerimiz için dualar ettik. Daha sonra Kiri nehri üzerindeki bir Sinan eseri olan Mesi köprüsünü görmeye gittik. Köprü tam bir mühendislik harikası eser. Yıllara meydan okur bir şekilde Türkler bir işi yaparsa böyle yapar der gibi insana bakıyor. Dedelerimiz bu eserleriyle ne kadar övünsek azdır. Ancak sadece övünmek yetmez. Onlardan ders alarak daha mükemmellerini yapmamız gerekir.
İşkodra’da son olarak Türkiye’den bir hayır kurumunun kurduğu ve işlettiği İstanbul Koleji’ni ve büyük yazar Davut Borici’nın evini ziyaret ettik. Davut Borici İstanbul Rüştiye Mektebi’nde eğitim almış ve burada hizmet etmiş bir edebiyatçıdır. İstanbul Koleji’nin müdürüne Enver Hoca dönemi ile ondan öncesi dönemi karşılaştırmasını istedim. Müdür bey komünist dönemde konuşmak zordu. Osmanlı döneminde gençlerimiz İstanbul’da tahsil görmüşlerdi ve çok iyi dönemler yaşamıştık.
1912 sonrası bu bağlar koptu. İtalya, Almanya, Fransa ve daha sonra Rusya ile bağlantılar başladı. Dışarıya giden gençlerimizin hemen hepsi geri döndü ve Arnavutluk’a büyük hizmetler yaptılar. Köklerinden kopmadılar. Maalesef bu elit bilim adamı tabakası Enver Hoca’nın komünist yönetimi döneminde öldürüldü ya da hapsedildiler. Bu gençlik heba oldu. Son dönemlerde ise dışarıya tahsile gidenlerin büyük çoğunluğu geri dönmedi. Türkiye’de son dönemlerde olduğu gibi bir durum oldu. Bizde bir tabir vardır. Yabancı ülke çok güzeldir ancak yaşamak için uygun değildir. Enver Hoca bir insanın sahip olması gereken her şeye sahip idi. Ancak halk sefildi dedi ve konuşmasını sonlandırdı.
Nihayet İşkodra gezimizi tamamladık. Camına Türkçe börekçi yazan börekçiden börekler aldıktan ve rehberimiz yakışıklı Diriçin’le Bozkurt selamı ile selamlaştıktan sonra başkent Tiran istikametine doğru yola koyulduk.


www.ufukotesi.com - 02 / 2008  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.