Gerçek

 

Özdemir Özsoy  

Nasihat


Bütçe müzakereleri, izleyenler için ne kadar sıkıcıysa konuşmacılar için de o kadar rahatlatıcıdır. Onun için birçok milletvekili bu fırsattan yararlanarak söz alıp eteğindeki taşları dökmek ister. Gerçekten de –bakarsınız- sözcü, aklına gelen her şeyi (konuyla ilgisi olsun, olmasın) sayıp döktükten sonra ferahlamış bir insanın yüz ifadesiyle geçip yerine oturur. Sıra arkadaşları her ne kadar toka edip kutlasalar da öyle pek fazla bir alkış sesi duyulmaz.

Çünkü oturum açıldıktan sonra yavaş yavaş genel kurul salonu, kendisine “izleme” görevi verilmiş birkaç milletvekili dışında pek az kişiye kalır. Birçoğu, kulakları içeride ama kendileri kuliste konuşmaları kaçırmama gayretini gösterirler. Yine de parti sözcüsünü, hatta –renkli bir sima ise- şahsı adına söz alıp konuşmuş olanları tebrik edip elini sıkan birkaç kişi bulunur. Nedense, kıdemli bazı bağımsızların nükteli (!) konuşmaları çok ilgi görüp kendilerini alkışlayanlar ve kutlayanlar daha çok olur.
Söz, parti liderlerinin, “bütçenin tümü hakkındaki” yani aslında bütçe ile ilgisi olmadığı halde ana politikalara değinen konuşmalarına geldiğinde partililerin hemen tümü hazır bulunup coşku dolu tezahürat yaparlar.
Geçenlerde yine böyle konuşmaları dinlemekte idim. Konuşan genç bir hanımdı. Ulaştırma politikaları üzerindeki görüşlerini dile getiriyordu. Bir araştırmaya dayandığı belli olan düşüncelerini içten bir tavır ile anlatma çabasındaydı. Söylediklerine samimi ve yurtsever hiçbir kişinin itirazı olamazdı.
Ülkemizde yük ve yolcu taşımacılığının çok büyük bir bölümünün karayollarıyla yapılmasının akıl ve izan ile bağdaştırılmasının mümkün olmadığını belirtiyordu. 800.000 kilometre kare yüzölçümü olan bu güzel ülkenin demiryollarının niye bu kadar ihmal edildiğini, bu gidişle bir enkaz yığını haline geleceğinden endişe ettiğini söylüyordu. Emniyetli ve süratli bir toplu taşıma aracı olması gerekirken göreceli olarak gerilediğini ileri sürüyordu.
İstanbul Boğazına yapılması düşünülen üçüncü köprünün yeni birtakım yerleşim ve dolayısıyla trafik problemleri meydana getireceğine işaret ediyor ve tersanelerin sistemli bir şekilde geliştirilmesine yarayacak bir planlamanın eksikliğine dikkat çekiyordu.
Karadeniz sahil yolunun yerleşim birimleri ile deniz kıyısı arasına sokulmuş bir mania gibi durduğunu belirterek, sağladığı fayda yanında çevre açısından bazı sakıncalar da doğurduğunu anlatıyordu.
Asıl önemlisi, Telekom gibi, demir çelik fabrikaları gibi stratejik tesislerin ve limanlarımızın satılmasının yanlışlığını ileri sürüyordu.
Bu konuşma üzerindeki görüşümüzü belirtmeden önce, daha doğrusu tekrar etmeden önce son zamanlarda dikkatimizi çeken bazı başka konulardaki saptamalarımızı ortaya koymalıyız. Çeşitli olaylar arasında kaynayıp gözden kaçan “yeni Anayasa” taslağı üzerinde artık kimse görüş belirtmez oldu. Herkesin kendi eğilimine göre bir şeyler sıkıştırma çabasında olduğu T.C. Devletinin Anayasasından son günlerde kimse bahsetmiyor. Zaten uzun süre ayrıntılar üzerinde ve şekil bakımından tartışmalar yapıldı.
Ayrıca ülkenin temel kalkınma stratejisi üzerinde ciddi bir çalışma yapan ve fikir üreten kimse kalmadı ortada. Birtakım çapraz faktörlerle kalkınma hesapları yapıp kendimizi aldatma yoluna gitmektense ülkenin kendi ürettiği değerlere dayanan gerçek bir kalkınmaya özenmemiz gerektiğini hatırlatmak istiyoruz. Öbür türlü gerçek kalkınma mümkün değil zaten. Ne söylemek istediğimizi bizi izleyenler elbette anlamakta ve bilmektedir. Bu konuya tekrar dönüp üzerinde duracağımızı umuyoruz.
Şimdi gelelim, mecliste, ulaştırma bütçesi üzerinde konuşma yapan hanımın hangi partinin sözcüsü olduğuna. Aslında ülkeye hizmet verme “şansı” olduğu halde bilinçsiz bir tavır ile bunu reddeden veya kendilerini oraya (Büyük Millet Meclisine) taşıyan oylara ters düşme endişesiyle robotlaşma eğilimi gösteren insanların temsil ettiği bir siyasi partinin sözcüsü.
Partisinin yanlış politikaları yüzünden –sevdiğini söylediği- bu vatanın zarar gördüğünü ileride fark edip mutlaka pişmanlık duyacağına inandığımız bu hanım Demokratik Toplum Partisinin (DTP) sözcüsü olarak konuşmaktaydı.
Ulaştırma konusunda biz yıllardır demiryolu ve denizyolu taşımacılığına önem verilmesini, modern araçlarla bu sektörün ön plana çıkarılmasını vazgeçilemez bir yol olarak göstermekteyiz. Sür’at, emniyet ve konfor etmenlerinin ancak bu yolda, bu ulaşım araçlarında bir arada bulunabileceğini biliyoruz. Hızlı tren projesinin her şart altında bir an evvel hayata geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Şimdiden öyle bir yola girilmezse daha birçok yıl boşuna geçer gider.
Şimdi bu partinin de böyle düşündüğünü görmekteyiz. Bu konuda doğru yolda olduklarını görüyoruz.
Yalnızca onbeş milyon nüfuslu bir şehrin değil bütün Türkiye’nin rahat nefes alabilmesi için İstanbul Boğazına deniz altından bir tüp geçit yapılmasını, bu işin çeşitli oyunbazlıklarla kesinlikle geciktirilmemesini, yine üçüncü köprüyü araya sokarak, kazılarda karşılaşıldığı söylenen uydurma engellerle soysuzlaştırılmamasını, kısacası ülkemize yazık edilmemesini söyleye söyleye helâk olduk.
Şimdi bu siyasi partinin de, üçüncü köprünün öne alınarak, tüp geçidin geciktirilmesinin birtakım yolsuzluklara yol açacağını dile getirdiğine şahit oluyoruz.
Karadeniz sahil yolunun güzergâhı konusundaki tenkitlerine gelince eğer başka alternatifler varsa ve iktisadi bakımdan önemli sakıncalar taşımıyorsa bu konunun üzerinde durulmasını biz de isteriz.
Başta limanlar, tersaneler olmak üzere stratejik tesislerin satılmasını, ülkemizin şeref ve haysiyetine bir tecavüz olarak gördüğümüzü, bu işe soyunanlar şimdi açıkça sergilemekte oldukları kabadayı tavırlarını göstermeden çok önce, daha bu niyetlerini gizlemekteyken açıkça ifade etmiştik.
Şimdi parti sözcüsü genç hanımın ağzından bizimkilere benzer fikirlerin öne sürüldüğünü görmekteyiz.
İşte şimdi sormak lazım “Peki ama bunları görebilen, düşünebilen insanlar olarak niçin sizler başka heveslerin peşindesiniz” diye… Benimsediğinizi ifade ettiğiniz şu güzel vatanın ufkunu karartmaktan başka hiçbir şeye yaramayan şer odaklarına niye sahip çıkıyorsunuz? Hem kendisine hem de ekmeğini yediği şu topraklara kan ve gözyaşı dışında hiçbir şey vermeyen ve istese de vermesine müsaade edilmeyecek olan bir terör örgününü temize çıkarma gayreti size ne gibi bir fayda sağlıyor? Böyle bir şeye gerçekten inanıyor musunuz? Ve buna samimi olarak inandığınıza başkalarını inandırabilir misiniz?
Bu örgütün uygulamakta olduğu insafsız, güdümlü eylemleri dolaylı olarak savunduğunuzun farkında mısınız?
Şayet siz aynı davanın siyasi cephesini teşkil ve temsil ediyorsanız çok farklı bir metot kullanan öbürlerine niye böyle bir misyon vermeye çalışıyorsunuz?
Böylece terör örgütüne siyasi bir kimlik kazandırılmasının mümkün olduğunu size telkin edenler size de bu ülkeye de büyük kötülük etmektedirler.
Terörist bir örgüte arka çıkmanın bir siyasi partinin meşruiyetini kaybettireceğini düşünmek zorundasınız. Takındığınız tavır yalnızca bir taktik hatası değil, strateji bakımından kendi fikriyatını da çürütecek, varsa iyi niyetlerini de örtüp karartacak bir büyük yanlıştır.
Bu konuda size telkinde bulunan bütün odakların baskısından sıyrılarak hem kendinize hem de ülkenize bir iyilik yapın! Savunmaya ve masum göstermeye çalıştığınız kişilere, örgütlere nasihat ederek onların da kendilerini kullanan uluslar arası şirketlerin elinden kurtulmasını sağlayın! Gün gelir onların da güvendiği dağlara kar yağar. Kendi ülkesi aleyhinde tertiplere alet olanlar, eninde sonunda onları destekleyenler tarafından terk edilir, ortada bırakılır. Bu arada birçok ocak söner, günahsız insanlar ezilir; yazıktır.


www.ufukotesi.com - 01 / 2008  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.