2007 senesinin gündemini hep sınır ötesi operasyon oluşturdu. Sınır ötesi olacak mı olmayacak mı? Terörün beli kırılacak mı kırılmayacak mı? Ama ne yazık ki, bütün bir yıl sadece ama sadece tartıştık. Sınır ötesi harekât yapacağız diye binlerce askerimizi, topumuzu tüfeğimizi sınıra yığdık. Bütün dünya gerçekten artık Türkiye’nin kararlılığına kanaat getirmişti ki, Erdoğan-Bush görüşmesinde sınır ötesi harekâta fren konuldu. Artık topyekûn bir harekât yapılmayacak, fakat nokta operasyonlarla konu geçiştirilecekti…
Hatta bu nokta operasyonların da istihbarat bilgilerini ABD verecekti. Yani ABD yıllardır kol kanat gerdiği PKK’yı bu defa sahipsiz bırakmıştı öyle mi? Sadece ABD bölgede ciddi bir projeyi gerçekleştirme peşinde. Bu proje Büyük Ortadoğu Projesi veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesi… Bu projeyi gerçekleştirebilmek için ABD bölgede ciddi bir satranç oynamaktadır. Onun için de Türkiye’nin oyunu bozacak bir harekâtına kesinlikle izin vermeden bölgede bir piyonu ileri sürmektedir. Yani, Şahı kurtarmak için piyonlardan sadece birini ileri sürmektedir.
Şimdi ABD’nin öne sürdüğü bu piyona iktidar yanlısı medya balıklama atladı. Ne büyük adımlar atıldığını, allandıra ballandıra anlatmaya başladı. Yaygın olarak iktidara ciddi bir muhalefet yapacak gazete bulunmadığı için de kamuoyu çok ciddi bir şekilde yanlış yönlendirilmeye başladı.
Hele hele en son olarak Sabah ve ATV’nin de satışıyla artık medyada tamamen hâkimiyeti ele aldı. Artık kamuoyunu ciddi olarak bilgilendirecek bir yayın organından bahsetmek imkânsız hale geldi. Var olan kuruluşların da sesi yeteri kadar güçlü çıkamıyor.
İşte Türkiye’nin hali pür melali bu… Düşünün Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan aynı partinin mensubu… Meclis yine aynı partinin elemanlarıyla dolu… Peki bağımsız olması gereken milletin sesi olan medya nerde? O da iktidarın yalakası haline gelmiş… Peki iş adamlarımız ne durumda? Herkes gibi onlar da iktidarı övme yarışında.
Peki, karşı gelen bu düzende tutunabilir mi? Mümkün mü? Hangi meslekten olursa olsun anında kendini kapının önünde buluverir alim Allah…
Şimdi AKP iktidarı dikensiz bir gül bahçesi istiyor. Onun için de önündeki bütün engelleri kaldıracak tedbirleri alıyor. Böyle uygulamalar ülkeyi nereye götürür? Götürse götürse diktatörlüğe götürür, başka bir yere götürmez. Çünkü ben yaptım oldu zihniyetiyle bu ülke idare edilemez.
Şimdi sivil anayasa adı altında devletin değiştirilemez maddeleri de dâhil olmak üzere hepsini budamaya yönelik bir anayasa hazırlanıyor. Renksiz, kokusuz, tatsız tuzsuz bir anayasa… Bu anayasa ile Türkiye’nin üniter yapısını da, tek millet, tek dil, tek bayrak anlayışını da rafa kaldırmayı planlıyorlar.
Böylelikle hem Avrupalı yol arkadaşlarını mutlu etmiş olacaklar, hem de senelerdir mücadele ettikleri Türk Devletine ciddi bir ders vermiş olacaklar. Düşünce bu… Peki bunun uygulanabilirliği var mı? Tabiî ki var. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, rafa kaldırılmış durumda…
Yasama, yürütme ve yargı tek bir güç etrafında toparlanmaya çalışılıyor. Peki adaletsiz bir gücün, ne büyük zulümlere sebep olabileceğini hiç düşündünüz mü?
Türkiye’de yeni hazırlanmaya çalışılan kanunlarla birlikte hukuk da devre dışı bırakılacak.
Evet 2007 senesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihine çok büyük kayıpların verildiği bir yıl olarak geçecek.
Ülkemizin altındaki zemin kayarken hepimiz oturup bu vahim tabloyu seyreder durumdayız. Herkes birbirinden bir şeyler beklemektedir. Başkalarından bir şeyler bekleyerek bu ülkenin kötü gidişatına dur diyemeyiz. O zaman herkes üzerine düşeni yapacaktır. Aktif vatandaş katılımlı demokrasi işte bu günler için vardır.
Şairin ifade ettiği gibi, “Sahipsiz memleketin batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” Peki nasıl sahip çıkacağız? Herkes üzerine düşeni yapacak. “Eğer ülkene hizmet etmek istiyorsan yapabileceğin işten” başla diyen İsmail Gaspıralı’nın bu ilkesi ne kadar da önemli… Evet herkes yapamayacağı işlerden başlıyor. Ya yapabilecekleri… Kimse ona yanaşmıyor.
Unutmamak lazımdır ki, küçük işleri başaramayanlar büyük işleri hiç başaramazlar. Onun için, her vatandaşın ama her vatandaşın yapabileceği bir şeyler vardır.
Bunu sık sık belirtiyorum. Bir mitinge gitmek bir tavırdır, inandığını yazan, satılmayan kalemlere destek olmak bir tavırdır, ciddi bir iştir. Uğradığı haksızlığa direnmek bir tavırdır.
Şartlar ne olursa olsun, hakkı, hukuku ve adaleti savunmak bir tavırdır. Adalet duygusunu kaybetmiş toplumların ayakta durması mümkün değildir.
Şu anda ülkemizde çok kişiden oluşan fakat tek ses çıkaran bir koro var. Demokrasi çok seslilik rejimidir. Bir sazın bütün telleri aynı sesi çıkarırsa o saz, saz olmaktan çıkmıştır. Demokrasi de öyledir, çok seslilik yoksa demokrasi de yoktur.
2008 yılında hakkın, hukukun adaletin hâkim olduğu bir Türkiye dileğiyle…
|