Türkiye maalesef son bir aydır terörle yatıp terörle kalkıyor. Fakat bu terörün yaşattığı üzüntü yetmiyormuş gibi bir de kanaat terörü yaşanıyor. Kanaat teröründen kastımız kavramların içinin boşaltılması, samimiyetsiz ve alakasız insanlar tarafından istismar edilmesidir. Birbirinden çok farklı konularda söz söyleme yetkinliğini kendisinde gören “ekran ve mikrofonsever aydınlar” bugünlerin atmosferine yine “rasyonellik, çılgınlık, hamaset, itidal” gibi kavramları kurcalayarak katkıda (!) bulunuyorlar. Hamaset geçmişte edebiyatımızla ilgili bir kavramken şimdi siyasette de yer edinmiş bulunuyor. Kendileri her fırsatta AB hamaseti ya da ABD hamaseti yapanlar milli konularla ilgili hassasiyetler ortaya çıkıp bir de kamuoyu oluşursa hemen hep bir ağızdan saldırıya geçiyorlar. Gücün beyinlere tesiri; kitle iletişim araçları vasıtasıyla bu alaycı/buyurgan/rasyonel taifeyle muhatap olan önemli bir kitleye de dezenformasyon uygulanması demek oluyor. Ve biz zaten her türlü konunun “değişim/gelişim/rasyonellik” sloganları eşliğinde tarihinden, arka planından, hafızasından soyutlanarak ve küresel hegemonyanın istediği çerçeveye uygun ele alındığı bir ortamda yaşıyoruz. Her fırsatta değişimden ve gelişimden, dünyayı kavramaktan, dünya gerçeklerini görmekten bahsediyorlar. Aslında dünyanın gerçeği olan şeylerin birkaç günde oluşmadığını, dünden bugüne kolayca değişmediğini kendileri de biliyorlar. Fakat yine de ezberlerinden şaşmıyorlar. Beğenmedikleri her şey komplo onlar için. Rasyonelliğe olumlu bir mana yüklüyorlar ki en rasyonelin, dünya gerçeklerini en iyi görenlerin kendileri olduğunu iddia ediyorlar. En büyük problemin -kişi hangi dünya görüşüne sahip olduğunu iddia ederse etsin- dünyevileşme/renksizleşme olduğu bir ortamda sahte bir laiklik-dindarlık gerilimi üretip bundan menfaat elde etmeye çalışıyorlar. Hiçbir konuda toplumsal mutabakat sağlanmasını istemiyorlar. İstedikleri şey aslında toplum halinde vurdumduymaz olmamız.
Yakın Tarihimizden Bir İkaz...
Aşağıda aktaracağımız satırlar 2007 yılının Ekim ayından değil Tarık Buğra’nın bundan 45 sene önce (19.09.1962) Yeni İstanbul gazetesinde yayınlanan bir yazısından… “Güneydoğu’dan haberler geliyor: Barzani’ye Türkiye’den mermi satılmış, Barzani’nin ajanları Rusya’dan yardım istemiş, Rus yardımı koca Anadolu yaylasını aşarak varıyormuş Barzani’ye ve Barzani güney doğu bölgemizdeki çetelerle işbirliği kurmaya teşebbüs ediyormuş... Biz eğer ilerde başımızı ziyadesiyle ağrıtması muhtemel komplikasyonları önlemek istiyorsak, vakit kaybetmemeli, Güney Doğu bölgemizdeki emniyet teşkilatımız yeniden ele almalı, hatta büyük çapta kadro yenilemesine gitmek zorundayız. Bütün ihtimaller bir yana bırakılsa bile Barzani kuvvetlerinin bir gün, köşeye sıkıştırılmış bir av gibi ümitsiz bir çember yarma teşebbüsüne kalkışıvermesi, bunun için de sınırlarımızı seçmesi olmayacak bir şey değildir. Böyle tatsız bir durumu gürültüsüz patırtısız, kayıpsız ziyansız atlatmanın yolu Barzani’ye ve Barzani taraftarlarına ‘oradan ümit yok’ dedirtmektir. Güney Doğu’ya dikkat ediniz ve bunu dedirtecek tedbirleri alınız.” 45 yıl önce yazılmış bir yazı bize tarihilik olmadan, yaşananlar bilinmeden hiçbir konuda sağlıklı bakış açısı ortaya koymanın mümkün olmadığını gösteriyor.
Değişim ve Gelişimden Ne Anlıyorlar?
Dünün radikalleri, dün zayıf/eksik/hafif buldukları sosyolojik tabanlı muhafazakârlığı pas geçip liberal/kapitalist oldular. Gücün sarhoşluğuyla sosyolojiden iyice uzaklaşmış durumdalar ve hadiselere asla anlamak gayesiyle yaklaşmıyorlar. 1970’li 80’li yıllarda, geleneğe bağlı halkın yaşadığı muhafazakârlık onlara fazla itidalli(!), fazla aklıselim(!), fazla sağduyulu(!) geliyordu. Ve şimdi yine “Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor”, savrulmanın en büyüğünü yaşayan ve dengesi bozulanlar halkı itidale, sükûnete davet edebiliyorlar. Tek sıkıntı bu değil, genel bir tavır olarak konuları ele alış tarzları problemli. Çok önemli bir konuyu önemsiz gösterip, önemsiz bir konuyu önemliymiş gibi gösterebiliyorlar. Bu sadece şahıslarına ait olsa bizi ilgilendirmiyor fakat bu yanlış bakış açısı gazete köşelerine, televizyon ekranlarına yansıyınca itidali olmayan, aklıselimi umursamayan üsluplar zihinleri etkilemiş oluyor. Kabul etmedikleri bir şeyi bir kişi bile söylese kamuoyuna bunu yüz kişi söylüyormuş gibi yansıtıyorlar. Bütün yazdıkları, bütün söyledikleri anti-vatan, anti-millet, anti-Sakarya olanlar, biz sanki başka bir ülkede yaşıyormuşuz gibi, başka bir medya rejiminin tahakkümü altındaymışız gibi “vatan-millet-Sakarya” edebiyatının tahakkümü altında bulunduklarını söylüyorlar. İstismar edenlerin hamasetine ne kadar karşıysak istismar edilen değerlerin varlığına tahammül edemeyenlerin uyguladığı hamasete de o kadar karşıyız. Türkiye, ufkunu rant için statüko veya rant için değişim diyenlerin samimiyetten uzak çatışmalarına teslim edemez…
|