-

 

Dr. Orhan Gedikli  

Yunanistan’da Türk izleri-2


Kavala, Drama ve Serez bölgesinden Türkiye'de çok kişi vardır. Pek çok türkülerimize konu olmuş Drama'da Osmanlı'dan fazla iz bulmak mümkün değil. Buna rağmen aramaya devam ediyoruz. Bulabildiğimiz küçük bir sokaktan ibaret oldu. Bu sokakta Osmanlı Bankasının ilk kurulduğu bina şimdi kafe olarak kullanılıyor. Birkaç resim aldıktan sonra Drama'yı bırakıp Serez’e doğru yola çıkmaya karar veriyoruz.

İskeçe'den Kavala'ya doğru yola koyulduk. Yol üzerinde Karamani pastanesinde mola verdik ve harika pastalardan, kurabiyelerden tattık. Karamaniler aslen Ürgüp-Niğde arasındaki bölgedendirler. Ana dilleri Türkçe olan ve Ortadoksluğu kabul eden bir Türk gurubudur. Karamanoğlu beyliğine bağlı oldukları için Karamani ya da Karamanlis soyadını almışlardır. Karamanlis ailesininde bu kökten olduğu söylenmektedir. Ancak kendileri tarafından bu konuda bir teyit yoktur. Yolda ilerlerken Karasu ırmağının üzerinden geçiyoruz. Karasu ırmağının batısında toplu olarak Türk nüfus yoktur. 1926 mübadelede bu ırmağın batısındaki Türkler ile Türkiye'deki Rumlar yer değiştirmişlerdir. Bundan dolayı bugün bu sınırın ötesinde Yunanistan'da açık hiç bir cami yoktur. OYSA TÜRKİYE'NİN HER TARAFINDA RUM KİLİSELERİ AÇIKTIR. TÜRK DIŞİŞLERİ BU KONUDA GAYRET SARFEDERSE YUNANİSTAN'NIN HEMEN HER ŞEHRİNDE BİR CAMİ AÇILMASINI SAĞLAYABİLİR. BİR TÜRK OKULU AÇMAYI BAŞARABİLİR. Çünkü bizde FENER RUM LİSESİ, BALIKLI RUM VAKIF HASTANESİ AÇIKTIR.
Nihayet M. Ali Paşa'nın memleketi Kavala'dayız. Uzaktan adeta bir yarımada gibi görünüyor. Yaklaştıkça Osmanlı Kalesi ve Su Kemerlerinin şehre damgasını vurduğunu görüyoruz. Bu sahil şehrinin güzelliğinden etkilenmemek mümkün değil. Su kemerlerinin altından geçerek ana caddeden limana doğru inerken hemen sağda kiliseye çevrilmiş Maktül İbrahim Paşa Camisini görüyoruz. Camiyi gezdikten sonra hemen karşısındaki caddeden eski Kavala mahallesine giriyoruz. Kendimizi Safranbolu ya da Kastamonu' da hissediyoruz. Mimari aynı Anadolu Türk ahşap mimarisi gibi. Ancak bizi asıl etkileyen bu kadar iyi korunması oluyor. Dar kaldırımlardan yürüyerek kaleye doğru tırmanıyoruz. Saat sabahın onu. Pencereden bakan Rum teyze bizim Türk olduğumuzu anlayınca hemen sesleniyor. Nerden geldiğimizi soruyor. İstanbul deyince gözleri doluyor ve çocukluğunun orada geçtiğini söylüyor. İstanbul'u çok özledim diyor. Bizi sabah kahvaltısına çağırıyor. Türk televizyonlarını izlediğini ve İbrahim Tatlıses'i çok sevdiğini ilave ediyor. Zaman yokluğundan Rum teyzenin teklifini kabul edemeden yola devam ediyoruz.
Yol üzerinde bir camimizin perişan haline çok üzülüyoruz. O üzüntü içinde kaleye çıkarak Osmanlının Kavala'sının kuş bakışı görünümlerinin seyrine dalıyoruz. Dalarken gözümüz enginlerde o eski günlerin ihtişamını görür gibi oluyor. Kaleden arka yolu takip ederek hem denizin ve Taşoz adasının güzelliklerini seyrediyor ve hem de M. Ali Paşanın konağına doğru yol alıyoruz. Nihayet durağımız şimdi müze olan konak. Burayı da büyük bir hayranlıkla gezdikten sonra limana bakan Kavala'da ki en önemli Osmanlı eserlerinden biri olan İmaretheneye gidiyoruz. İmarethanenin bakımlı hali ve hala hizmet vermesi bizi mutlu ediyor. İç düzeninin de çok hoş olduğunu görüyoruz. Kavala'ya gidipte bu eseri görmeyen ben şehri gezdin demesin diye aklımızdan geçiyor.
Artık Kavala'da görecek Türk eseri kalmadığını düşünerek limandaki kahvahanelerden birinde bir yorgunluk çayı içip yola devam edelim diyoruz. Tam o sırada karşıdaki manavdan meyve alalım diye giriyoruz. Manav Niko amca Türk olduğumuzu anlayınca hemen babasının ve amcasının resimlerini sümenin altından çıkartıp bize gösteriyor ve kendilerinin mübadelede Trabzon Maçkadan İstanbul'a oradan da Kavala'ya geldiklerini anlatıyor. Bende Trabzon'lu olduğumu söyleyince çok hoşuna gidiyor ve hemen hanımına gel bizimkiler geldi diyor. Dr. Haluk Dursun ve bana Türk kahvesi pişiriyor. Derin bir sohbete dalıyoruz. Maçka ile ilgili sorular soruyor ve keşke mübadele olmasaydı da yerimizde kalsaydık diyor. Niko amcaya katılmamak mümkün değil. Bu hoş sohbetten sonra Drama'ya doğru yola koyuluyoruz.
Kavala, Drama ve Serez bölgesinden Türkiye'de çok kişi vardır. Pek çok türkülerimize konu olmuş Drama'da Osmanlı'dan fazla iz bulmak mümkün değil. Buna rağmen aramaya devam ediyoruz. Bulabildiğimiz küçük bir sokaktan ibaret oldu. Bu sokakta Osmanlı Bankasının ilk kurulduğu bina şimdi kafe olarak kullanılıyor. Birkaç resim aldıktan sonra Drama'yı bırakıp Serez’e doğru yola çıkmaya karar veriyoruz. Tam Drama'yı çıkarken Dr. Yusuf Gedikli yolun sağında bir çeşme görüyor ve bir Osmanlı çeşmesi olabilir diyor. Hemen arabadan iniyor ve çeşmenin başına gidiyoruz. Çalılıklar arasında ve dut ağaçların altındaki çeşmenin kitabesi kime ait olduğunu gösteriyor. Çeşmenin başında yapanlara dualar okuyor ve harika suyundan içtikten sonra Serez'e doğru yola devam ediyoruz.
Çok düzenli tarım arazileri arasından ilerleyerek Serez'e varıyoruz. Serez'de bizi Osmanlı Külliyesi karşılıyor. Bu perişan halimin müsebbipleri öbür dünyada hesabını nasıl verecekler der gibi bize baktığını hissediyorum. Küllüyenin camisinin minaresi yıkılmış ve kubbesinin üzerinde otlar bitmiş. Medresesinin etrafını ve içini yabani ot ve ağaçlar sarmış. İçi tinercilere yuva olmuş. Ancak sadece kitabesi yıllara meydan okur bir şekilde ilk gün yazıldığı gibi canlılığını koruyor. Bu acı tablo karşısında şair Rıza'nın meşhur şiirinin son mısrası '0 şanlı mazi meğer masalmış' mısrası akıma geliyor ve gözlerim doluyor. Artık bu acı tabloya daha fazla dayanamayıp şehir içine doğru ilerliyoruz. Şehir merkez parkının ortasında şimdi müzeye çevrilmiş Osmanlı imarethanesini bakımlı hali üzüntümüzü bir nebze hafifletiyor. Oturup bir süre onu seyrettikten sonra içini geziyoruz. Serez'deki bu iki Türk eserini gördükten sonra Selanik yönüne doğru yola devam ediyoruz.
Akşam karanlığında Selanik şehrine ulaştık. Selanik tarih boyunca önemli bir merkez olmuştur. Hem Osmanlı'da ve hem de Cumhuriyet'te yeri büyüktür. Her şeyden önce Cumhuriyetin kurucusu M. Kemal ATATÜRK Selanik'lidir. Doğduğu ve çocukluğunun geçtiği ev bu gün Türk Konsolosluğunun korumasında müze olarak kullanılmaktadır. Osmanlı'da da Selanik önemli bir şehirdi. Çünkü hürriyetlerin en üst düzeyde olduğu bölge idi. Genç kalemler hareketinden tutunda İttihat Terakki hareketine kadar Padişahlığa muhalif pek çok hareket burada Beyaz Kulenin etrafında şekillenmiştir. Ayriyetten Yahudi hareketleri de buradan pilanlanmış ve yönetilmiştir. Tahttan indirilen II Abdülhamid Han'da burada sürgüne tabi tutulmuştur. Hareket ordusu buradan yola çıkmıştır. Atatürk'ün annesi Selanik Langa bölgesindendir. Orada geniş üzüm bağları varmış. Babası ise Makedonya Kocacık Köyü Yörüklerindendir.
Selanik şehrinin gündüz ve gece görünümleri bir harikadır. İzmir'in bir benzeridir ancak gecekondu bulamazsınız. Yani Yunanistan tarafından da önem verilen bir şehirdir. Harika balık lokantaları vardır ve lezzet ise tam bizdeki gibidir. İzmir Güzelbahçe'de balık yiyor gibi hissedersiniz kendinizi. Selanik'e gidip de balık yemezseniz bu geziyi yapılmamış saymalısınız.
Selanik'teki Türk eserlerine gelince önce Beyaz Kuleden bahsetmek gerekir. Bu kule aslen Roma eseridir. Ancak Osmanlı döneminde çok büyük bir restorasyon geçirmiştir. Etrafındaki Osmanlı surları ise 1911 yılında yıkılmıştır. Osmanlı açısından bu kule önemlidir. Çünkü Padişahlığa muhalif hareketler bu kule etrafında şekillenmiştir. Buradan Alaitini köşküne geçiyoruz. Eski bir Osmanlı sarayıdır ve Ordu köşkü olarak bilinir. Önemi ise 31 mart vakası sonrası tahttan indirilen II Abdülhamit'in 1909-1912 arasında burada sürgün hayatı yaşamasından gelir. Köşkü gezdikten sonra Selanik Valisi Tahsin Üzel'in köşküne geçiyoruz. Burası daha sonra Belediye Sarayı olarak kullanılmıştır. Buradan da Atatürk'ün evini görmeye gidiyoruz. Müze şeklinde düzenlenen evi gördükten sonra hemen karşısındaki kahvehanede bir yorgunluk kahvesi içiyoruz. Artık sıra diğer eserleri ve özellikle dini yapıları gezmeye geliyor.
Selanik 1430-1912 arasında yani 482 yıl hakimiyetimiz altında kaldı. Bunda daha önce da 2 ve 8 yıllık Osmanlı hakimiyeti vardır. Bu süre zarfında yaklaşık 150 Cami ve 150 mescit yapılmıştır. Evliya Çelebi birde Mevlevihane olduğundan bahseder. Ancak bu güne gelindiğinde Selanik'te hiç açık cami yoktur. Bu kadar camiden geri kalan Rotanta Camisi (Fetih Camisi) restore edilmiş şekilde beklemektedir. Hamza Bey Camisi (II Murat dönemi) ise restorasyon nedeniyle kapalıdır. Bey Hamamı'da (II Murat Dönemi) sergi alanı olarak kullanılmaktadır. Bedesten ise (II Bayezit dönemi) aynen görevini sürdürmektedir. Bunlar dışında şehrin bazı bölgelerinde münferit sur kalıntıları vardır. Selanik'te ölmeden açık cami görürüz dilekleri ile bir sonraki yazımızda buluşmak üzere Allah'a ısmarladık. Sevgilerimle.


www.ufukotesi.com - 10 / 2007  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.