Bamteli

 

Aydil Erol  

Cepheye gitmek isteyen Türk kadınları


15 Haziran günü Ayvalık’ta 6 Türk kadını askerlik şubesine başvuruyor. Sebep mi?.. Devr-i dilârâ-yı Tayyîîîb’de kuduran anarşi ve artan şehit sayısı dolayısıyla Mehmetçiğin yanında yer almak... “Aslanın erkeği aslan da dişisi aslan değil mi?..” sözü boşuna mı söylenmiştir?.. Bizde (Arslan) adı yalnız erkeklere değil, hanımlara da verilir. Tuğrul Beğ’in kardeşi Çağrı Beğ’in kızının adı (Arslan)’dır.

Annelik, kadınlığın, şehitlik gibi en yüce ve en son mertebesidir.
Mahmut Nedim Güntel

Kazan ve Başkurt Türklerinde (Arslanbike=Arslanhanım) vardır. (Arslanbegüm), (Arslankatun) adları da bunlardandır. Bu soylu davranış aklımıza bazı olayları getirdi. Birkaçını sıralamadan edemeyeceğiz. Almanya’da işçi olarak çalışan bir kızımız,1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında şöyle kükremişti:
“Devletimizin parası yoksa, gemilerimize saçlarımızdan halat yaparız.”
Gördesli Makbuleler…
Kılavuz Haticeler…
Tayyar Rahmiyeler…
Melek Reşitler…
Karadeniz’i hallaç pamuğu gibi atan Rahime Kaptanlar…
Dadaşlar diyarının Nene Hatun’u…
“Vatan aşkından başka sevgi tatmadım.” diyen Halime Çavuşlar…
“Millet malıdır; nem kapmasın!..” diyerek yavrusunu değil, cephaneyi örtenler…
Gelinliğini Kızılay’a bağışlayan Hatice Hanımlar…
Cephane taşırken şehit olan Şerife Bacılar…
Hürriyet yolunda, istiklâl uğrunda kendisini meşale yapan Kerküklü Zehra Bektaşlar…
Balkanlar nere, Tataristan’ın başkenti Kazan nere?.. demeyiniz… Onca mesafeyi bir ok atımı gibi gören Türk kızları Mehmetçiğe yardım için kuş oluverirler…
Karşılarında hazır ola geçtiklerimiz…
Yüreklilikleri erkek arkadaşlarını ürkütenler…
Türk milletine evlât yetiştirmek için gündüz oturmayanlar, gece uyumayanlar… Analığı zahmet değil, zevk bilenler…
Tomrisler… Süyüm Bikeler…
Körfez savaşı sırasında habercilerin otelden burunlarını çıkarmaktan korktukları, sanal haberlerin şaheserlerini geçtikleri günlerde mermi yağmuru altında alan araştırması yapanlar…
Hiç bir kurum ve kuruluştan destek görmeksizin, binlerce kilometre yol tepip, bin bir zahmete katlanıp, nice servetleri Türk kültürüne hizmet uğrunda vakıf çeşme gibi sebil edenler… Daha fazla kazanç sağlayan bölümleri kazandıkları hâlde, Türk çocuklarına Gökçek Türkçemizin inceliklerini öğretmek, güzelliklerini sevdirmek, özelliklerini benimsetmek uğrunda kendilerini adayanlar…
İstiklâl Madalyası sahibi olduğu hâlde Kasımpaşa’da yokluk içinde ölen Aşkaleli Kara Fatmalar; Namık Kemal’e Vatan yahut Silistire’yi ilham eden Kozanlı Kara Fatmalar…
İnönü savaşlarında, beşikleriyle beraber sırtlarında cephane taşıyan kahraman kadınlar…
Şairin bir taşına bütün bir Acem mülkünü feda ettiği Istanbul’un semalarında kara bulutların dolaştığı günlerde “Kadıköy kadınları” arslanlar gibi kükrer: “… Millî hukukumuzu ve namusumuzu koruyacak hükümet ve erkek yoksa biz varız…”
Türk kadını, İstiklâl Savaşı arefesinde yalnız Istanbul’da değil, yurdun dört bir bucağında da yeri göğü inletir… “Sultanahmet mitingi, Halide Edip” denir de başka şey denmez… Istanbul mitinglerinde Meliha, Sabahat, Naciye; “Asker Saime” diye anılan Münevver Saime’nin, Nakiye Elgün’ün vb. adları anılmaz… Nakiye Elgün ile Müfide Ferid Tek’in ayrıca kalemiyle de hizmet ettikleri nedense hatırlanmaz…
***
Sakarya Savaşı sırasında, o büyük boğuşma esnasında, Nihâl Atsız’ın: “Savaşmaktan kaçınır kim varsa alnı kara/Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara/Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara/ ‘Çanakkale’ ufkunda, ‘Sakarya’ toprağında” dediği o büyük vuruşma günlerinde, erkeklerle beraber cepheye gitmek için dilekçe veren kadınlar da vardır… Bunlardan birisi de Tosyalı Nazife Hanım’dır. Onun bu tutumu, İsmail Habib Sevük gibi bir edibe Açıksöz gazetesinde (Tosyalı Kız) başlıklı başyazı yazdırır. Sözü edilen dilekçe şöyledir:
“Anavatanımızın bütün mevcudiyeti ile millî istiklâlimizi mahvetmek hülyası ile hücum eden rezil Yunan palikaryalarının namussuz ve pek kirli ayaklarını mukaddes topraklarımız üzerinde görmesini hiçbir zaman arzu etmeyen kadınlar, vatanın kurtuluşu uğrunda, cephelerde kahramanca çarpışan erkek kardeşlerimle bu mukaddes dinî vazifede benim de bulunmaklığım hususunda fedaî olarak cepheye harekete hazır bulunduğumdan yüksek müsaadelerinin verilmesi….”
***
Erkekliğin yürekliliğiyle kadınlığın erdemlerini birleştiren bacılarım minnet size… Rahmet size… Saygı size… Sevgi ve selâm size…

Çağbayır’ın şaheseri

Yalnız biz Türklerin değil, dünyanın da en büyük mimarı olan Koca Sinan’ın hatıraları Tezkiretü’l-Bünyan, Sa’î Mustafa Çelebi tarafından, Mimarbaşı’nın ağzından kaleme alınır. Araştırmacılar, yazma nüsha esas alınmak gerekirken, nedendir bilinmez, Ahmet Cevdet neşri basma nüshaya itibar ederler. Orada geçen “kara çamur” da aktarılmaya devam edilir. Mesele şudur: Süleymaniye’nin inşası sürerken, bir dedikodudur alır başını gider: “Sinan inşaatı ‘kara çamur’dan kurtaramayacak.”…’Aktarmacılığa’ devam eden ‘araştırmacılar’, ‘saksaganin kuyrugi’ gibi ‘kara çamur’u tekrarlayıp dururlar. Bu durum karşısında bir hayret ayazıyla donmamak mümkün müdür? Hiç birinin de aklına bu nedir diye düşünmek gelmez!.. Bu arada bazı uyanık yazar-bozar takımı şiirciler ve birtakım estetler de “kara çamur” diye şiirler döktürür… Tezkiretü’l-Bünyan üzerinde çalışırken bu “kara çamur” meselesi Suphi Saatçi’nin zihnini kurcalar. Saatçi, Topkapı Sarayı’ndaki Revan nüshasını inceler. Mesele de Saatçi hocanın dikkati ve gayreti sayesinde aydınlığa kavuşur: Kelime ‘Kara çamur’ değil, ‘kara çav’, yâni ‘inşaat iskelesi’dir… Geçen gün bir sohbet sırasında bu meseleden söz edildi. Yaşar Çağbayır’ın hazırladığı, Ötüken Neşriyat’ın yayınladığı Ötüken Türkçe Sözlük’e bir bakalım dedik. Kelime Çağbayır’ın gözünden kaçmamış…
Hemen herkesin “kuşburnu” dediği, “Derelerde guşburnu/Gurburnuyu guş yer mi?/Beş yüz liralık gelin/Gaynanaya hoş dir mi?” diye türküler söylenen nesneye bildiğimiz kadarıyla Kırıkkale’de ve Hakas (Abakan) Türklerinde “itburnu” deniyor. Sözlüğe bakınca Çağbayır’ın “itburnu”na da, “kuşburnu”na da yer verdiğini gördük.
“İtin öldüğü yer”i görelim, dedik. “Çok uzak” olduğundan ötürü gidemedik. Birkaç sözlükte de bulamadık. Sağ olsun Çağbayır, “çok uzak” falan dememiş; “itin öldüğü yere” de yer vermiş…
Böyle pek çok örnek sıralamak mümkünken, “densizlikten değil, yersizlikten” birkaçıyla yetinmek durumunda kalıyoruz; kusura bakılmaya.
Kim ne derse desin, evdeki sözlüklerin hepsini tatile çıkardım. Yalnız ve yalnız Çağbayır’a başvuruyorum. Hayranlığım ve saygım her geçen gün artıyor.
Sağ olasın Çağbayır, var olasın Çağbayır… Bu sözlük için harcadığın 38 yılı Allah ömrüne eklesin. Kalemine nur yağsın; seni dünyaya getirenler de iki cihanda aziz olsun…



Mâniler

Yaslanmayınız çite
İlâç geliyor bite
Hele bakın herife
“Kelle” demiş şehite!..

Bu işte vardır vebal
Bilene derim helâl
Mehmetçik can verirken
Nerde fink atar Bilâl?!!

Bahçesinde var derler
Hem lâdin, hem de sedir.
Recep Tayyip bilir mi
(Evlât acısı) nedir?..


Kimisi baş bakandır,
Kimisi de boş bakan…
Bunca yıldır görmedik
Her nedense hoş bakan…

Bir gazete haberi
Yoktur sofa, odası
“Sıra teknolojide
Geçti ampul modası”


Hangi ayda alınır
Kışlık patates soğan?
Gökdelen dikecekmiş
Hilton’a Aydın Doğan!!!

Her şeye çamur atan
Her yerde keyif çatan
Kimdir bilir misiniz
Düşmana silâh satan?..

Doğru kullan Türkçeyi
Kaçmasın zevki, tadı…
“Uğrak yeri” ne demek;
“Uğrak” zaten yer adı!..

Gel vatandaş buraya
Hemen girin sıraya
Cem başbakan olursa
Benzin mazot liraya.

Seçmenim kalma yaya
Artık gideriz aya
İnecekmiş gebelik
Bundan sonra üç aya.

Hayatımda almadım
Hatta giymedim Vakko
Cevher cevher üstüne
Saçmış Vitali Hakko.

Nazire

Ben siyaset hırkasını kendim giydim eynime
Arı namus şişesini taşa çaldım kime ne
Ah Tayyip Tayyip taşa çaldım kime ne

Erbakan’a sormuşlar Tayyip ile hoş musun
Hoş olayım olmayayım Tayyip benim kime ne

Kâh çıkarım Çankaya’ya seyrederim âlemi
Kâh inerim Kızılay’a seyreder âlem beni
Ah Tayyip Tayyip seyreder âlem beni


www.ufukotesi.com - 07 / 2007  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.