Son aylarda gazetemizde yavaş yavaş siyaset yazarlığından ailenizin hanım hanımcık yazarı olmaya terfi ettim. Ben hayatımdan memnunum. Eğer benim bu tarzımdan memnun olmayanlar varsa şikâyetlerini sevgili dava arkadaşım Kemal Çapraz’a iletsinler. Gayet tabii ki memnuniyetler de bana…
Aile ilişkileri, bozulan yapı, aldatma derken yine size aldatma ile kendi yaşanmışlığımdan bir hikâyem var. Bu seferki arkadaş, dost aldatması… Tecrübesizliğin, hayatın başında oluşun ise sertifikası…
17 yaşında iş hayatına başladığım da 350 personelli bina da beni adam yerine koyan yoktu. Kendime biraz çeki düzen versem adamdan sayılacağım ama ben tımberland ayakkabı üzerine dize kadar beyaz çorap ve atkuyruğu saç, lacivert ya da gri etek üzerine açık pembe, mavi yahut beyaz bluzla işe gidiyordum. Zor iştir o kadar kalabalık iş hayatının içinde arkadaşsız kalmak, derken kadroya 23 yaşında 1.85 boylarında çok güzel bir stajyer kız katıldı. Devlet memuru bir babanın kızı, çok terbiyeli, ağırbaşlı, az konuşan, çok az gülen bu stajyer benle hemen dost oldu. Masalarımız da yan yana, yediğimiz içtiğimiz derseniz ayrı gitmiyor. Gelip geçen onu seyrederken ben de arada bir kısmetimi alıyorum. Bir mutluyum ki, sormayınız! Bu arada bana giyim ve makyaj konusunda da rehberlik ediyor. Derken ben yavaş yavaş üstümde ki öğrenciliği atmaya, kendimi aşmaya bu arada da sigara içmeye başladım. Sayesinde! Evin ise haberi yok! Ben sabahleyin saat nerede ise 7.30’da odacılarla şubeye girmeye başladım. Maksat mesai başlayana kadar evde içemediğim sigara açığını kapatmak! Amirlerimin de yaşım küçük olduğu için sigara içmeme kızmaları işe erken gelme nedenlerimin bir diğeri. Arkadaşım da yalnız bırakmıyor beni, o da erkenden geliyor. Bir muhabbet ki sormayınız. Arada bir bu muhabbetlere çaycımız bile katılırken Merkez Bankası hesaplarına bakan bir abimiz de aniden bize duhul oldu. Kel kafalı, 35 yaşlarında çok esprili, boyu benden bile kısa, olsa olsa 1.55’lerde bir abimiz. Dostluğumuz düşmanları çatlatıyor dense yeri idi.
Bir yaz akşamı Osmanlıcadan Almancaya sözlük aramak için mesai çıkışı Beyazıt’a sahaflara gittim. Sahaflardan çıkışta otobüs beklerken karşı kaldırımda gördüğüm manzara beni bir an da aptallaştırdı. Abimiz kaldırımın üstünde, arkadaşım, dostum, sırdaşım, ekipdaşım ise caddede, boy dengesini nispeten sağlamış olarak ama el ele, kahkahalarla gülüp bir şeyler anlatarak yürüyorlardı. Utandım! Neden bilmem ama utandım işte! Göğüs boşluğum zehir gibi bir acı ile doldu… Sustum! Her zaman ki gibi… Ne evde ne de şube de kimseye bir şey demedim. Ama artık eskisi gibi değildi dostluğum. Sabahları yapılan sigara kaçamağı sohbetleri ise devam ediyordu. Ben ise o sohbetlerde eski ben değildim. Aradan bir ay geçti geçmedi bana büyük bir sürpriz yaparak elime bir kutu çikolata verdiler ve arkadaşlara ikram etmemi istediler. O hafta sonu nişanlanmışlar! Yine de “ben sizi görmüştüm, böyle bir haberi bekliyordum” diyemedim. Her zaman ki gibi yine sustum… Çok kısacık bir süre sonra da evlendiler. Bize de kutlamak düştü!
Yaz bitti, güz geçti, yılsonu kapanışları yapıldı. Bir yaş daha büyüdük ve o yılın ilk ayının sonlarına doğru bir gün ikisi birden gelmediler. Hasta falandır dediler. İkinci gün ikisinin de istifasını birisi elden getirdi. Servis müdürümüz iki istifayı da dikkatle okudu, uzun uzun düşündü ve birkaç yere telefon açarak abimize (!) ulaşmaya çalıştı. Tabii o zamanlar cep telefonları olmadığından bu iş kolay olmadı ve adrese odacı yollandı. Odacı enteresan bir haberle geri döndü. “Seyahatteymişler!” Hâlbuki son güne kadar ne istifanın ne de seyahatin adını dahi anmamışlardı. Herkes bana sormaya başladı. “Sen bilirsin! Çok samimi arkadaştınız ama? Çok iyi dosttunuz nasıl bilmezsin? ” Verecek hiçbir cevabım yoktu ve kendimi aniden de suçlu hissetmeye başlamıştım. Bu arada düşüncelerinden sıyrılan servis müdürümüz “bana hemen TCMB hesaplarını getirin” dedi. Olay iki saat sonra çözülmüştü. Tam bir yıl boyunca TCMB’na nakit yatması gereken teminatlar ve taahhütler yoktu. Hepsi abimize emanet edilmişti. O ise “hiç” etmişti. Savcılığa suç duyurusunda bile bulunulamadı. Çünkü yasa abimizi değil bankayı tanıyordu!
O nasıl bir yıkılma idi? O nasıl bir sırtından vurulma idi? O nasıl bir aldatılma idi? O nasıl bir satılma idi? En samimi arkadaşım, en yakın dostum, ekipdaşım dediğim arkadaşım “dolandırıcı” çıkmıştı. Çocuk aklımla günlerce ağladım. Hazmedemedim! Şimdi rahmetli olan servis müdürüm o zaman bana, “Daha çok gençsin kızım. Bunlar bir şey değil! Neler göreceksin neler! Gün gelecek, kalbin nasırlaşacak, ağlamayacaksın!” demişti…
O günden bugüne neler gördüm neler. Kaç kere aldatıldım, satışa getirildim, sırtımdan vuruldum. Ama her seferinde o günkü kahroluşumla bugünkü kahroluşum arasında bir fark olmadı! Kalbim bir türlü nasırlaşmadı. İçimdeki o çocuk hep ağladı.
Eğer bugün karşınızda dimdik durabiliyorsam, içimdeki o çocuğu öldürmeyişimdendir.
İçinizde ki çocuğu öldürmeyiniz!
Varsın birileri size saf hatta aptal desinler!
Ama içinizdeki çocuk öldüğü gün ne ilkeniz kalır ne de dik duruşunuz!
Bugünler de içimde ki çocuk yine ağlıyor.
Yorgunum… Üzgünüm… Kırgınım… Kalbim acıyor…
|