Seyran

 

Hayri Ataş  

“BİR GARİP ÖLMÜŞ DİYELER”


Sait Ağabey (Başer) tarafından 1995 yılında Beşiktaş’ta açılan Seyran Kitabevi sohbet etmek, gönül ehli insanlarla tanışıp hemhal olabilmek, dünyanın dağdağasından kurtulup biraz nefes alabilmek, kimi zaman da oldukça ateşli tartışmalar yapabilmek için bizlere bir imkân sağlardı. Orada hemen her tür fikre sahip insanlarla karşılaşır, çaylar eşliğinde sohbet eder, çıktığınızda adeta kendinizi yenilenmiş hissederdiniz.

CEM ÖZDEMİR’İN ARDINDAN
(12.02.1964-08.04.2007)
Telefonum çaldı, açtığımda karşımda Alaaddin vardı. “Hayri, Cem’i kaybetmişiz” dedi. Önce anlayamadım, sonra izah etti. Cem her günkü gibi öğleye doğru, belki biraz geçe kalkıyor, bir iki lokma yiyor, dışarı çıkıyor. Her zaman olduğu gibi arkadaşlarıyla buluşacak, bir iki bardak çay içecek, birkaç sigara tellendirecek, biraz efkâr dağıtacak, gene sıkılacak, geri dönecek. Sonra kitaplarının, kasetlerinin, CD’lerinin içine gömülecek ve yine kendince bir şeyler kurgulayacak. Fakat bu defa böyle olmuyor. Evden çıkıp beş on adım ilerledikten sonra Cem yüzükoyun yere kapaklanıyor. Hemen çevreden müdahale ediyorlar, annesi ve ablası geliyor, hastaneye kaldırıyorlar, ancak vakit çok geç, Cem bu dünyadan göçünü toplamış bile.
*
* *
Sait Ağabey (Başer) tarafından 1995 yılında Beşiktaş’ta açılan Seyran Kitabevi sohbet etmek, gönül ehli insanlarla tanışıp hemhal olabilmek, dünyanın dağdağasından kurtulup biraz nefes alabilmek, kimi zaman da oldukça ateşli tartışmalar yapabilmek için bizlere bir imkân sağlardı. Orada hemen her tür fikre sahip insanlarla karşılaşır, çaylar eşliğinde sohbet eder, çıktığınızda adeta kendinizi yenilenmiş hissederdiniz. Bendeniz de buranın müdavimlerindendim. Bazen haftada bir, bazen de birkaç defa uğrardım.
Önce Serencebey Yokuşu’nun başında dar ve dibe doğru birkaç metre uzayan bu dükkânı, Sait ağabey bir süre sonra Büyük Beşiktaş Çarşısı içindeki, biraz daha geniş olan yerine taşımıştı. Haliyle burası sohbet için daha ferah bir yer oluyordu. Başta da dediğim gibi buraya birçok kişi gelip gidiyordu. Bunlardan birisi de Cem idi. Dolaşmak için çıktığı bir gün Seyran’a da uğramış, kitaplara bakarken, seçtiği kitaplar Sait ağabeyin dikkatini çekmiş ve öylece bir tanışıklıkları başlamış. O tarihten sonra da sık sık gelip gitmeye başlayınca Cem’i bizler de tanımış olduk.
Kendi halinde birisiydi. Başı her zaman önde, ezik bir duruş, solgun bir yüz ve gözlerinde bir donukluk, hareketlerinde bir yavaşlık... Sebebini sonradan öğrendim.
Cem, Seyran’a ilk geldiği zamanlarda hem bedenen hem de ruhen çok sıkıntılar içindeydi. Uzunca bir zamandır psikolojik rahatsızlıklarıyla boğuşuyordu. Düzensiz uyku ve beslenme, aşırı sigara Cem’i perişan etmişti. Geçirdiği rahatsızlığın etkilerini azaltmak için kullandığı ağır ilaçlar, onu yıpratıyor, sürekli olarak evde yalnız ve sadece kitaplarıyla baş başa kalması, sosyal bir ortama dâhil olamaması onu daha da bunaltıyordu. İşte tam da bu sırada Sait ağabey Hızır gibi yetişmiş, Cem’in elinden tutarak onu bir anlamda rehabilite etmişti. Cem artık Seyran’ın gediklisi idi ve Cem’siz Seyran düşünülemezdi.
Cem, Seyran’a geldiği o ilk günü, yıllar sonra Seyran’daki, yine çaylar eşliğindeki bir sohbet sırasında has tavrıyla şöyle anlatmış hem kendi gülmüş hem de bizleri güldürmüştü: “Buraya gelmiş kitaplara bakıyordum. Sait ağabey bir süre sonra, ‘Otur bir çay iç’ dedi. O günden beri oturuyor ve çay içiyorum.”

Cem’le konuştuğunuz zaman onun boş birisi olmadığını, oldukça malumat sahibi olduğunu hemen fark ederdiniz. Bilhassa tarih ve felsefeye dair birçok kitap okumuş, Marksist literatürü takip etmişti. Fakat uzun yıllar okuyarak kazandığı bu bilgileri belli bir düzene koyamamış, kısacası sistemleştirememişti. İşte Seyran onun adeta okuduklarını ve düşündüklerini ifade ettiği bir kürsü olmuş, zaman içinde burada bir formasyon da kazanmıştı. Şimdi daha tutarlı, daha sistematik okuyor ve düşünüyordu. Fakat Cem, eski alışkanlıklarından da vazgeçemiyor, eline geçen her kuruşu, bazen hiç lüzumu olmayan şeylere harcıyordu. Ancak bize göre gereksiz gibi görünen bu şeyler Cem için bir nevi varlığını kabul ettirme çabasından da başka bir şey değildi. O sebeple Cem’e fazla da müdahale edemiyor, bazen kızacak olsak bile kızamıyorduk. Kızsak da müdahale etsek de faydası yoktu, bir süre sonra Cem yine bildiğini okuyordu.
2000 yılında Sait ağabey Sakarya’ya yerleşme kararı alınca Seyran Kitabevi’ni ben devam ettirmeye başladım. Hem Seyran hem de Cem bize Sait ağabeyin bir emanetiydi. Fakat ekonomik sebeplerden dolayı 2001 yılında Seyran’ı, üzüntüler içinde, kapatma kararı aldık. Bu kararı alırken beni en çok düşündüren Cem olmuştu. Çünkü Cem’in Seyran dışında gidecek pek fazla yeri yoktu. Zira Cem insanlara ağır geliyordu ve bir süre sonra Cem’i dışlıyorlardı. Cem de bunun farkındaydı ancak elinden de bir şey gelmiyordu. İşte bu sebeplerden ötürü Cem’le ben ve diğer arkadaşları [bilhassa Alaaddin (Oğuztimur), Memduh Ağabey (Süzer), Haldun (Sönmezer), Şerafettin Ağabey (Aybars)] ara sıra buluşuyor, sohbet ediyorduk. Fakat zaman geçtikçe görüşmelerimiz azalmaya başladı, Cem de kendine yeni meşgaleler bulmuştu. Bunlardan birisi Cem’i hem maddî hem de manevî bakımdan birçok sıkıntılara soktu. Kim olduğunu bilmediğimiz, Cem’in de fazla tanıdığını sanmadığımız birileri, dergi çıkartacağız, sen de yayın yönetmenliğini yapacaksın diyerek Cem’i kandırmışlar. Hazırlıklara başlamışlar, Beylikdüzü civarında bir yer tutup, Cem’in, büyük bir kısmı tarih ve felsefe ağırlıklı çok iyi seçilmiş ikibin civarında kitabını ve yüzlerce müzik ve film CD ve kasetini de buraya taşımışlar. Cem adına bazı eşyalar satın almışlar ve Cem’i borçlandırmışlar, bir süre sonra da ortadan kaybolmuşlar. Cem bütün bunları bize her şey olup bittikten sonra anlatmıştı. Tabii çok üzülmüştü. Bu olayın ardından sağlığı da bozuldu, yine içine kapanmıştı.
Bazen Cem’i aylarca görmediğim oldu. İmdadımıza telefon yetişiyordu. Bazen ben arıyor, hal hatır soruyordum Bazen de Cem telefon eder, “Hayri, merak etme ben iyiyim, bir sıkıntım yok..” der hemen kapatırdı. En son ölümünden bir hafta önce aramış gene aynı şeyleri tekrarlamıştı.
8 Nisan 2007 Pazar günü Cem’in kalbi bu dünyadaki mihnete daha fazla dayanamamış ve durmuştu. Ertesi gün Sinanpaşa Camii’nde Seyran müdavimi arkadaşlarının da katıldığı ve Memduh Ağabeyin kıldırdığı cenaze namazından sonra Cem’i ebediyen yolcu ettik.
Cem bu dünyada gerçekten garip kalmıştı. Şimdi Cem’e yeterince sahip çıkamadığımı düşünerek daha da hayıflanıyor, bizim için adeta bir emanet olan Cem’i ihmal ettiğimi düşünerek hüzne gark oluyorum. Mekânı cennet olsun.
hayriatas@gmail.com


www.ufukotesi.com - 05 / 2007  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.