-

 

Kurthan Reyizoğlu  

Önce ben, olmazsa millet!


Türkiye bir yıldır Cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmişti. Herkes kimin Cumhurbaşkanı olacağını tartışıyordu. Seçimlerin kilitleneceğini AKP’nin azılı muhalifleri bile düşünmemişti. AKP’liler zaten aklına bile getirmemişti. Cumhurbaşkanlığını çantada keklik gören AKP; başaramayınca belki bizim adayımız seçilir umuduyla, “Biz seçemedik, bari millet seçsin” diyerek Anayasa değişikliğine gitti…

Tutarsa…
Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimi hep sorunlu olmuştur. Süleyman Demirel’i tekrar seçtirme çabalarını saymazsak en az sorun Sezer, Cumhurbaşkanı seçilirken yaşandı. Üçlü koalisyona rağmen uzlaşma ile Sezer Cumhurbaşkanı seçilmişti. Hatta şimdiki AKP’liler bile kendi adaylarını pas geçerek bugün çok eleştirdikleri Sezer’e oy vermişlerdi. Bu da siyasetin bir cilvesi olsa gerek…
Meclis’teki ezici çoğunluğa rağmen Cumhurbaşkanı seçemeyen AKP, mağdurları oynuyor. “Bize cumhurbaşkanını seçtirmediler” diyorlar. Böyle bir umudumuz yok ama AKP önce bir vicdan muhasebesi yapmalı, Cumhurbaşkanı’nı niçin seçemediğini sorgulamalıdır.
Sorun sadece CHP’nin karşı çıkması değildir. AKP’nin Cumhurbaşkanı seçmesine AKP’liler dışında herkes, hatta kimi AKP’liler bile karşı çıktı.
Dikkat ederseniz, “AKP’nin Cumhurbaşkanı seçmesine” diyorum. Çünkü AKP yöneticileri, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere neredeyse tüm yöneticiler, böyle bir tablo çizdiler.


Meydanlarda “İstemeyiz” sesleri
Şöyle biraz geriye bakalım. Son 1 yıldır en çok tartışılan konu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olup olmayacağıdır. AKP’lilerin dilinden söylersek, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olup olmayacağı… Her şeyi çantada keklik gördükleri için Erdoğan isterse, ayaklarına kırmızı halılar serilerek Çankaya Köşkü’ne kurulacaktı…
Ancak işin bu kadar kolay olmayacağı milyonlarca insanın meydanlara dökülmesiyle kendini gösterdi. Meclis’te olmayan muhalefet, Meclis dışında ortaya çıktı ve “İstemeyiz” diyenler meydanları doldurdu.
Bu tepkiler de AKP’lileri dizginlemeye yetmedi. Her şey yine Tayyip Erdoğan’ın iki dudağı arasından çıkacak söze kaldı. Adaylık süreci başladı, aynı inat devam etti. Sonuçta da bugünlere gelindi…

367 tartışması
AKP adaylık süreci başlamadan ve adayını açıklamadan Meclis içinde ve dışında uzlaşma yoluna gitmiş olsaydı, bugünleri kazasız belasız atlatabilirdik. Ama bunu denemediler, biz ne istersek onu yaparız, dediler.
Her durumda kriz çıkarmayı başarabilen siyasilerimiz, şimdi de 367 krizini önümüze koydu. Anayasa Mahkemesi kısa gerekçesinden bir sonuç çıkaramasak da yeterli çoğunlukla Meclis toplanmadığı için Cumhurbaşkanlığı seçiminin yürürlülüğünü durdurdu. Bunun diğer adı seçimin iptal edilmesiydi.
Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılabilmesi için Meclis toplantı yeter sayısı 367 midir? Anayasa’da, TBMM İçtüzüğü’nde Meclis toplantı yeter sayısının 367 olduğuna dair hiçbir hüküm yok. Kaldı ki, Anayasa toplantı yeter sayısı olarak Meclis üye tam sayısının 3’te birini (Madde 96) yeterli gördü. Bu da bugünkü Meclis için 184’tür. Bu açık maddeye rağmen 367 şartını aramak ne kadar doğru, takdir Türk halkınındır.

Meclis, Başkanı’nı bile zor seçer
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararıyla çok şükür (!) artık 367 krizimiz de oldu. Bundan sonra eğer Anayasa değişmezse, Meclis’in Cumhurbaşkanı seçmesi neredeyse imkânsız hale geldi. Sadece Cumhurbaşkanını seçmesi değil, Meclis Başkanı’nı seçmesi de zora girdi. Çünkü Meclis Başkanı’nın seçilebilmesi için de ilk tur oylamada üçte iki, başka bir deyişle 367 oy aranıyor.
Cumhurbaşkanı seçimi için 367 toplantı yeter sayısı arandığına göre, aynı mantıkla Meclis Başkanı seçimi için de ilk iki turda 367 toplantı yeter sayısı aranması gerekir. Eğer muhalefet oturuma katılmazsa Meclis Başkanı seçilmesi de imkânsız hale gelecek. Hele hele Anayasa’da Meclis Başkanı seçilemezse, Meclis’in yenileneceği hükmü yer almadığına göre, Meclis daha ilk günden kilitlenecektir. Seçimde birinci çıkacak partiyi bekleyen birinci sorun da budur.

Kim vekâlet edecek?
Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılamayacağı anlaşılınca yeni Cumhurbaşkanı seçilene kadar kimin Çankaya’da kalacağı da tartışma konusu oldu. Bu konunun nasıl tartışıldığını anlamak mümkün değil. Çünkü Anayasa’nın Cumhurbaşkanlığı seçimini düzenleyen 102. maddesinin son fıkrası bu hükmü düzenliyor.
102. maddede, Cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde, TBMM’nin yenileneceği belirtildikten sonra son fıkrada, “Seçilen yeni Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder” der. Bu da Cumhurbaşkanı seçilene kadar Ahmet Necdet Sezer’in görevine devam edeceğini açık seçik gösteriyor. Buna rağmen bu tartışmanın çıkması Türkiye’de hukuku herkesin kendine göre yorumladığının bir ifadesidir.

AKP gerçekten mağdur mu?
Cumhurbaşkanı’nı seçemeyen AKP, mağdurları oynuyor. “Bizi mağdur ettiler, Meclis’teki çoğunluğumuza rağmen Cumhurbaşkanı’nı seçtirmediler” diyorlar. Anlaşılan o ki, 22 Temmuz’da yapılacak seçimlerde de mağduru oynayarak oy toplamayı hedefliyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; AKP mağdur değil. Hiçbir parti, kurum veya kuruluş “Biz Cumhurbaşkanı’nı seçemedik, bize Cumhurbaşkanı’nı seçtirmediler” diye mağdur olmaz…
İki sebeple…
Birincisi Cumhurbaşkanı tarafsızdır, partili olmaz, olamaz… Anayasamıza göre Cumhurbaşkanı’nı partiler değil, Meclis seçer. Partiler Cumhurbaşkanı adayı gösteremez, Cumhurbaşkanlığı seçimleri için grup kararı alınamaz…
Bütün bunlara rağmen AKP’liler, “Bize Cumhurbaşkanı’nı seçtirmediler” diye mağduruz diyorlarsa, gerçekleri gizliyorlar…
İkincisi ve daha da önemlisi…
Türkiye, Türk halkı son bir yıldır Cumhurbaşkanlığı için Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkacak sözü bekledi. Milletin iradesi de, Meclis’in iradesi de Tayyip Erdoğan’ın iki dudağının arasından çıkacak söze bağlandı…
Böyle bir ortamda, tarafsızlıktan, milletin iradesinden, demokrasiden söz etmek mümkün mü? Hele hele Türk Milletini iki dudağının arasından çıkacak söze mahkûm eden bir zihniyetin Cumhurbaşkanı’nı seçemeyince, “Biz mağduruz” demeye hakkı var mı?
Diğer bir husus da şudur; AKP 2002 seçimlerinde 365 milletvekilliği kazandı. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci başlarken de Meclis’te 353 milletvekili vardı, biri seçim sürecinde istifa etti. 352 milletvekili ile Cumhurbaşkanlığı seçimine başladı. Buna rağmen AKP Cumhurbaşkanı’nı seçemediyse, suçu başkalarında değil, kendinde aramalı. Çünkü 1960 yılından beri hiçbir parti Meclis’te böyle bir çoğunluk elde edemedi. Ortada bir başarısızlık varsa, bu AKP’nin başarısızlığıdır.

Anayasa değişiklikleri
AKP, Cumhurbaşkanını seçemeyince, “Halkın önüne iki sandık koyacağız” diyerek yola koyuldu… Biri seçim sandığı, diğeri de Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle ilgili sandık…
AKP, Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce bütün baskılara rağmen seçimlerin zamanında yapılmasında diretiyordu. AKP’nin asıl amacının Meclis’teki çoğunluğuna güvenerek Cumhurbaşkanı’nı seçmek olduğu ortaya çıktı. Seçemeyeceklerini anlayınca da erken seçim dediler.
Gerçekten millet iradesine güvenenler, erken seçim kararı almış veya seçime ramak kalmış bir zamanda Cumhurbaşkanı’nı seçmez, seçmek için de çaba göstermez…
AKP yeni iktidara gelmiş olsaydı, bunu anlayışla karşılardık, hatta takdir ederdik. Ancak AKP, 4.5 yıldır iktidarda. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin de Nisan 2007’de başlayacağını biliyorlardı. Üstelik Meclis’te Anayasa’yı değiştirmeye yetecek çoğunluğa sahiptiler. Buna rağmen 4.5 yıl beklediler. Cumhurbaşkanı’nı seçmek istediler, başaramayınca halkın önüne sandık koyalım dediler.
Bir başka ifadeyle AKP, Cumhurbaşkanlığı seçimini çantada keklik gördü. İstediğimizi Çankaya’ya çıkarırız, diye düşündüler. Özellikle TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın açıklamaları gerçek niyetlerini ortaya koydu. Bu sebeple Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi fikrini hiç akıllarına getirmediler. Baktılar ki, bir AKP’liyi Cumhurbaşkanı seçemiyorlar, belki bizim adayımız seçilir umuduyla halka sarıldılar. Samimiyet bunun neresinde?

Cumhurbaşkanı’nı kim seçsin?
Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesiyle ilgili Anayasa değişikliği Meclis’te kabul edildi. Ancak sorun çözüldü manasına gelmiyor. Her şeyden önce bu Anayasa değişikliğini Cumhurbaşkanı Sezer’in de kabul etmesi gerekir. Eğer Sezer kabul ederse, Anayasa değişikliğinin Resmi Gazete’de yayımlanmasından 40 gün sonraki ilk Pazar günü sandık kurulacak.
Sezer, Anayasa değişikliğini Meclis’e iade ederse, 11. Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi imkânsız denecek kadar zora girecek… Bu durumda, Meclis’in Anayasa değişikliklerini en az üçte iki çoğunlukla, yani 367’nin üstünde bir oyla kabul etmesi lazım…
Bu çoğunluk da Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesi için yeterli olmuyor. Cumhurbaşkanı Sezer’in buna rağmen Anayasa değişikliklerini halkoyuna götürme yetkisi var. Sezer, Anayasa değişikliğini şimdi Meclis’e iade ederse, ikinci defa önüne geldiğinde bu yetkisini kullanacağı ve Anayasa değişikliklerini halkoyuna götüreceği kesin.
Şimdi yeni bir tartışmamız oldu. Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi doğru mu, değil mi? Nihai karar mercii Türk Milletidir. Meclis’i halk seçiyor, Başbakanı halk seçiyor. Niçin Cumhurbaşkanı’nı da halk seçmesin?
Cumhurbaşkanı’nı halk seçerse, Çankaya ile ilgili tartışmaların birçoğu da bitecek… Ancak Türkiye için başka sorunlar çıkacak. Öncelikle bizim mevcut Anayasal ve siyasi yapımız, Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesine uygun değil. Apar topar Anayasa’da yapılacak bir değişiklikle de bunu uygun hale getirmek mümkün değil…
Cumhurbaşkanı’nı halk seçecekse, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini, sorumluluklarını, sorumsuzluklarını yeniden düzenlemek gerekir… Halkın oyuyla bir Cumhurbaşkanı seçeceksiniz ama ona fazla yetki vermeyeceksiniz, bu da doğru değil…
Cumhurbaşkanı’nı çok fazla yetki verilirse bunun da sakıncaları olacak. Hükümetle sürtüşmeye girecek, siyaset tıkanacak… Bu ayarı çok iyi yapmalı ve hükümet ile Cumhurbaşkanı’nın yetkileri açık ve net bir şekilde Anayasa’da belirlenmeli… Bu yapılmadan Cumhurbaşkanı’nı halka seçtirmek yeni siyasi krizleri de beraberinde getirecektir…

İkinci kez seçilmemeli
Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi tartışmaları, Türkiye’yi başkanlık sistemi ve ardından da eyalet sistemine götürmemelidir. Bunun ince çizgisi çok iyi ayarlanmalı, Türkiye’nin başını ağrıtacak başkanlık ve eyalet sistemi tehlikesi bertaraf edilmelidir. Bu yapılmadan halkın önüne sandık konulmamalı. Konulursa, ki öyle yapılmaya çalışılıyor, sorun daha da büyüyecek.
Cumhurbaşkanı tarafsızdır. Halkın önüne sandık konulurken bu tarafsızlığı gölgeleyecek tehlikelere karşı da tedbir alınmalı… Şu an Meclis’te kabul edilen Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle ilgili Anayasa değişikliği Cumhurbaşkanı’nın görev süresini 5 yıla indiriyor ve ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilme imkânı getiriyor.
Cumhurbaşkanı’nın görev süresi tartışılabilir. 5 yıl olur, 7 yıl olur… Ama aynı kişinin ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilebilmesi çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bir kez Cumhurbaşkanı seçilen kişi, ikinci kez seçilebilmek için siyasi iktidarların yaptığı gibi seçim yatırımlarına yönelebilir. Oy almak uğruna belli kesimlerin, belli ideolojilerin sözcüsü haline gelebilir. Bu da Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığını gölgeler. Bu tehlikeden korunmak için Cumhurbaşkanı’nın ancak bir kez seçilebileceği hükmü korunmalıdır.
Bir diğer tehlikeli husus Cumhurbaşkanı’nın aday gösterilmesi ile ilgili. Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı’na adaylık için 20 milletvekilinin aday göstermesi şartı getirilmek isteniyor. Siz halkın önüne sandığı koyacaksınız ama aday olabilmek için milletvekili himmeti arayacaksınız. Bunun demokrasi ile bağdaşır hiçbir tarafı yoktur… Eğer gerçekten Cumhurbaşkanı’nı halk seçiyorsa adaylık önündeki engeller de kaldırılmalı, Anayasa’nın öngördüğü şartları taşıyan herkes aday olabilmelidir…

Partilerin adayı olmaz
Ayrıca yine Meclis’te kabul edilen değişikliğe göre, Meclis dışında kalan ancak oy oranları toplamı yüzde 10’u geçen partiler de Cumhurbaşkanı adayı gösterebilecek… Partilerin Cumhurbaşkanı adayı gösterebilmeleri Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığını baştan bitirir. Eğer Cumhurbaşkanı tarafsız olacaksa, partiler aday göstermemeli, gösterememeli…
Başka bir tehlike de küçük ancak aşırı uçtaki partiler de bu maddeye göre Cumhurbaşkanı adayı gösterebilir… Örneğin DTP de diğer bir iki küçük partinin desteğiyle Cumhurbaşkanı adayı gösterebilir. Bu da toplumda kamplaşmalara, bölünmelere ve siyasi çalkantılara sebep olabilir. Bu değişiklik de bu açıdan çok tehlikelidir…

En iyi imzayı ben atarım
Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesiyle ilgili en önemli sorun atlanıyor. Faraza, Cumhurbaşkanı’nı seçmek için halkın önüne sandığı koyduk. Halk neye göre Cumhurbaşkanı’nı seçecek? Cumhurbaşkanı adayları propaganda yapabilecekler mi? Yapacaklarsa nasıl yapacaklar? Ve en önemlisi Cumhurbaşkanı adayları halka ne vaat edecek?
Bilindiği gibi Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın yetkileri sınırlı, siyasilerin aksine hiçbir sorumluluğu da yok. Sorumluluk siyasi iktidarda… Bu durumda halkın karşısına çıkacak olan Cumhurbaşkanı adayı, oy istemek için halka ne diyecek?
“Çankaya’ya gelen bütün kanunları, atama kararnamelerini kayıtsız şartsız imzalarım. Hiç kimsenin bundan zerre kadar kuşkusu olmasın” diye mi propaganda yapacak… Ya da muhalif adaylar için, “Ben bu hükümetin hiçbir atama kararnamesine imza atmam” mı diyecek…
Yapılan değişikliğe göre Cumhurbaşkanı adayını en az 20 milletvekili veya oy oranı toplamı yüzde 10’u bulan partiler gösterebilecek. Bu durumda adaylar kendi propagandalarını yapmayıp, aday gösterenler mi meydanlara çıkacak?.. Cumhurbaşkanı adaylarının propagandasını da partiler mi yapacak? Neresinden çekerseniz, neresinden tutarsanız tam bir komedi...
Akşamdan sabaha karar verip de Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin demekle bu iş olmuyor. Bunun çok ince hesaplanması ve ayrıntılı bir Anayasa değişikliği ile bu sorunun çözülmesi gerekir. Kulağa hoş gelen sloganlarla bu iş çözülmez…


www.ufukotesi.com - 05 / 2007  

reyiz@hotmail.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.