Düşün/ce

 

Olcay Yazıcı  

Ey Derin Devlet!..


Var mısın, yok musun pek bilmiyorum. Çünkü ben karanlık-bulanık işlerden anlamam… Otuz-kırk yıldır mürekkep yalar, beynimin tefekkür kompartımanını harekete geçirmeye çalışırım; daha açık ve aydınlık dünyanın içinden çıkamadım. Nerde kaldı ki, karanlık dünyanın boğucu dehlizlerinde yol alayım. Çıkmaz sokaklardan ana caddelere çıkayım. Cadde-i kebirden cadde-i saadete yol bulayım!

Bu arada, ‘devlet’ kavramından neyi kast ettiğimizi, merhum mütefekkirimiz Nurettin Topçu’nun tanımıyla çerçevelendirelim de, yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermesin:
“Devlet, büyük çoğunluğu köylü olan kütlenin iradesini yaşatan, merkeziyetçi, otoriteli ve mesuliyetli bir devlettir.” İşte bu!
Yani sayın Derin devlet, eğer var isen, lütfen ortaya çık, kendini göster. Demir ökçeni, baş kaldıran sinsî yılanlara, vatan-bayrak-kültür-mâzi, medeniyet ve insaniyet düşmanlarına göster!
Sırtını, uluslararası ilişkilerle büyüyen bir cemaate dayamış dünkü tıfıldan, küresel kimliksizleştirme organizasyonlarının ücretli ve gönüllü kiralık kalemlerine kadar, herkes derin devlet diyor da, başka bir şey demiyor. ‘Değneksiz gezmek için, köpeksiz köy istiyorlar!’
Gücünü, AB yolunda şımartılmış, kışkırtılmış, önü açılmış serbestliklerden, yıkıcı eylem hürriyetinden alan/hürriyeti, vatanı yıkma hakkı gibi algılayan uşak ruhlu zibidilerden, bebek katili, uyuşturucu taciri taraftarlarına kadar, sözde bu ülkeyi birlikte kurtardığımız, ayartılmış ‘gart kurt sesleri çıkaran gardaşlarımıza’ kadar herkes derin devlete sövüyor; hakaret ediyor; derin devleti ‘cinayet şebekesi’ diye tanımlıyor.
Her hareketin ucunu getirip derin devlete dayıyor; hatta bir kısım Katolik orijinli azınlık taraftarı besleme kalemler, derin devlet sözüne bile tahammül edemiyor, bu ifade derin devlete üstünlük/fazilet izafe etmek, onu meşru görmektir diyerek; resmen ve açık açık ‘çete’ ifadesini kullanıyor.

İSTEDİKLERİ KAOS VE BOZGUN
Yerli yersiz besleme liboşlar ve içi boşlar da, aynı teraneyi tekrarlayıp duruyor. Sözde ‘muhafazakâr’ saftaki, derin fikriyattan ve bir kültüre, bir medeniyete, bir ülkeye ait olma/mensup bulunma erdeminden yoksun soysuz-sopsuzlar da bu nakaratı tekrarlıyor. Hatta ve hatta sözde ‘millî bir kökten/ocaktan’ çıktığı sanılan fakat son zamanlarda devletin ana dinamiklerini dinamitlemekle görevlendirilmişçesine, küresel menfaat şebekesine ve liboşlar locasına duhul eden zat bile, ‘Türk devletinin ve Türk milletinin çıkarları için, askerlerin artık konuşmaması gerekir’ deme cesaretini gösteriyor. Zaten ortada bir ‘konuşan’ yok; asker de susunca, ülke bütünlüğünü hangi merci sağlayacak? İstedikleri kaos, bozgun ve çöküş galiba…
Herkesin kendisi olmaktan çıkmak, sınırları sınırsızca ağyara açmak, cemiyet kimyasını sulandırmak, haymatlos bir kitle yaratmak için can attığı; bozgun, çözülme, çürüme ve köksüzleşme sarasına tutulduğu bir dönemde; eğer Türk askeri de söz söylemeyecekse, kim söyleyecek? Eğer Türk devletine, devlet dahi sahip çıkmaya yeltenmeyecekse, kim sahip çıkacak? Şairin feryadını ne zaman hatırlayacaksınız?: “Sahipsiz vatanın batması haktır/ Sen sahip çıkarsan, bu vatan batmayacaktır!”
Ülkenin ‘ocağına’ teneke teneke gaz dökenler, ‘hiç kimse yangına su taşımasın, silahlı kuvvetler bile!’ deme hainliğini serbestçe izhar ederken; yanlış anlaşılır, üzerimize gelirler kaygısıyla, devlet, ‘de’ harfini bile telaffuz etmekten imtina ediyor!.. Bu nasıl derin devlettir?
Küllî kütleyi görmezden gelip, yabana yaranmak için cüzî molekülü destekleyip, ona başkaldırtanlar; etnisiteyi ayaklandıranlar, seçim yaklaşınca, başını göğe kaldırıp, ne hikmetse birden bire ayı-yıldızı keşfettiler (!) Birden milliyetçi kesildiler…
İyi de siz ülke üzerinde oynanan küresel oyunu fark etmiyor musunuz? Sanıyorum günlük mevkuteleri sizler de izliyorsunuz? Şahsen, ülkenin gidişatı ve fikrî temelleri konusunda kafa yoran askerî intelijansiyanın varlığına inanıyorum. Yoksa çok derinde olduğunuz için mi, olup bitenin farkında değilsiniz? Anladık, demokrasiye bağlısınız, fakat demokrasinin bu kadarı da biraz fazla değil mi?
Niye hööt diye tepelerine inmiyorsun vatan hainlerinin? Sakın beni militarist, kaba güç taraftarı, kafatasçı, şoven falan sanmayın. Öylesine insan severim ki, karıncayı bile incitmekten çekinirim. Fakat, ‘Peygamber Ocağı’, yurdumun ve ülkümün var olma iradesi, ‘devletin bekası’ söz konusu olunca ve ihanet şebekesi pervasızca ortalıkta cirit atınca; o zaman ‘Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım!/Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!’

KÖLELİKTEN HAZ DUYANLAR
Kansızlar ve nesebi gayr-i sahihler yıkılıştan, çöküşten ve küresel güce yanaşmacılıktan-küresel kölelikten derin bir haz duyabilir; ama benim kanıma dokunuyor bu cibilliyetsizlerin ‘Türk devletine’ hakaret etmesi. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Bu ayartılmış, desteklenmiş, yüreklendirilmiş hainleri yakinen izliyor musunuz? Sinsî planlarını, yıkıcı eylemlerini ‘bir kenara not ediyor musunuz?’
Hayır suç duyurusunda falan bulunuyor değilim? Sadece, ülkem adına endişe taşıyorum…
Koca devlet, ‘derin devlet’ elbette gereğini düşünüyordur. Benim hayretim meydanın bu kadar boş kalması, atışların bu kadar korkusuzca yapılması; buna karşılık ‘derin devletin’ bir türlü ortaya çıkıp, varlığını göstermememsi.
Felâket tellallığı yapmak istemem ama, zahiren baktığımızda, “mülkümüz ve ülkümüz” elden gidiyor; ortaya çıkmak için, ‘kadife eldiven içindeki demir yumruğunu’ masaya vurmak için; çelik-çomak oyunu bitti, burası Türkiye Cumhuriyeti, biz Türk milletiyiz! Hadi yerli yerine, sıçan deliğine!, diye haykırmak/höykürmek için daha ne bekleniyor? Yoksa olup bitenler ülkemiz için, herhangi bir tehlike oluşturmuyor mu? Kedinin, fareye tanıdığı izafî ve ölümcül serbestlik gibi bir durum mu söz konusu yoksa?
Gücünü küresel efendisinden alan uşak ruhlu ‘yabânî’, ‘Kerkük’e yapılacak bir müdahaleyi, Diyarbakır’a yapılmış sayarız!/Siz Kerkük’e karışırsanız, biz de Diyarbakır’a karışırız!’ deme küstahlığını, cüretini gösterebiliyor. Kim şımarttı bu kapı kullarını; ‘cihan hâkimiyeti mefkûresinin’ ve âli devlet pratiğinin asil torunları; bu zibidileri, bu yabânîleri nasıl muhatap alır? Bu çöl sıçanlarının sırtını nereye dayadığı belli?
Diline sağlık sayın emekli Orgeneralim, bu ‘yaratığa’ verdiğin cevap, bir nebze de olsa, Türk milletinin gönlünü ferahlandırmıştır: “Bunu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım diyen, bu ulusun mensubuyum diyen hiç kimsenin kanının, benliğinin, ahlâkının, tüm değerlerinin böyle bir konuşmaya imkân vermemesi gerekir."
Sol-liboşların vasat kalemi, solda kimse fikirlerini on paraya almadığı için, sözde İslâmî sığ sağın fikriyatına destek sağlam üzere (!) konuşlandırılan ve sağ sermayeden beslenen malum zevattan biri, kendi ‘kimliksizliğinin derin çukurunu görmeyip’, millî kimliği, ‘kimlik hastalığı’ diye tanımlıyor ve ülkeyi kimliksizleştirme emri veren küresel efendisine, ‘projeni destekliyorum; maaşımı biraz daha artır’ mesajı gönderiyor.

KABARAN SOSYAL ÖFKE
Ey derin devlet, bu sefil ve kiralık kalemlerin yazdıkları asabını bozmuyor mu? Bizim fena hâlde bozuyor. Sahipsiz ve ortada kalan vatan evlâtları, görevi birileri üstlenmeyince, ister istemez öfkesi hınca, hıncı eyleme dönüşüyor. Oysa ‘yetkili merciler’ işe el atmalı. İyi bilinmeli ki, sosyal öfke dalgası tsunamiden beter kabarıp geliyor toplumun alt katmanlarından!..
Ey Derin Devlet, kudretli varlığını göstermek için, daha ne bekliyorsun? Sesini yükselt ki, memleket kaygısıyla yangın yerine dönen yüreğimize su serpilsin!
Neyse, sen işini bilirsin!.. Kusura bakma, sabırsızlığımız memleket kaygısındandır… Başkaca bir hesabımız söz konusu değil. Hiçbir gıllıgışlı işle iştigalimiz olmaz…
Sadece ülkemizin geleceğinden, ebed-müddet ideâlinden endişe ediyoruz; o kadar. Yoksa diye de sormadan edemiyoruz hani; bütün bu olup bitenler Kopenhag Belgesinde, ‘taahhüt altına alınan hak ve özgürlükler (!)’ çerçevesinde geliştiği için mi, yetkili merciler (onlar her kimse?) böylesine, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi sus-pus kalıyor veya çelişkili açıklamalarda bulunuyor; bir türlü baklayı ağızlarından çıkarmıyorlar. O mezkûr belgedeki bir paragrafı bile hatırlamak, kör düğümü çözmek için yeterli olabilir:
“Ulusal azınlıklar, etnik, kültürel, dilsel ve dinsel (Nerede 3 bin yıllık Türk dili, Türk tarihi? Üç aylık bir gulugulu kabilesinin dili bile bu kadar zevksiz, sığ ve ilim dışı olamaz) kimliklerini, her türlü asimilasyon girişiminden arî olarak, koruma ve geliştirme hakkına sahiptirler!”
Siz eğer bu, ‘millet olma onuruna aykırı belgenin altına imza attıysanız’ Eh, o zaman, adamlar haklı. Tabiî ki, kimlik, vatandaşlık, yurt, bayrak statülerini yeniden belirlemek; vatan denen bütünü bileşenlerine ayırmak ve parçalanmış Yağma Hasan’ın böreğinden (Anlamayanlar için açıklayalım, bu pasta TC. oluyor) payına düşeni almak için, leş kargaları gibi, uyuyan aslanın (Bu da, bütün kurum ve kuruluşlarıyla, siyasî, sosyal erkiyle Türkiye oluyor, bildiğiniz gibi!) üzerine çullanıyorlar.

ÖZLENEN YİĞİT SES
Ey derin devlet, hatta kendini ‘devlet’ diye tanımlayan müşahhas organizasyon, nerede isen lütfen ortaya çık! Varlığını dosta, düşmana göster!.. Kan dökme ama, Allah korusun kan dökülme ihtimalini baştan önle. Yeni bir istiklâl harbi bu ülkeye ağır gelebilir!
Sinsî olarak ‘ihanet şebekesinin içinde yer almayan’ ve basireti bağlanmamış herkesin fark ve idrak edeceği gibi, ülkemiz ‘var olmakla, yok olmak arası bir uçurumun kenarına itilmektedir! O kerte itilmiştir ki, artık ‘itileceği bir milim alan bile kalmamıştır!’ Ya geri dönüp kendine yeni bir hayat alanı açacak, ebedîyen bu topraklarda var olma iradesini/kudretini/kararlılığını gösterecek ya da küresel kaderine razı olacak!
Daha ne bekleniyor?
Yarın çok geç olabilir!..
Yoksa her şey kontrolünüz altında mı? Aceleciliğimiz bağışlana…
Kusura bakmayın, biz saf köylüleriz, tek sermayemiz samimiyet ve vatan sevgisidir..Zahire bakarız biz, bâtından, ‘yüreklerde gizlenenden’ pek anlamayız…
Şunu asla unutmayınız ki, bizden bir stratejistin dediği gibi, “Geçmişe (köklere) ne kadar dönük ve derin olursanız; gelecekle ilgili o kadar iddialı (güçlü) olabilirsiniz!”
Siz elbette, işinizi bilirsiniz…
Biz sadece hatırlatıyoruz…
Özlemle beklenen ‘yiğit ses’ hangi merciden gelirse gelsin, Türk milleti onu mutlakta bağrına
basacak ve vatan coğrafyasına ‘büyük bir anıtını’ dikecektir!..
Ümitle, sabırla, kararlılıkla bekliyoruz!..
İmza: Türk Milleti!..

Not: Bu yazı 20 Şubat 2007’de yazıldı, fakat yayınlanması için biraz bekletildi. Çok şükür bu arada, arzulanan ‘yiğit ses’ duyuldu ve ‘kadife eldiven içindeki demir yumruğunu/güç ve kararlılığını’, görmezlere, duymazlara/‘sabrı zorlayanlara/haddi aşanlara…’ demokratik üslûp içerisinde de olsa gösterdi. Böylece yüreğimizdeki memleket yangınına su serpildi ve ‘derin’ bir nefes aldık!..


www.ufukotesi.com - 04 / 2007  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.