Yukarıdaki bu başlık kime yöneliktir?
Bu başlık anlaması gereken malum şahısadır.
O kendini ya da çevresi onu yüksek makamlara layık ve aday olarak görse de, o şahıs tarihin çukuruna iyice düşmektedir.
Ona, gayri milli sözlerinin ve yaptıklarının hesabını, eninde sonunda Türk milleti soracaktır.
Şu anda şu sütunlarda, biz de sorgumuzu bu şekilde yapıyoruz.
Bu yaptığımız çok hafif olan bir şeydir...
Çap ayarı malum olan şahsın “döndüm”, “döneceğim” safsatalarını da, hiçbir zaman kabul etmiyoruz ve de etmeyeceğiz.
Her olumsuzluk yapanın döndüm demesi, suçunun niteliğini değiştirmez...
Nasıl bu dünyadaki hayatın öbür dünya hayatına yönelik sevap ve günah boyutu varsa; bu bağlamda ceza ve ödül anlayışına paralel cennet ve cehennem bulunuyorsa, dünyada vatana ve millete yönelik olumsuz davranışlar içerisinde bulunanlarla da yaşadığımız süreçte bir hesaplaşma yerini özellikle sağlamalıyız.
Elbette insanlık tarihinde dünyada yaptıklarının maliyetini vermeden gitmiş olan pek çok yaratık vardır.
Ben onlara insan diyemiyorum. İnsan olmanın da onursal bir boyutu olmalı...
Yaratık adını verdiğimiz canlıların onuru var mıdır?
O onur paraya ve çıkara yenik midir?
Biz bu dünyadaki gayri milli çıkarbazlarla hesaplaşmanın ilk etabını sürekli olarak bu sütunlarda yapmaya çalışıyoruz.
Nihayet milletimiz de bunu başka alanlarda yapacaktır...
Onların yaptıklarıyla tarihte bıraktıkları deliller, onlara ve onlar gibilere elbette bu ülkede mutlaka bir gün hesap olarak sorulmalıdır, sorulacaktır. Bu sorgularının maliyet bedeli kesinlikle olmalıdır, olacaktır. Çünkü adalet bunu gerektirir...
Bu bedelin faturasını palavralarla ödemeleri de mümkün olamayacaktır..
Bu ülkedeki beyinleri ve cepleri satılmış olan tüm kişiler de, bundan kaçınılmaz olarak nasibini almalıdır…
Almazlarsa eğer, bu dünyada Türklüğün hiçbir hedefi ve hareketi sağlıklı gelişemez.
Biliyoruz ki, tarihimizde çok sayıda kelle ile ilgili bilgiler de vardır.
Örneğin: yemek kültürümüzde yer etmiştir. Kelle paça pişirilir, satılır ve de yenir...
Fakat bu kelle paça, büyükbaş hayvanlardan oluşan bir kelle paçadır…
Başka kültürlerde var mıdır?
Varsa hangi boyuttadır?
Kültürümüzde “Kelleyi verdim fırına pişmedi kaldı yarına
Amanımı kelle, kelle
Altını üstünü yelle…” gibi halk türküleri de bulunmaktadır.
Bunlar da halkımıza mal olmuş ifadelerdir...
Acaba Recep Tayyip’in sarf ettiği “kelleler”de bu çeşitten miydi?
Recep Tayyip’in “KELLE” ifadesi pişmiş miydi yoksa çiğ miydi?
Recep Tayyip’in mahdumlarının “kelleler”i var mı?
Mahdumların kellesi varsa, o kellenin “SAYIN ÖCALAN” dediği katillerin başı ile uzaktan ya da yakından bir ilgisi bulunuyor mu?
Eğer ilgi yoksa, herkesin kellesi kendine mi?
Recep Tayyip’e tarihimizden bazı kelle örnekleri vereyim de bu konuda bir daha yanlışlık yapmasın!
Bu yanlışlık bilerek miydi yoksa bilmeyerek miydi?
Belli bir yaşa gelmiş bir adam, niçin “KELLE” ifadesini kullanır ki?
Bu konuda kelime dağarcığı mı zayıf?
Yoksa minareleri süngüye benzeten şahıs, “KELLELERİ” neye benzetiyordu ki?
Biraz da bizden bir şeyler öğrensin!
Yanındaki Kürt kökenli danışmanları, bunları bilemez...
Örneğin tarihimizde bir futbolcu vardır. Lakabı da Kelle İbrahim’dir.
Niçin Kelle İbrahim?
Bu şahsın da “SAYIN ÖCALAN” denilen katilbaşı ile bir ilişkisi var mıdır?
Kesinlikle yoktur...
Zaten şahıs, futbol tarihinin derinliklerinde kalmıştır.
Recep Tayyip’in geçmişte doğru dürüst bir işte çalışmadığını duyduğumuz için futbolculuğunu mesleği olarak öne sürenler olmuştur.
Tayip Efendi, fi tarihinde futbolcuymuş…
Nerede futbol oynamış?
Fenerbahçe’de mi, Galatasaray’da mı yoksa Beşiktaş’ta mı?
Hayır!
Peki nerede?
Birinci ligin bir başka takımında mı?
Yoksa Anadolu’daki kulüplerde mi?
Hayır, o hiçbir zaman Birinci Kümede top oynayamamış…
“Vah zavallı...”
Ne zavallısı be, adamın kapasitesi yokmuş ki oynasın...
O zaman: “İkinci Kümede mi oynamış?
Yok hayır! Tayip Efendi bir türlü İkinci Kümeye de çıkamamış
O zaman: “Recep Tayip Efendi Üçüncü Kümede top oynamıştır” diyebilirsiniz…
Hayır, Recep Tayip oralarda da pek bulunamamış...
“Vah zavallı! Peki, nerede oynamış? Mahalle takımında mı, semt takımında mı yoksa bir kurum takımında mı?”
Bana göre layık olduğu yerde ve takımda oynamış…
Pireler nerede berber olur bir araştırınız.
Develer nerede tellak olur onu da bir soruşturunuz.
Tüm bunları çözdüğünüzde, Tayyip Efendi’nin büyük futbolculuğunu da (!) çözebilirsiniz...
Fakat Kelle İbrahim, Tayyip Efendi gibi değil...
O birinci ligde top oynamış bir futbolcu.
Aralarında bir değil, birkaç küme fark var...
Sadece yaşadıkları zaman kesiti farklıdır...
İşte Üçüncü Kümenin aşağısında bir yerde top oynayan R.T Efendi, “KELLE” ifadesini de acaba ne zaman öğrenmiş ve benimsemiş?
Kelle İbrahim’in katil başı ile ilgisi olmadığına göre, Recep Tayyip’in dediği “KELLE”nin de Kelle İbrahim’in meşhur kellesi ile de hiçbir ilgisi yoktur.
Niçin Kelle İbrahim dendiğini biz biliyoruz ama Tayyip Efendi öğrenmek istiyorsa danışmanlarını biraz da bu konuda teşvik etsin ve öğrensin...
Tarihimizde soyadında kelle sözcüğünü taşıyan bir de boksörümüz vardı. Adı da Selami Karakelle idi. Recep Tayyip’in ne Kelle İbrahim’le, ne de Selami Karakelle’yle bağlantısı olmadığına göre meşhur “KELLE” sözcüğünü acaba nereden buldu?
Recep Tayyip Erdoğan’ın gündemimize bir bomba gibi düşen “SAYIN ÖCALAN” ve “KELLE” ifadeleri, Türk milletinin onu bir kez daha iyi tanımasına yol açacak olan işaret taşlarıdır.
Recep Tayyip’in ifadesindeki “KELLE” kavramına, çok sevdiği ve ayile boyu olarak gittikleri, kadim dostu (!) ve “Uzak Batı”nın en azgın ve en meşhur katili Buş Efendi’nin diyarı memleketinde şöyle deniliyordu:
“Kelle avcıları...”
Bunlar Vahşi Amerikanın, bir gerçeğidir.
Başlarına bedel konulan insanları yakalamağa çalışanlar için verilen isimdir.
Orada “Kelle Avcılığı” bir iş kolu olmuştur.
Amerikan emperyalizminin kökeninde zaten hep “kelle avcılığı” vardır.
Buş denen küreselci katillerin lideri, Saddam denilen diktatörün peşinden giderken, kelle avcılığını yapmıyor muydu?
Tayyip Efendi şunu da öğrensin: Bizim tarihimizde Vahşi Batıdaki gibi, adamı elektrikli sandalyede pişirmezler, gaz odalarında boğmazlar ve ya iğneyle zehirlemezler.
Fakat başka bir gerçek de vardır. Suçluların idamı, yakın geçmişte ip ile yapılırken, biraz daha uzak geçmişte kelle koltuğa verilerek yapılıyordu.
O nedenle “Kelle Koltukta” ifadesi dilimizde kalmıştır.
Sanılmasın ki koltuktaki kelle, pişmiş büyükbaş hayvan kellesidir.
Ya da o koltuk evlerinizdeki oturma odalarınızda ya da salonlarınızda bulunan koltuk hiç değildir.
Bu ifade şundan kaynaklanır:
Osmanlı tarihinde ceza alan bazı suçluların boyunları vurulur.
Bu boyunlar vurulduktan sonra, suçlunun başı koltuğunun altına, cümle âleme ibret olsun diye konulurdu...
İşte böylece kelle koltuğa da verilmiş olurdu.
Ama bunlar suçlu olarak nitelenenler için söylenmiştir.
Ya Tayyip Efendi’nin “KELLE” ifadesi nereden kaynaklanıyor?
Şu ana kadar Recep Tayyip Erdoğan, tüm şehitlerin manevi huzurunda ve şehit yakınlarının da maddi huzurlarında özür dilemiş olmalıydı.
Niçin?
Katilbaşına “SAYIN” dediği için...
Üstelik bu “SAYIN” kelimesini iki defa söyleme cüretini gösterdiği için...
Bu “Döndüğü” söylenen Recep Tayyip Erdoğan’ın kaçıncı gafıdır?
“Yan Gelip Yatma” sözcükleri onun mülkiyetindeki veciz sözlerdendir.
Belki de taraftarları ve yağcıları, veciz sözlerini evlerinin müsayit yerlerine asarlar.
“Lan”lı konuşmak edebini (!) gösteren kendisi değil midir?
Sanki bu Türk yurdu öz be öz babasının tapulu malıymış gibi:
“Ananı da Al git” diyen, ben miydim, yoksa siz miydiniz?
Başkaları “SAYIN ÖCALAN” deyince suçlu oluyor da, Tayyip Efendi deyince, yalaka medyanın eliyle “Kem Küm” niçin yapılıyor?
Adam utanmıyor, sıkılmıyor ve iki kere “SAYIN ÖCALAN” diyor.
Böyle bir dil sürçmesi mi olur?
Cabası olarak da şehitlere “KELLE” diye cümlesine ilave yapmıyor mu?
Böyle bir adam başka bir yerde, başka bir ortamda olsa yüzüne peçe ya da elek takarak dolaşır ve siyasi hayatı da biterdi...
Fakat Tayyip Efendi, bilmezden, görmezden ve duymazdan geliyor...
Acaba yüzüne astar mı koyuyor? Yoksa yüzünü; yüz rakamıyla, yüznumarayla ya da denizde yüz emrini içeren sözcükle mi karıştırıyor?
Acaba adamın yüzünde maske mi var? Zira bel ağrısı için korse takmıştı, belki de yüzü için de maske takıyordur...
Bilemiyorum.
Siz yakından bakınız!
Fakat bu tip davranış ve suçların, falancaya dokunulmazlık getirmesi, filancaya getirmemesi demokrasi ile bağdaşır mı?
Böyle adamına göre, demokrasi mi olur?
Küreselciler ve ‘BOP’çular için demek ki oluyor...
Böylesi suçlarda zaman aşımı mı olur?
Tayyip Efendi, madem delikanlıyım diyor, madem Kasımpaşalıyım diyor, o zaman diyoruz ki, delikanlıysa bir şehit cenazesine gitsin!
Onlardan korkmasın!
Koruma ordusuyla da gitmesin!
Delikanlı ve yürekli adam olarak, bunu kendi başına yapsın!
Haydi görelim!..
Mademki sıkıştıkça mezarlık edebiyatı yapıyor, aynı zaman da çok da iyi biliyor ki, korkunun ecele faydası yoktur.
Elindeki paraların da, öbür dünyada yararı yoktur.
Yürüsün, utanmasın ve büyük Türk milletinin önünde eğilsin, özür dilesin!
O şehitlerden özür dilemedikçe, onu hiçbir şekilde affetmeyeceğiz.
Bazılarının attığı sılogan gibi:
“Şehitler ölmez vatan bölünmez” de demiyoruz.
Tayyip Efendi’nin dediği gibi de “Kelle” de demiyoruz.
Fakat Türk milleti şunu unutmasın! PKK kurşunu ve bombasıyla ölen her yiğidimizin yirmi üç yıldır, kanı yerde kalmakta ve vatan bölünmeye doğru, göz göre Anglo-Sakson-Siyonist Yahudi uşaklarınca götürülmektedir.
Gün “Vatan Bölünmez” sıloganını atma günü değildir.
Gün herkesimden insanın PKK’ya karşı cepheye, ayrım olmadan gönderilmesinin günüdür.
Bu bağlamda sıloganlar da:
“Önce zenginler, bu ülkeyi yiyenler, bu ülkeyi yiyip de bitiremeyenler ve onların çocukları, yakınları PKK’ya karşı yollanma günüdür” deme zamanıdır.
Gün: “Haydi Bilal cepheye” ve “Haydi, damat cepheye” diye bağırma zamanıdır...
Başka sıloganlar sadece, fakir ayileleri avutma, bu ülkeyi sömürenleri görmezden gelme ve perdeleme olur.
Yoksa 1913 yılında da Batı Trakya, Selanik, Üsküp vatan toprağıydı.
O zamanlar da şehit olanlar vardı.
Girit de vatan toprağıydı.
Sonra ne oldu?
Oralarda ne vatan kaldı, ne de başka bir şey...
Hatta şehitlerin mezarları da oralarda kaybolmadı mı?
Ve o zamanki şehitlerle torunlar arasındaki tarihsel bağ da çoğunlukla kopmadı mı?
Vatan bölünmez diyenlere diyoruz ki, Vatan sadece sıloganda bölünmez. Vatan bal gibi bölünür.
Yakın tarihimiz bunun delilileriyle doludur.
Dolayısıyla hedefimizde vatan savunmasına gitmesi gerekenlerin tasnifi yapılmalı ve de cepheye bu toprakları en çok yiyen ve doymayanlar ile nesilleri sürülmelidir...
O zaman gerçek anlamda ekonominin demokrasisi sağlanmış olur.
İşte o zaman sıkıysa, Tayyip Efendi şehitlere “KELLE” desin de bir göreyim.
Fakat ona bu konudaki son sözümüz:
Ölenler “KELLE” midir yoksa “ŞEHİT” midir?
Delikanlı gibi cevaplasın!
9 Nisan 2007 günü yine birkaç gazetede “iki günde 9 Şehit” başlığı vardı. Medyanın satılmış olanlarında bunlar geçiştirilmeye çalışılıyordu.
Acaba bu dokuz kişi şehit miydi, “KELLE” mi?
Onlar bize göre Türk milletinin şehitleridir. Türk olan insan onları şehit kabul eder. Etmeyen varsa, kendine kimlik beğensin. Sertaçlar, Hakanlar, Kâşifler, Muhteremler, Şerefler, Metinler ve diğerleri… Bitlis’te, Şırnak’ta, Bingöl’de toprağa düşmüştür…
Onlara bu ülkede “KELLE” diyen varsa namerttir!
|