.

 

Yard. Doç. Dr. Erdoğan Altınkaynak  

Türk balıkçıları ve Gürcistan


Mazlum balık, mahcup balıkçılık ve mahkûm insanlık Gürcistan’da avlanan Türk balıkçı gemilerinin çok sık olarak çeşitli nedenlerle cezaya çarptırıldığını haberlerden takip ediyor ve duyuyorduk. İçinde yaşadığımız toplumun problemlerini irdelemek maksadıyla, bu av sezonunda Gürcistan’a gidip, olayları yerinde inceledik.

Gürcistan’ın Poti limanında Türk balıkçıları ile görüşmelerimiz neticesini aşağıda ibretle okuyacağınızı düşünüyoruz. Türk balıkçılar, tayfasından reisine, komisyoncusundan nakliyecisine varıncaya kadar aynı ortak görüşteler. ‘Kendi elimizle yuvamızı yıktık, denizlerimizi kuruttuk, sıra Gürcistan’a geldi, seneye tutacağımız balığı şimdiden tutuyoruz. Burada da soyulmadık, sırtımızdan alınmadık bir derimiz kaldı.’ Öğrendiklerimizi kamuoyuyla paylaşmak da vazifemiz. Çünkü hamsi ya da Rusça adıyla ‘hamsa’ Karadeniz insanı için çok şeydir. Hamsi fakirin böreğidir. Karadeniz insanının geçim kaynaklarının başında da balıkçılık gelir. Gürcistan’da, 18’i avcı toplam 42 balıkçı gemisi var. Bunların maliyeti, mal varlığı olarak 100-120 trilyon lira. Türk balıkçıların sayısı ise 770 civarındadır. 18 avcı gemisinin tamamı her gün ava çıkamıyor. Vardiya usulüyle balık tutuluyor. Yani bir gün avlanmaya çıkan kayık ertesi gün ara veriyor. Gürcistan’a, iki ülkenin karşılıklı anlaşmaları neticesinde Türk balıkçıları gelip balık avlıyorlar. Tutulan balık, sadece katma değer vergisi verilerek ve gümrüksüz olarak Türkiye’ye getirilmektedir. Gürcistan tarafı, kendi sularında balık avlamayı ücrete tabi tutmuş. Bu yüzden giden balıkçı tekneleri normal vergilerinin dışında para da ödemişler. Bu parayı kimileri 30 bin, kimileri 60 bin, kimileri de 100 bin dolar olarak ödemiş. 30 bin dolar ödeyenler balığı dışarı çıkarırken kasa başına 3,5 dolar, 60 bin ödeyenler 2 dolar, 100 bin ödeyenler de 1 dolar vergi veriyorlarmış. Bu şekilde anlaşma yapıldıktan sonra, Gürcistan’a balık unu ve yağı fabrikası kuran Türk şirketlerin gayretiyle, Türk balıkçıların tuttuğu balığın yüzde 67’sini Gürcistan’daki fabrikalara verme mecburiyeti getirilmiş. Balık fabrikası ile tonu 80 dolardan anlaşılmış, ancak bu paranın da ton başına 30 doları vergi olarak kesilip geri kalan 50 doları da bir sene sonra verilecekmiş. Bazı balıkçılar bu paranın kendilerine ödeneceğine inanmıyor. Ayrıca, yollanan balığın ne kadar olduğu da belli değil. Fabrikalara giden balığın kilosu, fabrika sahiplerinin belirlediği kadar oluyor. Yani, 100 ton gönderseniz size 50 ton geldi de diyebilir. Türkiye’den Gürcistan’a giden dört grup vardır ve bu gemiler de iki türlü anlaşma yapmışlar. Birinci gruptaki gemilerin, girişte ödedikleri paralar bir şekilde geri iade alınabiliyor ancak ikinci grupta verilen paraların geri dönüşü yoktur. Abhazya bölgesi Gürcistan sınırlarında olmasına rağmen, oraya geçiş ve avlanmaya da kesinlikle izin verilmiyor. Giden tekneler de yakalanınca kendilerine çok ağır cezalar kesiliyor. Bu bölgede balık avlamak işi de yalnızca Rus bandıralı gemilerle mümkün oluyor. Türk bandıralı gemilerin bu bölgede avcılık yaparken yakalananlarından birisi de çok yakın zamanda başbakanın Gürcü makamlarından özel isteği veya ricası aracılığıyla kurtulduğunu da burada söylemek gerek. Bu şartlar altında bir balıkçının para kazanması mümkün değil. Keçiboynuzu yemiş gibi, bir kilo odun geveleyip bir gram bal almış olursunuz. Hem o kadar nakit para vereceksiniz, hem vergi vereceksiniz, hem onu yurt içine taşıyacaksınız, hem onun ambalajlanması, nakliyesi, yüzde 18 komisyonu vs. vs. vs…. Türkiye’de bir kasa hamsinin 25-30 YTL olduğunu da düşünürseniz, sırf bir umuda çalıştığınızı görürsünüz. Türk balıkçılar akşamları ava çıkıyor, hamsi, Gürcistan tarafından avlanma yasağı ilan edilen bölgede. Bu bölgeye giriş yasak. Ancak, bu yasağı, avlanmaya çıkan her gemi başına 800 dolar vererek kaldırıyorlar. Gemi başına 800 dolar verilince yasak ilan edilen bölgeye giden gemileri liman kulesi görmüyor ve gemilerin korumasını da Gürcistan Sahil Güvenliğine ait botlar yapıyor. Bir akşam da biz yedek kayıkla Poti limanından çıkarak yaklaşık 20 mil kuzeye doğru gidip av gemisinden balık taşıdık. Posaidon adı verilen botlarla Gürcüce bilmeyen gemi kaptanları arasında geçen diyaloglara şahit olduk. Gittiğimiz yedek motorun kaptanı, anlamadığı dilden konuşan bot komutanının kendisine telsizle sorduğu sorulardan oldukça paniklemiş, heyecan ve telaşla diğer motorlardaki tercüman vasıtasıyla kendisinden ne istendiğini öğrenmeye çalışıyordu. Meğer geminin limandan çıkışını liman kulesi görmemiş de bot onun için anons ediyormuş. Av gemisinden balık almaya gittiğimizde insanoğlunun ne denli vahşi olduğuna da şahit olduk. Yasak bölgede, hamsi kuyularında avlanan balıklar, yedek gemiye aktarıldı; almadı, avcı gemisinin güvertesine kasalarla yığıldı; almadı, tutulan balıktan en az elli ton hamsi de yüzde 90’ı ölmüş olarak gerisin geriye denize bırakıldı. Bu durumu mal sahiplerine, tayfalara, reislere anlattığımda herkesin yüzünde bir mahcupluk, bir utangaçlık çörekleniyordu. Hiç kimse yaptığı işten memnun değildi ve bu işi sadece Gürcistan sularında değil, Türkiye’nin sularında da yapıyorlardı. Hemen hemen herkes aynı şeyi bize anlatıyordu. 3000 millik denizi bitirip de 30 millik alana mahkûm oluşumuz işte bu yüzdenmiş. Bir de ışık çakmadan… Yedek gemi ile fırtınalı bir havada denizden getirdiğimiz hamsiyi, limana yanaştırılan gemi aracılığı ile kamyonlara yüklemeye başladık. Limandaki gemiye yedek kayığımız yanaşır yanaşmaz, limandaki Gürcü balıkçı tekneleri gelip, yedek geminin güvertesindeki hamsileri kasalara yükleyerek taşımaya başladılar. Güvertede bulunan yaklaşık 400 kasa hamsi, bu şekilde yağmalanmış oldu. Hem de ‘Alfa’ adlı bu kayık bir Türk balıkçı motoruyken Gürcü makamlarınca yasak avlanma nedeniyle yakalandıktan sonra bir Gürcü vatandaşa satılan kayıktı. Ayrıca kıyıdan da değişik kişiler gelip kasalarla hamsiyi alıp götürüyorlardı. Birileri kendilerine sorduğunda da ‘Peşkeş’ veya ‘Bahşiş’ diyorlardı. Kısacası ‘HARAÇ’tı bunlar. Gemileri oraya getiren acentelere durum iletildiğinde ‘hamsinin dışında aldıkları bir şey varsa bana söyleyin, yoksa hamsi için bana bir şey söylemeyin.’ diyorlarmış. Hamsilerin bu şekilde yağmalanması bir şey değil de gerek kasalama esnasında ve gerekse dökme hamsi olarak alınan balıklardan arta kalanların, bir şekilde gemiden temizlenmesi esnasında oluşan kirlilik var. Bu artık balıklar bir şekilde tekrar denize süpürülmeli veya gemiden çıkarılmalı ki kayık kokmasın. Denize süpürülme esnasında oluşan kirliliğe liman içinde bulunan çevre örgütü karşı çıkıyor. Cezası da çok ağır. Ancak bunu da halletmişler. Nasıl hallettiler bilmiyorum. Limana her yanaşmada gemilerden 30 dolar bağlama parası alınıyor. Bu gemilerden denize düşen pislikler de suyun yüzünü bir hayli kirlendirmiş durumda. Gemi başı 1000 dolarlık ceza Türk balıkçı motorlarını bekliyor. Neden limanı kirletiyorsunuz diye soruyoruz. Bize verdikleri cevap da ilginç. Liman içinde bir tane çöp kutusu, tenekesi veya varili, tankı yok. Bu gördüğünüz kirlenme de denize atılan değil, düşen parçalardır. Poti liman yetkililerinin bir an önce ihtiyaca cevap verecek çöp kutusu veya tankını kurması gerek. Soruyoruz, ‘Acaba Gürcü vatandaşlarına verdiğiniz haracın yüzde kaçı kadar Türkiye’ye vergi veriyorsunuz?’ Herkesin boynu eğik. Cevap da bir o kadar düşündürücü: ‘Devlet adeta bizden vergi almamak için kanunlar çıkartıyor…’ Denizin avlanmaya uygun olmayan zamanlarında ve gündüzleri tayfalar dışarıya çıkıyorlar. Türklerin gittiği eğlence yerleri belli. Buralarda fiyatlar oldukça yüksek. Buralara giden gemiciler, yolda yalnız gelirken veya sarhoşken Gürcü vatandaşları tarafından çeşitli tehlikelere maruz bırakılıyorlar. Bu tehlikeler: paralarının alınması ve darp hadiseleridir. Tutulan balığın yüzde 33 oranının Gürcistan’dan çıkarılması da bir başka problem. Burada da vergisi verildiği halde, bir de memurlar tarafından rüşvet beklentisi ile yapılan uygulamalar var. Bunlar da gümrükte sayım esnasında keyfi bekletmelerle ortaya çıkıyor. Gemiler girerken de her geminin deposundaki gıda maddelerine dahi gümrük isteniyor. Türk damak zevkine ve mutfağına uygun bu yiyeceklerin dahi Gürcistan’dan karşılanması beklentisi var. Denizci cüzdanı ile Gürcistan’a giden gemiciler, olağanüstü bir durumda kara yolunu kullanarak geri dönemiyorlar. Bu kişilerin deniz yoluyla dönmesi gerekiyor. Böyle bir durumla karşılaştıklarında, mesela ölüm, hastalık, acil durumlarda kendilerine Türk konsolosluğunun yardımcı olmasını bekliyorlar. Bugüne kadar da konsolosluktan bir kişi gelip de buradaki gemiler veya insanlarla ilgilenmemişler. Acaba, hiç değilse bir ticaret müşaviri, oradaki çileli insanların yanına uğrayıp da bir selam verse, oradaki Türk sermayesi ve insan gücü ile ilgilense Türkiye ne kaybeder? Ya da neler kazanır? Türkün insan gücü, bilgi birikimi ve milli sermayesi kime ve neye hizmet ediyor? Tayfaların yüzde 98’inin sigortası yok. Sigortalı olanlar da primlerini kendileri yatırıp sigortalanıyorlar. Buradaki tayfaların sağlık problemleri de bir başka skandal. 770 kişinin başvuracağı bir doktorları yok. Gürcü hastaneleri ise oldukça bakımsız. Sadece tayfaların değil, balıkçı motorlarının ve teknik donanımın da sigortası yok. Çünkü hiç kimse bu malları sigortalamıyor. Her geminin bir fabrika olduğunu düşünürsek ki bir ekip en az 70 kişiden oluşuyor, devletin de bunlara bir şekilde güvence sağlaması gerek. Yani sigortasız insanlar ve mal varlıkları var. Bu kadar güç ve sermaye kaderine terk edilemez. Tuttuğun balığın yüzde 67 oranını yok pahasına satacaksın, üstelik teslim ettiğin miktarı bilmeyeceksin, verdiğin paraların hiçbir kaydı olmayacak: yani ne Türkiye ve ne de Gürcistan devleti bundan faydalanacak. Kısacası haraç vereceksin: hiçbir sosyal güvencen ve can güvenliğin olmayacak. Tutup Türkiye’ye gönderdiğin balık da pek para etmiyor… Peki neden Gürcistan’a geliyorsunuz diye soruyoruz. Mal sahipleri mecbur olduklarını söylüyorlar. Gerek pay hesabı çalışanlar olsun, gerek ise maaş usulüyle çalışanlar olsun hemen herkesin borcu var. Üstelik bir de bir avcı geminin bakmak zorunda olduğu en az 70 kişi var. Bunların geçimi ve geminin ava çıkması için yapılan masraflar ve onların faizi bu insanları çalışmaya mecbur ediyor. Yani bu insanlar, Türkiye’den kaçıp Gürcistan’a giden balığın peşine mecburen takılıyorlar. Kendi aralarında da birlik olmadığı için, haklarını koruyamıyorlar. Peki çözüm nedir? ‘Türkiye için kesinlikle kota uygulanması, Gürcistan için ise Türk balıkçı motorlarının bir iki yıl Gürcistan’a gelmemesi’ cevabını veriyorlar. Türkiye’de balıkçılığa kota konulması çok rahat uygulanabilir ama Gürcistan’a gidip balık avlamaya bir iki yıl ara verilmesine uyulması çok zor. Balıkçılar arasında birlik olmadığı için menfaat ve fırsat gözeticiliği buna engel oluyor. Buna da nihayetinde Gürcistan devleti karar verecek ve kendi sularındaki balık katliamına dur diyecek. Gürcistan kanunları çevre ve doğal ortam için oldukça uygun. Çok katı ve caydırıcı cezaları var. Koymuş olduğu kota ve çizdiği yasak bölgelerle bunu da yapabiliyor. Hatta gemilerin tuvalet ve benzeri mekânlarının kapakları dahi Türkiye’den gelirken vanası, mühürleniyor. Bütün bunlara rağmen Türk balıkçı gemileri her sene değişik miktarlarda ve oldukça yüklü ceza ödemeleri ile karşı karşıya kalıyorlar. Gürcistan’daki devlet dışı güçler, oraya ilk kez gidenlerden günümüze kadar pek çok Türk sermayesine ve malına el koymuş durumda. Bugün için orada Türkler tarafından Gürcü ortaklarıyla kurulan iki adet balık unu ve yağı fabrikası da aynı akıbeti paylaşacak gibi görünüyor. Bu gidişe dur diyecek de nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Türkün sermayesi ve enerjisinin heba edilmemesi en büyük dileğimizdir. Balıkçılık alanındaki Türk iş gücü ve sermayesinin Gürcistan’daki zorlu durumunu kendi imkânlarıyla çözmeleri de mümkündür. Oraya giden balıkçı teknelerinin oluşturacağı birlik, doğrudan Gürcistan devlet yetkilileri ile diyaloga girme ve çözüm sağlamada da önemli bir unsur olur. Bir geminin bir yılda ödediği ceza miktarı ile orada oluşturulacak birliğin bütün masrafları karşılanabilir. İkinci olarak Türk Dışişleri misyon temsilciliklerinin Gürcistan’daki Türk mal varlığı ve iş gücüne sahip çıkması, en azından yol göstericilik, rehberlik hizmetleri vermesi, sorunların giderilmesinde çok büyük katkı sağlayacaktır. Türk iş gücü ve sermayesinin heba edilmesi lüksüne hiç kimse kayıtsız kalmamalıdır. Dost ve kardeş iki ülkenin menfaatleri de bunu gerektirir. Her ne olursa olsun Gürcü ve Türk insanları sonsuza dek şimdiki dost ve kardeşliği muhafaza etmelidir. Türkiye’deki kota uygulamasının sonuçları ne olur diye soruyoruz. Eğer kota uygulanırsa ne kazanacaksınız? Hemen sıralıyorlar: Her şeyden önce hayatımız bir düzene girer, yemek, çalışma, uyku ve iş zamanlarımız belli olur. Yakıttan tasarruf ederiz, işçiden tasarruf ederiz, tuttuğumuz balık para eder, sigortalı olunursa her kes işini gücünü bilir, çılgınca süren modernizasyon yarışına dur diyerek borçlanmayız, denizlerimizdeki verim artar, tekne ve ağların ömrü uzar, yedek kayık ortadan kalkar, kazancımız artar… Ancak kesinlikle ağ boyu ve gemi sayısına da kota getirilmelidir. Bu araştırmayı detayları ile yazmak için Türkiye’den çizgiler ile de süslediğimiz çok geniş veri tabanı oluşturduk. Bunu yaparken de ‘içinde yaşadığımız toplumun meselelerine duyarlı olmayı’ hedefledik. Dünya bize dedelerimizin mirası değil, torunlarımızın emanetidir. Lütfen sahip çıkalım.


www.ufukotesi.com - 03 / 2007  

erdelel@yahoo.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.