Güncel siyasi yazılar yazmak oldum olası itici gelmiştir. Siyaset ayrı bir 'zenaat'... Oyun kuracaksın, geniş olacaksın, adam harcayacaksın vs. vs... Yetiştiğim toprakların ikliminden olsa gerek, mizacım anormal derecede serttir. En son söylenecek olanı en başta söyler, her şeyi berbat ederim. Olsun, şikayetçi değilim. Okumakta olduğunuz bu yazıyı kaleme alıp almamakta çok zorlandım. Fakat kuralı bozmadım... Yine en baştan, diyeceğimi diyeyim:
Oyumun rengi belli değil. Erken seçim olur mu, olmaz mı bilinmez. Bugün seçim olursa, oy vermeyeceğim üç partiyi belirledim. Biri bölücü başının borazanı olan parti, diğeri iktidar partisi... Üçüncüsü ise 'ihtiyat bölüğü' kıvamında, 'malumu ilam'dan başka bir icraatı olmayan ve ortaya net bir 'dava' koyamayan parti. En acısı da bu tabi...
Sakın ola, bu üçü elendi kalanlar kurtuldu vehmine kapılma aziz okur! Dedim ya siyaset bizi aşan bir mevzu... Partiler, tencere ile kapak misali. Eskilerin 'kerhen' diye ifade ettikleri 'kötünün iyisi'ne fit olmaktan başka seçeneğimiz yok yani. 'Fikir partisi' kavramı ders kitaplarında kaldı. Şimdi hepsi 'kitle' partisi... Hepsi 'orta'ya oynuyor. Başka bir ifadeyle tekmili birden 'orta oyuncusu'... Biz de kenarda alkış tutuyoruz. Ne hoş... Ortaya oynamaları 'ortalama insanı' hedef kitle seçmelerinden değil, önerdikleri çözümlerin köşesiz oluşundan.
Neyse biz yine kendi alanımıza dönelim... Medya cenahına bir gözatalım. Vakit buldukça TV kanallarında hemen her akşam arz-ı endam eden gazetecileri izliyorum. Bir kaç izlenimi sizlerle paylaşayım istedim. Çünkü bunları halk da izliyor ve kanaatim o ki, bu gazeteciler bırakın AKP'nin aleyhine iş yapmayı, bizzat o partinin değirmenine su taşıyorlar. Önce, Kerkük konusunda ahkam kesen bir meslektaşımdan cümleler: "Elin Amerikalı'sı dünyanın öbür ucundan geliyor, kendi çıkarları için Irak'a müdahale ediyor, işgal ediyor... Sen burnunun dibindeki eşkıyaya dokunamıyorsun... Kerkük'e Kürtler yerleştiriliyor, Türkmenler zorda sesin çıkmıyor..."
Aynı gazetecinin bir hafta sonraki sözlerinden:
"... Şimdi Kerkük, sınırımıza 450 kilometreden daha uzak bir mesafede... Yani oraya bir müdahale, fiziki olarak bile düşünüldüğünde zor tabii..."
Acaba kim çekti kulağını da, bir anda Kerkük'ün üstünü çizdi... Geçelim...
Gazeteci-yazar olur da, gazeteci-tüccar olmaz mı, var. İnsan biraz umutlanıyor, "Bak bu adam para, pul, maliye, ticaret işlerinden anlıyor. Unakıtan’ın değirmenine suyun nereden geldiğini çözecek" diyorsun... Eyvah o da ne! Adamın işi sarpa sarıyor. Eyvah ki ne eyvah... Üstelik bütün ulusalcılığına rağmen maaşını da Amerikan Doları olarak tahsil ediyormuş!
Bir de son dönemde ortaya çıkan, kimilerinin 'andıç' kimilerin 'bilgi notu' diye adlandırdığı Genelkurmay'a atfedilen bir çalışma var. Adli soruşturma tamamlandığında işin rengi elbette ortaya çıkacaktır. Bir kısmını yakından tanıdığım ve asla aynı potada olmamaları gerektiğini düşündüğüm isimleri geçiyorum. Vatan kurtaran Şaban pozlarındakilere değinmek istiyorum. Etine buduna bakmadan, hem iktidarı, hem askeri, hem vatandaşı maniple etmeye kalkışan bu zavallı taşralı şöhretlerin durumunu merak ediyorum. Acaba listedeki yerlerini görünce ne tür bir tavır içine girdiler!
Neyse, herkes başbakan değil ki yanağını okşatsın... Kimi de böyle tokadı akşeder insanın suratına.
Dedim ya, gazetecilik adına da, siyaset adına da utanç veren şeyler yaşıyoruz.
Peki niye?
"Niye"yi başka bir yazının konu başlığı olarak bir kenara not edelim ve sözü bağlayalım:
Neyzen Tevfik der ki;
Düşeli derdi firakın ile sevdaya meye
Müptelayım, deliyim, sinmişim esrar-ı ney'e
Feleğin, kahpe başında paralansın parası
Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye.
Biz bu ülkeyi ölesiye sevdik. Lanet olsun ucuz hesaplarınıza, paranıza pulunuza... İster siyasetçi, ister gazeteci olun, ama milletin gözünün içine baka baka ortaoyunları sahnelemeyin.
Zira, hiçbir şey gizli kalmıyor güneşin altında...
|