Gerçek

 

Özdemir Özsoy  

Tutucu Hangisi?


İster büyük patlama deyin, ister “kün feyekun” sırrının, tecellisi deyin, şu varlık âlemini meydana getirmek için yüce bir kudretin eksi sonsuzdan artı sonsuza kadar mevcut olacağını, hâkim olacağını kabul etmek zorundayız. Zerre kadar izan ve insafı olan bir insan zaten bunu düşünür, duyar ve şuurlu olarak bilir. Bitkilerden hayvanlardan, çiçeklerden kelebeklerden bahsetmeye gerek yok; onların bu gerçeğe hiçbir itirazı olmamıştır. Şükretmişlerdir.

Evrenin yaratılışını “büyük patlamaya” bağladığımızda “zamanın” bir başlangıcı, bir sıfır noktası olduğunu da kabul etmiş oluyoruz. Buradan yola çıkarak zaman kavramına belirli bir ömür mü biçiyoruz, yoksa sonsuza dek uzatmış mı oluyoruz? Öyle ya sıfırı tanıyan ve bilenler sonsuzu da tanımak zorundadırlar. Bir de şunu bilmek zorundayız ki, bu madde âleminin yok olacağı an, zamanın sona erdiği andır. Bir başka ifade ile de diyebiliriz ki, zaman olmasaydı bu evren olmazdı. Demek ki evrenin yaratılması için zamanın yaratılması gerekiyormuş.
İster büyük patlama deyin, ister “kün feyekun” sırrının, tecellisi deyin, şu varlık âlemini meydana getirmek için yüce bir kudretin eksi sonsuzdan artı sonsuza kadar mevcut olacağını, hâkim olacağını kabul etmek zorundayız. Zerre kadar izan ve insafı olan bir insan zaten bunu düşünür, duyar ve şuurlu olarak bilir. Bitkilerden hayvanlardan, çiçeklerden kelebeklerden bahsetmeye gerek yok; onların bu gerçeğe hiçbir itirazı olmamıştır. Şükretmişlerdir. İtirazı olanlar şeytanla birlikte yaşayan yaratıklardır. O şeytanı içinde yaşatanlardır. Küfür ve isyan içinde kendini inkâr eden bu kişilerin bir saplantının zebunu olmaları bağışlanabilirdi. Yeter ki samimî ve dürüst olsalardı. Konuşulurdu, tartışılırdı… Ancak onlar kendilerini hak yoluna çağıranları hep hafife aldılar, bilgisizce hatta edepsizce alay ettiler. Müsbet ilimden bahsedenlerin başkalarından daha edepli ve saygılı olmaları gerektiğini bile düşünemediler. Büyük sermayeyi ve dolayısıyla medy0ayı ele geçiren psikopatların böyle bir dertleri hiç olmamıştır. Atların milyonlarca yıl boyunca nasıl bir evrim (!) geçirdiğini anlatmak için -aynı çağda yaşayan at familyasından çeşitli fosilleri sıralayarak- okul kitaplarına kadar girmişler, bu bilimsel dedikleri teorilerine ait resimleri, çağdaşlık adına kendilerine destek veriyormuş gibi görünen kurumlar eliyle yaymışlardır. Bu kurumlar, sapkınlıkları savunabilmek amacıyla, bütün dünyanın izlediği ve en etkili belgeselleri sunabilen çok güçlü tv kanalları kurmuşlardır.
Sonuç ne olmuştur? Ruh sağlığı bozuk olan ve sürekli olarak boş kavramlar üzerinde tartışan kalabalıklar… Hâlbuki bir toplumun sosyal bakımdan sağlıklı olması, orada hem yenilikçi hem de muhafazakâr grupların bir arada yaşayabilmesine bağlıdır. Ancak bu muhafazakâr kelimesinin karşılığında kasıtlı olarak “tutucu” sıfatını kullanan “okumuşların” yenilikçilik adına millî değerlere saldırmaktan vazgeçmeleri ve daha saygılı olmaları gerekir. Korumak, saklamak, benimsemek mânâsında alınması gereken bir kelimeyi Türkçeleştirmek bahanesiyle tutmak, önlemek anlamında kullanmak yakışıksız bir davranıştır.
“Aslına rücû” diye ifade edilen bir eylemin özünde bir cins dinamizm taşıdığı niçin inkâr edilmektedir? Bir varlığın kendi kaynağına dönmek istemesi, özüne dönme özlemi içinde olması niye yadırganmaktadır? Hayat çemberi üzerindeki hareket en bağımsız, en cesur ve en onurlu bir eylem değil midir?
Bunlar, üzerinde durulması, tartışılması ve mutlaka bir yargıya varılması gereken önemli konulardır. Ama nedense sonuçsuz bırakılmasından kimsenin şikâyeti olmamıştır.
Kimin tarafından ne maksatla yerleştirildiği bilinmeyen bir statükonun devamını savunanların kendilerini devrimci olarak tanıtmalarında bir gariplik yok mudur?
Çoğu kadın ve çocuk olan sivil halkın üzerine bomba yağdıran sonra da şu kadar direnişçi öldürüldü diye kendi haber kaynaklarına yayın yaptıran yüzsüzler 21. asrın bilimsel zihniyetini mi temsil ediyor? Bu nasıl bir gaflettir?
Bırakın petrol hırsızlığını, doğanın kendisini bile çalan çetelere karşı o ülkenin aydınları niye sessiz kalır?
Her vesile ile demokrasiden, insan haklarından bahseden bu aydınlar, bir takım kişi ve kurumlara çok da haksız bir şekilde imtiyaz tanınmasını nasıl hazmederler? Her ayrıcalığın özgürlüklere bir darbe olduğunu niçin düşünemezler? Hâlbuki ayrıcalıklı kişilerin gittikçe yalnızlaştığı ve çirkinleştiği görülüyor.
Büyük fizikçi, matematikçi ve filozof İmmanuel Kant, yazımızın başında açıklamaya çalıştığımız “zaman” kavramının evrenin başlangıcından önce hiçbir anlamı olamayacağını ortaya koymuştur. Bu da zamanın evrene, evrenin zamana bağlı olduğunu gösterir. Gök cisimlerinin büyük bir hızla birbirinden uzaklaştığını belirleyenler belki yirmi milyar yıl önce evrenin sonsuz bir yoğunluğa sahip olduğunu ifade etmektedirler. İşte tek noktadan ibaret bir evren… Büyük düşünürler evrende her şeyi açıklayabilecek tek bir kuram (nazariye) olabileceği ihtimalini hiçbir zaman göz ardı etmemişlerdir.
Burada belirtmek istediğimiz ana fikir şudur: İnsanlar tek bir Tanrı’nın, yüce bir yaratıcının varlığına içtenlikle inansalardı birbirlerini yok etmek için değil var etmek için savaşırlardı. Demek ki bu konuda dürüst olamadılar. Hastalıklı zihinlerin sapıklığına destek verdiler ve böylece saplandıkları bataktan kurtulamadılar. İletişim araçları şeytanın elinde olduğu sürece de kurtulamayacaklar.


www.ufukotesi.com - 02 / 2007  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.