Tutanak

 

Hüseyin Özbek  

Yaylaya Çıkış


Hıdrellezden sonra Yukarı Yazıy’la Aşağı Yazı Köyü’nün uslularına danışılır, keşfe gidenler dinlenir, muhtarlar imleşir, böylece yaylaya çıkış günü belli olurdu. Biz o gece sabahı zor ederdik. Anam denkleri akşamdan hazırlardı. Sacayaktan ekmek sacına, undan bulgura, yatak yorgandan aba kebeye, yayıktan sitile, çalmaca kadar yükler bir yana ayrılırdı. Sabah erkenden sığırlar çıkarılır, buzağılar, malaklar saman çitlerine yerleştirilir, buzağılayıcı inekler gelin gibi süslenirdi.

İlk kez buzağılayacak olan düvelerin süslenmesine daha bir özen gösterilirdi. İki boynuz arasına, alına renkli çullar, gök boncuklar dizilirdi. Herkes çanından, zilinden mallarının dağda bayırda yerini şaşmaksızın bilirdi.
At Söküsü yaylası üç saatten fazla çekerdi. Sığırla, yükle gidiş daha uzun sürerdi. Hayvanlar yayılarak, bir yandan da otlayarak yol alırdı. Çan sesi zil sesine, türkü sesi mani sesine karışırdı. Ebe kayası, Himmet deresi, Emin emminin oluğu geçilir, Köse Mehmet Ağanın Göynüğünden Çölmekçiler’e tırmanış başlardı. Çocuklar dokuz tepe tüğen sıpalar gibi göçün önüne kadar koşar, yokuş aşağı geri döner, biraz sonra yine gider, dizlerinin dermanı kesilinceye kadar seyirtirdi.
Uslular arada tüfek atar, ardından yayla, gurbet türkülerine geçerdi. Kadınlar, kızlar mani yarışına girer, birbirini bastırmaya yönelik atışmalarda herkes kulak kesilirdi. Biz çocuklar her subaşında azık poğuna el atar, ekmek yer, birazdan yine acıkırdık.
Çölmekçiler’den sonra gökçe ağaçlar azalır, çamların saltanatı başlardı. Hava da hemen değişirdi. Yoğun bir çam kokusu burnunuzdan başlayıp iliklerinize kadar işlerdi. Oksijen yoğunluğu, serin hava üste başa da aba kebeden bir şeyler almaya zorlardı sizi. Tokmaklı’ya doğru çamlar seyrelir, göğe direk olmuş köknarlar tarak dişi gibi sıralanırdı. Üstte mavi gök, altta yağız yerin yeşil örtüsü dışında da bir şey görünmezdi. Bu orman denizinde atılan silahın, söylenen türkünün, maninin sedası dağdan dağa, tundan tuna misliyle yankı dalgalarıyla uzar giderdi.
Tokmaklı’dan İkipoyralı’ya, Karapınar çalına doğru tüfek namlusu gibi dümdüz sarıçamlar atlıyı atından indirir, kendisini seyrettirirdi. Patırdayık yola yönelince hayvanlar içgüdüsel olarak yaylanın kokusunu alır, böğürmeye, eşinmeye, melemeye başlardı. Atlar, eşekler kulaklarını diker, tüyleri kabarır, toprağı, havayı koklamaya, sağa sola sıçramaya başlar, aniden hızlanırlardı. Bu heyecan insanlara da geçerdi.
Yolun bitiminde yaylayı gören herkes sevinç çığlıkları atmaya başlardı. Danalar, öküzler böğürmeye, kazınmaya, hasımlarına karışmaya, kömüşler yar süsmeye, çam, köknar ağaçlarına boynuz vurmaya, ofutmaya, burnundan solumaya başlar, gözlerinin akı büyür, karası küçülürdü. At Söküsü yaylası, yukarı söküsüyle, aşağı söküsüyle, kanıl gölüyle, kına taşıyla aşağı pınarıyla, sada doruğuyla bizleri karşılardı.
Biz deli danalar gibi boyumuzu aşan çimenler içinde yuvarlanır, yaşıtlarımızla güreşir, sağa sola koşuşurken uslular yükleri yıkmaya, güzden beri kapalı evleri temizlemeye, göçleri yerleştirmeye girişirlerdi.
Hemen hiç çivi kullanılmadan birbirine geçmeli çam kütüklerden yapılı, altı ahır yayla evlerinin üstü tek odalıydı. Kiremitsiz çatılar bedavra denilen yarma, çıltak tahtalardan oluşurdu. Çoğu penceresiz tek odanın ocağı, bacası, sütlüğü, dışarıda tuvaleti, genişçe bir günlüğü olurdu. Eve, yan yana getirilen iki kütükten balta yonması merdivenle çıkılırdı. Bir evde birden fazla aile barınırdı.
Evi olmayanlar uygun, korunaklı bir köknarın altına yükünü yıkar, etrafı çevirir orada gecelerdi. Yaylanın yazısında birkaç gün mallarını göğeme yayan evsizler gün gelip kendilerinin de barınacağı yayla evinin özlemiyle en geç bir hafta sonra köye inerdi. Diğerlerinin yayla yaşantısı hasada, ekine girmeye kadar devam ederdi. İnilen yaylanın hasretine ilk günden başlayan bu yayla tutkunlarını, harmandan çıkıştan sonra bağlasan tutamazdın. Hemen güz yaylasına çıkarlardı. At Söküsü yaylası onları çağırırdı. Kar yere düşüne kadar da yayladan inmezlerdi.
İlk gün mutlaka çıkrıncak yapılırdı. Uslulardan eli yatkın olan birisi hemen düz bir çam veya köknar keser, 7-8 metrelik ağacın tam ortasını üşer, iki ucundan tutamak takılacak yerleri deler, tutamakları takardı. Bir başka ağaç iki metre boyunda kesilir, ucu yuvarlak biçimde yontulur, kazılan yere yarım metre kadar dikine gömülür, etrafı taşla berkitilirdi. Dikey, sabit kazığın ucuna yatay uzun tutamaklı ağaç üşülen yerinden yerleştirilirdi. Bu hem tahtıravalli, hem de 360 derece dönen bir oyun aracıydı. İki tarafa binen, tutmaklara sıkıca yapışan çocuklar bıkıncaya, başları dönünceye kadar çıkrıncağa binerlerdi. Sıradakiler sabırsızlanır, hay huyla, çıkrıncaktan düşenlerle ortalık bayram yerine dönerdi. Çıkrıncağın üşülen yerine konan kömürün çıkardığı gacırtılı sesler çok uzaklardan duyulurdu.
Kızlar kına taşına oturur, koca kayanın yüzeyindeki ter yosunları tükürükleyip, ellerindeki küçük taşlarla köpürterek kına yakarlardı. Erkekler evin sağına soluna bakıp onarılacak yerleri keşfeder, komşularla sohbete dalıp, uzaktan hayvanları kollarken analarımız çoktan bacayı tütütüp, ocağa cabayı koymuş olurlardı.
Göğeme çıkmış yeşil yiyen hayvan tersi, otlanmış, çiğnenmiş çimen kokusu, is kokusu, tencerede pişen taze süt kokusu, çam, gürgen kokusu birbirine karışır hepsinin sihirli kimyası, yayla kokusu ortaya çıkardı.
Gün sada doruğundan devrilip gölgeler uzadığında, çıkrıncağın horsası geçer, aşağı sökü, yukarı sökü, sıçrayan buzağılar, malaklar, ofunu almış kömüşler evin, geliğin yanında tembel tembel geviş getirirlerdi. Anamız cim cort cim cort çam çalmaca süt sağarken buzağının bir yandan edüklemesi, süt indikçe rahatlayan ineğin keyifli kuyruk sallaması birazdan artacak karanlık öncesinin gölgeli görüntüleri olurdu. Sütün çiğinin, pişmişinin, ekşimişinin farklı kokularının en ince ayrımlarına varmak için bizim gibi yayla çocuğu olmak gerekirdi. Elektiriksiz, lambasız, fenersiz yayla gecelerinin ışığı çıralar da sönünce yataklara girerdik. Bedavra aralarından gökyüzünün yıldızları bize göz kırpardı. Ahırdan gelen mayıs kokuları, tam sönmemiş ocaktaki eysi kokuları, birazdan başlayacak ilk günün yayla uykusuna karışırdı. Konuklarına kavuşmanın sevinciyle yaylamız cömert hane sahibi gibi sabaha kadar bizleri sarar sarmalar, gözetirdi. Çamdu aralarından girip çıkan yayla rüzgarı yüzümüzü yalar, ulu ağaçlarının salınırken çıkardığı sesler ninni gibi gelirdi. Büyükleri bilmem ama biz rüyalarımızda çıkrıncağa biner, sabaha kadar döner, döner, dönerdik…


www.ufukotesi.com - 02 / 2007  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.