Milli Sıtrateji

 

Dr. Alptürk Ünlü  

“Biz Türküz”


Hepimiz değil “Biz Türküz”. Farklı kimlikler olabilir. Biyolojik gerçekler farklı algılanabilir. Ama bizlerin doğruyu algılaması önemlidir. Dünya hayatı; oturduğunuz, yaşadığınız ve de motive edildiğiniz boyuta göre değişiklik arz eder. Aynı zamanda; coğrafi konumda, iklim durumunda, beşeri yapıda, fiziki pozisyonda ve farklı geyometrik düzlemlerde de değişiklikler oluşturabilir. Bu durum sadece siyasi bir ajitasyonun neticesi değildir.

Örneğin, insanlar için altın madeni her zaman önemlidir. Kapitalist dünyada yetişen insanlar için, altının varlığı maddi bir değer olarak kabul edilmiştir. Fakat altın madeni günümüzde Amazon ormanlarında yaşayan bir yerli için aynı ekonomik öneme hayiz midir?
Yine aynı maden örneğinden gidelim; varsayalım İstanbul’da yaşayan bir insana; “Bir kilo altın mı yoksa bir bardak su mu istersiniz?” deyiniz! O elbette, yetiştiği ve de yetiştirildiği dünya hayatı gereği, “Altın isterim” diyecektir.
Yine bu örneğimize devam edelim, İstanbul’da eline bir kilo altın verdiğimiz adamı, Sahra çölüne götürelim ve günlerce susuz bırakalım ve diyelim ki; “Şimdi, su mu istersin ya da altın mı?” Adam ne cevap verebilir? Ya da sizler adamın yerine kendinizi koysanız ne diyebilirsiniz? Görüldüğü gibi İstanbul’daki hayatımızın gerçeği ile Sahra gerçeğindeki hayat arasındaki ilişki, biraz derin düşündüğümüzde kolayca farklı bir şekilde de olsa açığa çıkabiliyor. Fakat düşünceye yönelik olarak açığa çıkarabileceğimiz bu gerçeği, bu ülkedeki bazıları hiç ama hiç algılamıyor. Ne yazık ki, hayatı ağız-mide ve bağırsak düzleminde algılayanlar, böylesi konuları hiç tıklamıyor. Ülkemizdeki hayatı, beyin ve yürek düzleminde esas alanlar ise ortamdan genel olarak dışlanmışlardır. En acı olan nokta ise; günümüzde beyin ve yürek düzleminde gidenlerin ülkemizdeki hayatı, sadece ağız-mide ve bağırsak düzleminde yaşayanlara teslim etmiş olmalarıdır.
Şimdi bu teslimiyet düzleminde gidelim. Bu ülkede; “Hepimiz Ermeniyiz”diyenlere taraf olanlar ya da onlara göz yumup, ses çıkarmayanlar kimlerdir? Biz düşüncemizin düzlemindeki kendi gerçeğimizi görüyoruz. Çünkü düşüncemize göre, bu ülke Türklerin yurdudur. Bu ülkede kaç Ermeni vardır ki? Ülkemizde sadece altmış bin kişi Ermeni vatandaşı değil midir? Onlar “Biz Ermeniyiz” diye, evlerinde ve köşelerinde özgürce bağırabilirler. Dikkat buyurunuz edebince ve çoğunluk olan Türkleri rahatsız etmeden bağırsınlar. Ermenistan yönetimince, Türklere tanınmayan özgürlükleri de düşünerek hareket etmelidirler.
Fakat ya diğerleri...Onlar kimdir? Çoğunluğu Türk olan bu ülkede, benim, senin, bizlerin, sizlerin ve dahi “Hepimizin” adına bazı çapulcular “Hepimiz Ermeniyiz”diye bağırabilirler mi? Bağıramazlar! Devlet var mı ki bu ülkede? Savcılar, istihbaratçılar, emniyet müdürleri, bakanlar nerede? Adamlar diyor ki: “Katil Devlet”
Devlet kavramı somut değil, soyuttur. Devlet adına somut olan; savcılar, hakimler, istihbaratçılar, polisler, emniyet müdürü Celalettin Cerrah, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve diğer AKP’li bakanlardır. “Katil Devlet” diyenlerin karşısında durabilme yürekliliğini gösteren olmuş mudur? Öyleyse bu sılogana karşı ses çıkarmayan devlet görevlileri katil olmayı kabul ediyorlar mı? Çünkü sılogan atanların suçladıkları yer devlettir. O zaman H. Dink’in cenazesindeki sıloganları duyup ve pankartları görüp ses çıkarmayanlar, görevlerini yerine getirmeyen kişiler olmazlar mı? Eğer “Katil Devlet” diyenlerin sıloganını duyup ve pankartlarını ekranlardan ve gazetelerden gördüğü halde işlem yapmayan yetkililer, kendilerinin devletle olan her türlü bürokratik, politik ve ekonomik ilişkilerini kesmeliler. Onurlu olmak bunu gerektirir.
Eğer “Katil Devlet” diyenlerin tezi doğruysa, adı geçen yetkililer katili ya da katilleri yakalamalılar. Eğer “Katil Devlet” sıloganı puropaganda için atılıyorsa, ilgili devlet görevlileri yine sorumluluğu üstlenip purovakatör sılogancılar hakkında işlem yapmalıydılar.
Ayrıca tekrar ediyoruz. Bu ülkede kimse “Hepimiz Ermeniyiz” diyemez! Çünkü o “Hep”lerin içlerinde, bir ölçüde bizler de var sayılıyoruz. Bizler Türküz! Bizim adımızı, çoğul şahısta “Hepimiz” olarak niteleyenler kansızdır.
Onlar neyin kansızıdır? Türkten ve Türklükten nefret eden ve ona küfür eden, onu yok sayan kansızlardır.
Bu topraklarda örneğin benim, senin ve bizlerin ne İshak Alaton ne de Dikran Masis kadar mülkiyetimiz vardır. İstanbul’un en güzel yerlerinde kimlerin arazileri bulunmaktadır? Bu arazi sahipleri niçin bizim onda birimiz kadar ya da bu ülkedeki mülkiyet veya kazandıkları para kadar Türklüğü savunmuyorlar? Biz Türküz. Dikkat edin bu ülke Edirne’den Ardahan’a kadar bizimdir diyoruz. Bu bizimdir ifadesi sadece duyduğumuz milli ruhtan dolayıdır. Mülkiyetimizin çapı ve parasal gücümüzün, bu ülkedeki gayri Türklerin ya da hıyanet içersindeki medyanın yanında esamesi dahi okunamaz. Fakat yine de bu ülkede “Herkes Türktür” veya “Hepimiz Türküz” demek de istemiyoruz. Burası Türkiye, yani çoğunluk olarak Türk insanının yaşadığı yerdir. Çok büyük çoğunluğun Ermeni olmadığını bildiğimiz bu ülke düzleminde “Hepimiz Ermeniyiz” sıloganı atılmamalıydı. Oradakilerin atacakları sılogan sadece “Biz Ermeniyiz” olmalıydı. “Hepimiz” diye sılogan atmak ve de sıloganlarla kafa karıştırmak, bu ülkede Türklüğü yok sayan kansızlar eliyle olmuştur. Onlar “Hepimiz” diye sılogan atarak hedef saptırabilir. Bu toplum, ne yazık ki pek çok alanda şartlanmış ve da şartlandırılmış şekilde hareket ettirilmektedir. Örneğin basit noktalarda dahi şartlanmış şekilde hareket etmez miyiz? Biz beyaz et deyince “tavuk” yediğimizi, kırmızı et deyince de küçükbaş hayvanlardan “koyun” yediğimizi düşünmez miyiz? Halbuki beyaz ette çok büyük yüzdeyle “tavuk” yerine “horoz” ve küçükbaş hayvanda da ekseri “koyun” yerine “koç” eti yemiyor muyuz? Yani üreticiler tavuklarını mı kesip satarlar, yoksa horozlarını mı? Aynı şekilde koyunlarını mı keserler koçlarını mı? Elbette bunu her aklı başındaki insan bilir...
Fakat her aklı başındaki insan dahi şartlanmış şekilde hareket edip bir kilo “tavuk” ya da bir kilo “koyun” eti ister ve kasap reyonlarında her zaman “tavuk” eti ya da “koyun” eti yazmaz mı? Demek ki biz böylesi konularda da hep şartlanmış şekilde gidiyoruz. Yine şartlandırılmış olarak gittiğimiz bir örnek de; komünizmle haşır neşir bir yazar olan Rıfat Ilgaz’ın yazmış olduğu “Hababam Sınıfı” adlı romanda belirmez mi? Örneğin o romandan uyarlanan filmlerdeki en önemli kahramanlardan birisi de “İnek Şaban” değil midir? Bu kahramanın kişiliğinde Kemal Sunal sembol olmamış mıdır? Kemal Sunal erkek oyuncu değil miydi? Halbuki filmdeki “İnek Şaban” tasviri, erkek kişiliyle özdeş yapılmıyor mu? Doğada “inek” dişiyi, “öküz” erkeği bütünlemez mi? Bu durumda Kemal Sunal’a “İnek Şaban” demek gerçekçi midir? Kemal Sunal ya da filmdeki kahraman olan “İnek Şaban” eşcinsel olmadığına göre, Rıfat Ilgaz “öküz” ile “ineği” ayırt edemeyecek kadar cahil miydi? Okullarda “inek” lakabı sadece çalışkanlığa yönelik olarak yerleşmişse, filmdeki malum kahramanın çalışkanlıkla da ilgisi olmadığı açık ve seçik değil midir?
Tüm bu basit gerçeklerin ışığında dahi, binlerce kez milyonlarca insanın izlediği bu filmdeki çelişkiyi kaç kişi fark edebiliyor ki? Böylesi gerçeklerdeki basit çelişkileri fark edemeyenlerin, “Hepimiz Ermeniyiz” purovakasyonlarını fark edebilmeleri mümkün müdür? Bunun mümkünlüğünü algılayamayanların eliyle, bu ülkede “bindirildik bir alamete, gidiyoruz kıyamete...” Evet, arkadaşlar bir kez daha Türk milletinin önünde Hırant Dink cinayeti bahane edilerek, özgür ve objektif düşüncenin hadım edildiği ve hatta daha da ötesi ırzına geçildiği bir dönem yaşanmıştır. Özgürlükler adına bu ülkede yıllarca palavralar sıkanlar ile kendi özgürlüklerinin dışındakilere hayat hakkı tanımayan bazı asalakların eylemleri ayyuka çıkmıştır. Onlar sözlerinde ve sıloganlarında sürekli halklara özgürlük derlerken şimdi de Türk milletini “Hepimiz Ermeniyiz” sıloganlarına çiğnetmişlerdir.
Komünizmi, Liberalizmi ve İslam dinini kullanan bazı mihraklar, Türklük aleyhine el ele vererek hareket etmişlerdir. Onlar sözde çoğunluk adına hareket ettiklerini söylerlerken, Ermeni azınlığının milli kimliğine, Türk milliği kimliğini ezdirmişlerdir.
Elbette bu işin alt yapısını hazırlayıp destekleyenleri de Türk milleti eninde sonunda öğrenecektir. “Katil Devlet” ya da “Katil 301” diyenleri ve bu sılogan cinayetine göz yumanları elbette unutmayacağız.
Bu sıloganın atılmasını destekleyen ve göz yuman başta AKP’liler olmak üzere ilgili devlet ve hükümet yetkilileri bu suçun altında eninde sonunda kalacaklardır. Onlar bu suçlarının bedelini ödemedikleri sürece de Türklük düşmanları bu ülkede sürekli cirit atacaktır.
Arkadaşlar, hayatı her yönüyle geniş açıdan benimseyiniz! Dar bir bakış açısından hareket etmeyiniz! Edenleri ikaz ediniz! Bu konudaki yanlışları düzeltiniz! Yoksa hangi açıdan gelirse gelsin yanlış düşünceleri hamuduyla yutarsınız. Yuttuğunuzu da hazmetmeniz zor olur ya da yanlışı her zaman doğru olarak benimseyip gidersiniz. Bu yanlışlar her alanda sürüp gidebilir.
Gördüğünüz gibi ülkemizin yaşam düzleminde dahi kurgulanmış hayatımızda çoğumuz ne kadar basit yanlışlıklar içersinde hareket ettiğimizi de göremiyoruz. Bu kadar basitlikleri göremeyenlerin yoğun bir siyasi kurgulamanın etkilerini anlamaları elbette mümkün değildir.
İnsanımızın çoğunun sorunu, ülkemizde gelişen olaylara karşı ya duyarsız ya da bilgisiz bir şekilde hareket etmesi gerçeğidir. Bu gerçek, H. Dink olayı sonrasındaki cenazede de bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu olayda, ülkedeki mafyalaşmış kartelci medya ve kalemşörleri, malum anti milli yüzlerini korkunç şekilde açığa çıkarmışlardır. Necip Hablemitoğlu gibi yiğit bir Türkoğlu cinayete kurban gittiği zaman, bu medya neredeydi? O kalemşörler hangi delikte saklanıyorlardı? Çünkü Necip Hablemitoğlu milli duruştaki bir adamdı. Milli duruştaki bir adama kim tahammül edemez? Elbette milli duruşu olmayan ve satılmış olan güçler... Peki, Türkiye’deki zengin medya milli midir? Oradaki kalemşörler milli midir? Bu şahısların bağırtıları, niçin Necip Hablemitoğlu cinayetinden sonra aynı güçte olmamıştı? Necip Hablemitoğlu, 301. maddeye karşı çıkmadığı için mi?
H. Dink olayında en ince yönlere kadar kendi görüşleri için purovakasyon yapanlar, milliyetçilere, ulusalcılara ve oradan da askerlere ve jandarmaya kadar ispatsız çamur atan şerefsizler olmadılar mı? Milli olmayan medya, H. Dink’in ayakkabısının delikliği üzerine fakirlik edebiyatı ve pek çok tutarsızlık yapmadı mı? Günümüzde Eminönü’nde dahi 20 –30 liraya ayakkabı bulunmuyor mu? H. Dink’in o kadar da mı parası yoktu? Halbuki öldürüldüğü gün, 2.500 dolar bozdurmakla meşgul değil miydi? Bu kadar doları olanın, ayakkabısı delik olur mu? Yoksa olay, Pol Volkovitz’in delik çoraplarına mı benziyor?
Ayakkabısı delik olanın iş yeri Halasgargazi caddesinde nasıl oluyor? Bu cadde İstanbul’un metrekaresi en pahalı semtlerinden birisi değil midir? Ayakkabısı delik olanın, Bakırköy’deki dayiresi kiralık mı ki? Ayakkabısı delik olan bir şahsın her yaz İstanbul’un adalarında yaz tatili yapabilmesi mümkün müydü? Tüm bu gerçeklerin ışığında H. Dink’in sağ ayakkabısı delikti. Fakat bu delik olma olayında 20-30 lira yokluğundan ziyade, acaba H. Dink’in eli mi sıkıydı? Bunu niçin gayri milli medya dile getirmiyordu? Gayri milli olmak yalancı ve iftiracı olmayı mı gerekli kılar? Evet, Türkiye’deki gayri milli medyanın hal ve gidişi budur. Bu tip purovakatörlere diyoruz ki: YALANCILAR, ŞEREFSİZLER ve ÇIKARBAZLAR...
Gayri milli medyadaki şerefsizler bu ülkede, yine kurnazlıkla gündemi günlerce bulandırmadılar mı? Yok, efendim, Ogün Samast Türk bayrağını arkasına ve önüne almış mış... Evet, Abdullah Öcalan’ın da yakalanınca bayraklı resmi alınmadı mı? Biliyorsunuz Türk emniyet kuvvetleri ele geçirdikleri eylemcileri kamuoyuna deklere ederken, sadece bayrağı devletin güç gösterisi olarak göstermekle kalmaz; örneğin eğer eylemcilerden ele geçen mermiler varsa, onlarla da T.C. yazısını yazmazlar mı?
Tüm bu gerçekleri medyadaki purovakatörler bilmiyor mu? Yoksa bu gerçekler işlerine gelmiyor mu? Bayrak olayını ilk kez Fethullah Gülen gurubunun aldığı söylenen ve Mason Çetin Altan’ın küçük oğlu Mehmet Altan’ın başyazar yapıldığı gazete gündeme getirmiş.
Mehmet Altan Türk bayrağını çok mu seviyor? O bayrak PKK’lıların ayaklarının altında çiğnenirken niçin sesi çıkmıyordu? Ya da Abdullah Öcalan yakalandığında, yine bayrağımızın gösterilmesinden niçin rahatsız olmuyordu?
H. Dink’in cenazesinde bir kişi dahi Türk bayrağını gösterebildi mi? Mehmet Altan o cenazedeki bu gerçeği algılayacak kadar da mı akıl sahibi değil? Yoksa her zaman ayile boyu yaptıkları gibi Türk’ün bütün değerlerini işlerine geldiği gibi mi ifade etmek. Belki de genetik ve ekonomik yapısı bunu gerektiriyor.
Sonra Amerikancı TGRT’ye, bayrağın kasetinin servisini yapanlar kimlerdi? Bu kanal malum görüntüleri bütün kanallara niçin servis yaptı?
H. Dink’in geçmişte “Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist çizgisinde” olduğu Vikipedi’de yazılmıyor mu? Bu şahıs adını mahkeme kararıyla niçin Fırat yapmış?
DOĞU KARADENİZ ÜZERİNE OYUNLAR
Anglo-Sakson-Siyonist Yahudi ittifakınca Akdeniz’de İskenderun, Adana ve Mersin bölgesi hedefledikleri Kürt devleti için liman çıkışı olarak pilanlanmıştır. O nedenle 1950’lerden itibaren yavaş yavaş bu liman bölgeleri ile civarındaki kasabalara Kürtler göç ettirilmeye başlanmıştır. Örneğin Kürtlüğü ile övünen tescilli katil Yılmaz Güney nereden göç etmişti? Bu anlamda gerçek Adanalı mıydı?
Sonuçta Mersin ve Adana’da günümüzde PKK ve yandaşları çok büyük oranda güçlenmişlerdir. Mersin’de ne kadar etkili oldukları da herkesin malumudur. Oradaki hayinlere direnç göstermeye çalışanlara özellikle medyanın ve AKP’nin ileri gelenlerinin takındıkları tavır çok ilginçtir. Hatta bölgedeki portakal bahçelerine sahip olmaya kadar bölgeye bazı Kürtler PKK’nın ekonomik desteği çerçevesinde sızdırılmıştır. Bu konuda Osmaniye’nin Düziçi kasabasına kadar yerleşmemişler midir? Doğu Karadeniz bölgesine gelince, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolunun kuzeydeki denize çıkış bölgesi olarak düşünülmektedir. Bu bölge için ilk zorlamalar, Rize ilinde yaşayan Hemşinlilere yönelik olarak görülmüştü. O zamanlar İstanbul’daki Adli Tıp Kurumu içersine yerleşmiş olan kişilerce yapılan kan araştırmaları ortaya çıkarılmıştı. Halbuki Türkiye’de ırkçılık var diye bağıran çevrelerin etnik anlamda ırkçılık kokan bu davranışlara ses çıkarmamış olmaları da son derece düşündürücüdür. Daha sonraki yıllarda da Pontus rüzgarı estirilip yayınlar yapıldığı ve bunun da bölgede tutmadığı görülmüştür. Bunlardan başka Rahmi Koç ve İstanbul’daki patriğin bölgeye gitme süreçlerinde bölgede karşı duruşların olduğu da bilinmektedir. Ayrıca, eski komünist yayıncılardan bir kısmının, komünizmin etkisinin kırılmasıyla birlikte bölgeyi kaşıyıcı şekilde etnik milliyetçiliği içeren Gürcü ve Laz fikrini pompalayacak şekilde yayın yaptıkları da bilgimiz dahilindedir. Bu konuda onlarca kitap adını da verebiliriz. Halbuki yıllarca, komünizm adına milliyetçiliğe karşı olduğunu söyleyenlerin, etnik milliyetçilerin bayrağını yukarılara dikmeleri gerçeği, her zamanki gibi malum kişilerin iki yüzlülükleriyle açıklanabilir. Bunlardan başka PKK, bölgeye silahlı mücadele boyutunda sızmaya çalışmış, fakat bu davranış biçimi müthiş bir şekilde geri tepmiştir. Bölgede Türklük dışındaki etnik kimlikleri kaşıyarak Pontus-Rumu, Gürcü, Laz, Hemşinli fikrini yaymaya çalışanlar halen de varlıklarını bu boyutta sürdürmektedirler. Hatta Çepni’leri bile Türklerin dışında göstermeye çalışmaktadırlar. Ayrıca TİKKO ve DHKP-C militanlarının da bölgedeki çabaları boşa çıkarılmıştır. Bunun üzerine DHKP-C'ciler TAYAD maskesi altında purovakasyonlar yapmışlar, fakat Tırabzonluların direnişleri karşısında ezilmişlerdir. Dikkat edilmesi gereken nokta, bu çeşit faaliyet ve purovakasyonlar bölge üzerinde yıllardır sürmektedir. Nitekim Giresun’daki Gazi Topal Osman Ağa’nın anıt mezarındaki taşın yüzeyindeki yazıların kazınması da böylesi süreçlerden birinin ürünüdür. Bölgenin düşürülmesi demek, aslında Türkiye’nin düşürülmesi demektir. Samsun’dan Artvin’e kadar olan kesimdeki bir yenilgi, cumhuriyetimizin parçalanmasına yol açar. Zira bölge, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinden sonra en politize olmuş yöresidir. Doğu ve Güneydoğu’nun politize olayını, her seçim dönemindeki PKK yanlısı partilere verilen bulok oylarla biliyoruz. Orta ve Doğu Karadeniz bölgesi de farklı etnik yapıya dayanan bir kimlik sürecine sokulabilirse, Türkiye bunun altından kalkamaz. Zira bu bölge ve bölge insanları, Türkiye’nin diğer bölgelerinden bazı farklılıklar arz eder. Bu bölgenin atılımcı, yatırımcı ve Türkiye genelindeki hareketliliği hesap edildiğinde sonuç daha kolay düşünülebilir. Bölge düşerse Türkiye’nin Kafkasya ile olan bağlantısı da kesilir.
H. Dink cinayetindeki birinci derecedeki mesul kişi kanımca, Erhan Tuncel denilen, Emniyet güçlerine ajanlık yapan kişidir. Bu şahsın emniyetteki ve siyasi yapıdaki ilişkileri incelenmelidir.12 Eylül öncesindeki bazı milliyetçi geçinip de ABD’nin çıkar ve emellerine hizmet etmiş olan kişiler hatırlanmalıdır. Çünkü E. Tuncel’in de benzer şekildeki ilişkileri meydana çıkacaktır. Erhan Tuncel’den başlayarak Ankara’daki Emniyet İstihbarat Dayire Başkanına kadar bağlantılar iyice incelenip değerlendirilmelidir.
H. Dink’in öldürülmesi, Kerkük gerçeğini geri pilana attırmış ve sözüm ona gayri milli medyada masum bir H. Dink kişiliği ortaya konmaya çalışılmıştır. Halbuki biz ve bizden de öte Türk mahkemeleri ile Yargıtay’ı, H. Dink’i çok iyi teşhis etmişlerdir. Bu fotoğrafı, gayri milli medya elindeki tüm olanakları kullanarak ters yüz etmiştir. Bu tabloyu çok iyi okuyan hayinler, bölge üzerindeki hedeflerini kendi istek ve emelleriyle örtüştürmeğe çalışmışlar ve o aşamada Fıransa’nın aleyhimizdeki yasasını da unutturmuşlardır. Bu tablonun bu çeşit tepkiye dönüşmesini de belirli eller itinayla hazırlamıştır.


www.ufukotesi.com - 02 / 2007  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.