Gafil avlandım! Karne tatilinin başladığı gün hiç düşünmeden çok katlı çarşılardan birinde alışverişe çıktım. Belki çarşıda on bin çocuk vardı. Yoksa bile bana öyle geldi. Eski kitaplarda mutlulukları “cıvıl cıvıl” ifadesi ile anlatılan çocuklar çığlık çığlığa, anne babalarını çekiştirerek istedikleri her şeyi aldırıyorlardı. Ebeveynlerinin lügatinde ise “yok, olmaz” veya “bu senin yaşına uygun değil” sözcükleri yoktu. |
Geçen gün bir dost anlattı.
“Hıncahınç dolu otobüste altmış yaşlarındaki bir beyin yüksek sesle;
-Lütfen oğlunuzu kucağınıza alınız da büyükler otursun! “ tepkisine genç baba çok sakin cevap verdi;
“-Ben oğlum için de akbil bastım. O yüzden yanımda oturacak!”
Yedi yaşlarındaki çocuk daha çok yerine yerleşti ve kendine bakanlara öfke ile baktı. Kısacık bir sürede tartışmaya otobüs halkının çoğu katıldı ama çocuk yerinde, yaşlılar ise ayakta gidecekleri yere gittiler.”
Genç baba aklı sıra günün savaşını kazanmış ama geleceğini kaybetmişti. İleriki yıllarda o çocuk büyüdüğü zaman, baba hak ettiği saygıyı oğlundan bulamadığı zaman belki bu olay aklına hiç gelmeyecek.
Her şeyi satın alabilirsiniz ama saygıyı ve sevgiyi asla!
Her şeyi satın alarak, her dediklerini yaparak çocuklarımıza kendimizi ne sevdirebilir ne de saydırabiliriz. En nihayetinde kendi küçük canavarlarımızı yaratırız.
Geçtiğimiz ay yılbaşı, kurban bayramı, yarıyıl karne tatili vardı. Etrafımda ki çocuklar hediyelere boğuldular.
Hele ki karne hediyelerinde sınırlar zorlandı…
Öğretmenler de az değil evvelallah!
Öğrencilerin cinsiyetlerine göre mavi ya da pembe kurdelelerle süslenmiş şeffaf dosyalar içindeki karnelerin yanında verilen teşekkür ve takdir belgelerine nazar boncukları takılmıştı. Öğretmeninden bunu alan çocuk anne babadan neler almaz ki? Anne babaya bu mutluluğu yaşatan öğretmen ise neler hak etmez ki?
Gafil avlandım! Karne tatilinin başladığı gün hiç düşünmeden çok katlı çarşılardan birinde alışverişe çıktım. Belki çarşıda on bin çocuk vardı. Yoksa bile bana öyle geldi. Eski kitaplarda mutlulukları “cıvıl cıvıl” ifadesi ile anlatılan çocuklar çığlık çığlığa, anne babalarını çekiştirerek istedikleri her şeyi aldırıyorlardı. Ebeveynlerinin lügatinde ise “yok, olmaz” veya “bu senin yaşına uygun değil” sözcükleri yoktu. Elleri kolları hediye paketleri ile dolu çocuklar ve büyükleri bir taraftan çarşıdan çıkarken, yerini anında yeniler gelerek dolduruyordu.
Bu bir sektör olmuş. Ve bu sektörden herkesler hissesine düşeni alırken mutsuz çocukların sayısı her geçen gün biraz daha artıyor.
Her istediğini yaparsanız, her dediğini alırsanız o çocuk önce doyumsuz sonra mutsuz olur. İşte bu aşamada ikinci sektör başlıyor. Anne ve babaların yerini alan psikologlar. Cehalet mi desem, kültürsüzlük mü desem adını koyamadığım bu aşamada bir de ebeveynlerin yarışı var. “Bizim çocuğun psikologu var.” Psikologu olmayan çocuk eksik çocuk sayılıyor. Tabii psikologdan eğitim alınırken parasının ödendiğini de gören bir de çocuk var. Çocuk bunun farkında ama büyükler halen değil (!)
1980’li yılların popülist kültürü ile başlayan böyle çocuk yetiştirmeler sonucu herkeslerin şikayet ettiği duyarsız gençler günümüzde çoğunluğa geçti.
Tek dertleri marka giysiler, eğlence, cepte bol harçlık, anne baba başta olmak üzere büyüklere saygısızlık, bozuk bir Türkçe ile konuşmak olmak üzere sayın sayabildiğiniz kadar.
İlk jenerasyonunu veren bu popülist gençlerin eli para tutmaya başlayanlarının çoğu evlerinden ayrıldı bile. Ayrı ev tutup yaşama aşamasındalar artık. Bayramlar da bile büyükleri ziyaret etme yerine tatile gitmeyi tercih ediyorlar. Kutlamalar ise bir telefonun ucunda…
Ha bugün ha yarın arar diye bekleyen anne ve babalar ise hızla yaşlanmakta.
Zaten unvanları ya “moruk” ya da “bizim ihtiyarlar” oldu bile…
Hiçbir şey insanı kapılara baktırıp beklemek kadar hızla yaşlandırmaz.
Bir araya geldiğimizde aynı sohbet içinde, aynı soruyu belki on defa soruyorlar…
“Biz nerede hata yaptık?”
asumanozdemir@gmail.com
|