Peki, Banu Avar bu programda ne yaptı? İsveç’in çelişkilerini ve gerçek yüzünü ortaya koydu. Orhan Pamuk’u ödül aldıktan sonra ilk kutlayanların Ermenistan ve Fransa olduğunun altını çizdi. Medyadaki oryantalist-kapitalist yazarların bize örnek gösterdiği İsveç’in hem alkolizmin hem de ruh hastalıklarının büyük boyutlarda yaşandığı bir ülke olduğunu anlattı. Nedense hep bize olumlu anlatılan, örnek gösterilen ülkelerden birinde ırkçılığın en önemli sıkıntılardan biri olduğunu ifade etti. Banu Avar konunun siyasi boyutunu bilerek veya bilmeyerek göz ardı edip salt edebiyat hadisesi olduğunu zannedenlere şu sözlerle sesleniyordu: “Benim ilgi alanımda Türkiye’yi eleştiren ve seven ülkeler var. Ben bunların arkalarındaki amaçlarla ilgileniyorum. Bu çerçevede verilen ödüllere, övgülere bakıyorum. Orhan Pamuk da bu bakımdan sadece bir ayrıntıdır. O kadar. Türkiye’ye kriter dayatan Avrupa ülkelerindeki uygulamalara ışık tutuyorum. Kendi ülkelerindeki durumu yerinde inceleyip, bize kriter dayatanların içinde bulunduğu gerçeği Türk halkına gösteriyorum. İsveç’le ilgili yaptığımız program da bu kapsamda hazırlanmıştır.” Program içinde gerçekleştirilen röportajlarda İsveç’te yaşayan Türkler, İsveç’te her şeyin yazılıp haber yapılamayacağını, gazetecilerin otosansür uyguladıklarını söylüyorlardı. Bizdeki İsveçsever gazeteciler neden işin bu boyutlarıyla ilgilenmezler? Neden bunun yerine “Banu Avar 216’dan yargılansın” derler?
KRİTERLER ve ÇELİŞKİLER
Küresel hegemonyanın hoparlörlüğünü yapan, ona şirin görünmeyi şiar edinmiş olan kalemşorlar Banu Avar’ın tespit ve tenkitleriyle çılgına döndüler. Hâlbuki burada düşünce ve sorgulama vardı. Normal şartlarda bundan rahatsız olmanın gereği yoktu. Düşünce özgürlüğü diye yıllardan beri ortalığı ayağa kaldıran, Türk milletinin bütün mukaddeslerine saldıran, kültürünü hor gören ve hiçe sayan, bu topraklara aidiyet hissetmeyen bu güruh arkadaşları hakkındaki farklı bir düşünceye tahammül edemediler. Çünkü onlar tekelci bir dünya tasavvurunun askerleri oldukları için özgürlüğün sadece kendi hakları olduğunu düşünürler. Onlar sahip oldukları bütün imkânları kendileri gibi düşünmeyenleri tasfiye etmek için kullanırlar. Onlar, “hariç”ten gazel okurlar sadece. Onlar her türlü şekle girebilirler, dün ak dediklerine bugün kara diyebilirler. Dün teröristle kol kola girip bugün irtica geliyor diyebilirler. Bazen sosyalist geçmişlerini hatırlarlar, bazen de gerçekleri görmekten ve kapitalizmin faydalarından bahsederler. Ama oryantalizmi hiç terk etmezler. Çelişki, kendileri için asla değil yalnız ötekileştirdikleri için akıllarına gelebilecek bir kelimedir. Bu yüzden dinamiti bulan, dünya silah sektörünün en önemli isimlerinden olan Alfred Nobel adına “Barış ödülü” verilebilir.
BU KOALİSYON NEREYE GİDER?
Alev Alatlı’nın “Schrödinger’in Kedisi” romanındaki ifadeleriyle “Dünya vatandaşları için tek bir hedef vardır. Bu hedef, ekonomik aklın görkemli koalisyonuna kabul edilmek, tekte erimektir. Tüm insanlık için düşünüldüğünde, KOALİSYON’la bütünleşme, bugün henüz bir ütopya olmakla beraber, insanlığın nihai hedefidir.” Alev Alatlı’nın bahsettiği koalisyon, bizdeki Nobel koalisyonunun yana yakıla dahil olmak istediği yerdir. Nobel koalisyonu geçmişte ve bugün ne olduklarını iddia ederlerse etsinler artık küresel hegemonyaya biat etmekte buluşanların adresidir. Nobel koalisyonu Tarık Buğra’nın Firavun İmanı”, Kemal Tahir’in de “Yol Ayrımı” romanlarıyla anlatmaya çalıştıkları fırsatçılık düzeneğinin günümüzdeki versiyonudur. Nobel koalisyonu devletin sunduğu imkânları devleti aşındırmak için kullanmanın adıdır. Nobel koalisyonu özel çabalarla yüzeyselleştirilen bir kamuoyunu istismar etmenin, nerede yerli duruş görse onu marjinal ilan etmenin diğer adıdır. Nobel koalisyonu samimiyet ve idealizmin köküne kibrit suyu dökülen zemindir. Nobel koalisyonu, ayakları bu topraklara basmayan, iddiasını taşıdıkları muhafazakarlığı hiç uygulamayan bazılarının dahil olmaya kalktıkları yerdir. Nobel koalisyonu bu boyutlarda iken Türkiye’deki medyanın dilini, yazılanları ve söylenenleri çözümleyecek, aslında ne söylediklerini ve kimlerle nelerin pazarlığını yaptıklarını ortaya çıkaracak bir bilgilenme hareketine ihtiyacımız var. Değişimleri, dönüşümleri, belirsizleşmeleri, omurgasızlaşmaları, anlam kaymalarını doğru tespit etmeye ve yorumlamaya ihtiyacımız var.
İşte bu bilgilenme/bilgilendirme/yorumlama gerçekleşirse Nobel koalisyonunun karşısında yerliler ve yerlilik olacaktır. Dönüşürken gözleri dönenlere de Kemal Tahir’in sözlerini hatırlatmak istiyoruz: “Yerli olunmadan hiç bir sey olunmaz, adam bile olunmaz. Çünkü yerli olunmadan gerçekten namuslu olunamaz.”
|