Gezi

 

Banu Erkmen  

Yeryüzündeki cennet parçası: Datça


Ege ile Akdeniz’i birbirinden ayıran nedir? Ya da kendinizi kara hayatından kurtarıp tuzlu sularda özgürleştirmeye başladığınız zaman nereden gelip nereye gittiğinizi nasıl öğreneceksiniz? Eğer Datça’daysanız ardınızda bıraktığınız kente baktığınızda Ege ile Akdeniz’i ayıran sınırı geçip geçmediğinizi anlarsınız. Anadolu’nun güney batısında yer alan Datça sanki kıtalar ve onların büyük dünyaları ile mümkün olan en az bağı kurarak kendini ve mütevazılığını korumaya çalışıyor.

Belki de tam bir ada olup ta diğer ege adaları ile beraber aynı çekişmenin içinde kalmamak için son anda ayrılmaktan vazgeçmiştir diye düşündürüyor.

Beni kuzum Datça'ya gömün
Geçin Ankara'yı İstanbul'u!
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine de pahalı,
Örneğin Zincirlikuyu'da
Bir mezar 750 milyona
Burası nispeten ucuzluk
Ortada kalma tehlikesi de yok
Hayır dua da istemez,
Dediğim gibi beni Datça'ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama!

Bu mısralar Can YÜCEL’in vasiyet isimli şiirinden. Ve vasiyeti de yerine getirilmiş. Bugün mezarı ve müze haline gelen evi, şehri hâlâ terk etmemiş antik hayaletlerin begonvillerle bezeli taş evlerinin gölgelerinde saklandığı eski kentte. Bu kadar gözden sakınırcasına tutkuyla bağlanılabilecek kaç yer var olabilir ki?
Buranın ilk yerlileri M.Ö. 2000’lere kadar tarihlendirilmektedirler. Bugün pek de iyi durumda olmayan Knidos antik kentindeki kalıntılar ise M.Ö. 300 yıllarına kadar uzanmaktadır. Antik şehir Knidos M.Ö. 1000’li yıllarda Trakya’dan gelen Dorlar tarafından kurulmuştur. Konumu nedeni ile Bizans’ın son yıllarına kadar büyük bir ticaret ve din merkezi haline gelmiştir. Öyle ki bugün 6200 kişinin yaşadığı Datça’da o günlerde yaklaşık yetmiş bin kişi yaşamaktaymış. Aynı zamanda devrinin önemli sanat ve tıp merkezidir. Şehirlerini Afrodit’in güzelliği ile bağdaştıran Knidosluların yaptığı Afrodit heykeli her ne kadar günümüze kadar ulaşamasa da zamanının bütün tarihçilerini ve seyyahlarını etkilemiştir. Yine bu bölgeden çıkan büyük Knidos aslanı da British Museum’da sergilenmektedir. Fakat Ortaçağ sonlarında depremler ve korsanlar nedeni ile şehir yavaş yavaş tarihin yapraklarında eskimeye başlamıştır. Oldukça eski bir hikâyeden etkilenen tarihçi Strabon “Tanrı yarattığı kulunun uzun ömürlü olmasını isterse Datça’ya bırakır” der. Bu ilginç hikâyeye göre; Romalılar döneminde ülkede bulunan bütün cüzzamlılar Mısır’a gönderilmek üzere teknelere doldurulur. Knidos (Datça) açıklarına gelindiğinde ya hava koşullarından ya da Mısır'a gitmeyi göze alamadıklarından cüzzamlılar Emecik yakınlarında karaya indirilir. Tekneler tekrar Roma'ya döner. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra merak edilir; acaba Knidos'a terk edilen cüzzamlılara ne oldu diye. Romalılar cüzzamlıları görmek üzere Knidos'a geldiklerinde onları bir sürpriz beklemektedir, hepsi iyileşmiştir. Eee bizde öldürmeyen Allah öldürmüyor demez miyiz? Havasının temizliğinin yanı sıra burada denize girdikten sonra bir daha kolay kolay başka bir yerde denize girme zahmetine katlanmayabilirsiniz. Beklenti ve kriterlerinizi sarsıcı derecede yükseltecek bir keyif olacaktır.
Datça'ya kuşkusuz en büyüleyici ulaşım Ege-Akdeniz arasında yapılan mavi turlarladır.
Peki ya deniz geçit vermediğinde teknenizi sırtınıza alıp Ege'den Akdeniz'e yürüyerek
Geçebilir misiniz? Datçalı balıkçılar Balıkaşıran’dan geçirirlermiş. Reşadiye yarımadası
Olarak da bilinen yarımadanın 800 metrelik en dar yerinden hem de. Balıkaşıran ya da Kayıkaşıran, buradan geçmeden Datçalı olunmaz derler.
Datça yarımadası sadece kasaba merkezi ile anılmamalı; etrafında yer alan koylar ve köyler ile de bir bütün olarak gezilmelidir. Örneğin 200 yıllık Mehmet Ali Bey konağının bulunduğu Reşadiye, bugün korunmaya çalışılan altı milyon yıllık izi Gebekum, küçük fakat son derece güzel pansiyonların yer aldığı koylardan Palamutbükü, Hayıtbükü, Kargıkoyu ve hepsinden meşhur Aktur koyları görülmeden bu gezi tamamlanmış olmaz. Ayrıca Knidos antik kenti ve Can Baba’nın mekânı, eski Datça evleri de bizleri bekler.
Bal, badem, balık… Dünyada sadece bu bölgeye endemik Günnük ağaçları, ömre ömür katan çam kokusu, ülkemizin tek okaliptüs ağaçları ile adeta cennetin yeryüzündeki reklam kuşağı gibi. Eğer burayı da cehenneme çevirirsek sanırım gerçekten de o cenneti pek hak etmiyoruz demektir.


www.ufukotesi.com - 01 / 2007  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.