-

 

Dr. Orhan Gedikli  

Kırım’da Türk izleri (2)


Osmanlıda ilk dış borç Kırım harbi nedeniyle 1853’de İngiltere’den 3000 Sterlin olarak alınır. Dönem Abdülmecit dönemidir. Alınan paranın tamamına yakını lüks saray yapımına harcanmıştır. Topkapı Sarayı dışındaki sarayların hepsi Kırım harbinden sonra yapılmıştır. Lüks saraylar beraberinde lüks ve batı tipi bir saray yaşamını getirmiştir, Bu da çöküşü hızlandırmıştır.

Ruslar Osmanlıdan Kırım harbinin rövanşını 93 Harbinde almış ve Tuna’yı kolaylıkla geçerek Yeşilköy’e kadar gelmişlerdir. Osmanlının İstanbul’un güvenliğini Tuna’da görmekte ne kadar haklı olduğunu 93 Harbi göstermiştir. Bu gün de İstanbul’un güvenliği Tuna’dadır. Bunu nasıl sağlayabiliriz. Balkanlar’daki Türk ve Müslümanlara sahip çıkmakla.
Sivastopol gerçekten çok güzel bir yer. Limanda sağlı sollu sıralanmış gemiler hoş bir manzara oluşturuyor. Osmanlı dönemine ait eserleri bulmak pek mümkün değil. Çünkü Osmanlı izlerini silmek için bu eserlerin yüzde 99’u yıkılmış. Şehirdeki tek cami 1905 yapılan Mevlana Camisi. Camide restorasyon çalışmaları var. Masraflarını Türkiye’den hayırseverler karşılıyor. Muhittin kardeşimiz caminin yeniden ibadete açılması ve onarımında ne büyük zorluklar çektiklerini anlattıkça içimiz sızlıyor. Buradan Panaroma Müzesi’ne gidiyoruz.
Panaroma Müzesi’nde Kırım Harbinin bir günlük olayları 3 boyutlu olarak 360 derece bir duvara işlenmiş. Duvara baktığınızda kendinizi 1854 Kırım harbinin içinde hissediyorsunuz ve savaşın acımasızlığını görüyorsunuz. En ön cepheden en arka cepheye kadar hepsi var. Ancak bunu tarif etmek mümkün değil mutlaka görmek gerekir. Tabloda Fransız, İngiliz, Türk ve Rus askerlerin mücadeleleri ayrı ayrı görülüyor. İşte tarihe sahip çıkmak diye ben buna derim. Burada Türk Devleti yetkililerine bir öneri getiriyorum. Hiç zaman geçirmeden Kurtuluş ve Çanakkale Harbinin Panaroma Müzelerini yapmak gerekir.
Sivastopol Türk Şehitliğine doğru yola çıkıyoruz. Bana göre gezimizin en anlamlı anı bu. Nihayet çam ormanları arasındaki şehitliğe varıyoruz. Allah Allah nidaları ile Türklük ve İslamiyet için şehit düşen dedelerimizin kabri başında olmak ne büyük bir mutluluktur bilemezsiniz. Ekibimizdeki imam arkadaşımız Kuran okuyor ve hep birlikte dualar ediyoruz. Gözlerimiz yaşlı olarak tekrar gelebilmek dilekleri ile şehitlikten ayrılıyoruz. Şehitliğin bakımı için bir Tatar Türkünün Türkiye tarafından görevlendirilmiş olmasına ayrıca çok seviniyorum.
Rotamız Kırımın kalbi tarihî başkent Bahçesaray. Önce Mustafa Cemiloğlu ile evinde görüşüyoruz. Bize Kırım’ın güzel kavununu ikram ediyor. Ukrayna Meclisinde 2, Kırım Meclisinde ise 12 milletvekillerinin olduğunu söyleyip bunun yetersizliğinden yakınıyor. İşsizlik ve konut puroblemlerinden bahsediyor. 200 bin kadar Tatar Türkünün dönmek için yardım beklediğini, uzun süre hapis yattığını, 7 kez tutuklandığını söylüyor. Bu arada Pazaryeri bölgesindeki çatışmaların durdurulduğunu ve bu bölgenin özel alan olacağını, pazarın kaldırılacağını ve tarihî eserlerin restore edileceğini, bu konuda anlaşıldığını öğrenmekten mutlu oluyoruz. Çok verimli bir sohbetten sonra Cemiloğlu’na teşekkür ederek ayrılıyoruz.
Pazaryerine giderek harap haldeki türbeleri ve sadece minberi ayakta kalabilmiş cami kalıntılarını gördükten sonra Tatar Elhamrası olarak bilinen meşhur Han Sarayına gidiyoruz. Han Sarayı Çürük Su Irmağı yanına yapılmış doğu mimarisi özelliğini taşıyan muhteşem bir eser. Topkapı Sarayının küçülmüş hali. Burası Kırım Hanlarının yönetim merkezidir. Yapımına Hacı Giray döneminde başlandığı biliniyor. Saray 14 hektarlık bir alana kurulmuş ancak bugün 3 hektar kalabilmiştir. Sarayın içindeki Büyük Han Camisi Bahçesaray’daki 4 tarihî camiden biri ve mimarî açıdan da en etkileyici olanıdır. Cami 16. yüzyılda daha önce mezarlık olan yere yapılmıştır. Kırımın 13. asırda İslam ile tanışmıştır.
Sarayın Devlet işlerinin görüşüldüğü divanhane kısmının önünde boza içilen bir bölüm var. Divanda bulunanların bu bozadan içtikten sonra rahatlayarak içeri girdikleri ve Hanın karşısında sıkılmadan her meseleyi konuşabildikleri söyleniyor. Sarayda meşhur Gözyaşı Çeşmesi mevcuttur. Giray Han’ın genç yaşta ölen eşi Dilara Hanım için 1763’de yaptırdığı bu çeşme o gün bugün ağlamaya devam etmektedir. Meşhur Rus şairi Puşkin’in bu çeşmeye ithafen yazdığı “Bahçesaray Çeşmesi” isimli şiiri dünya çapında bir üne kavuşmuştur. Bu çeşme eşe duyulan derin sevginin göstergesidir. Sarayın haremi 18.yy yapımıdır. İlk dönemdeki dört harem binasından bu güne bir tanesi kalabilmiştir. Kalan bu kısımda ancak 3 oda mevcuttur. Haremin orijinali ise 70 odalıymış. Sarayın bahçesinde dolaşırken Kırım Hanlarının ve burada yaşanmış medeniyetin, kültürün, sanatın büyüklüğü bizleri büyülüyor.
Saraydan Zincirli Medrese’/ye gidiyoruz. Adını kapısının girişine gerilmiş zincirlerden alan 1500’lü yıllarda yapılmış bu medrese birçok öğrenci yetiştirmiş ve o zamanda bölgenin en önemli kültür merkezi olmuştur. Ancak bu günkü terkedilmiş hali insanın içimi sızlatıyor. Kapıdaki zincir ilim irfan yuvalarına saygı gereği eğilerek girilmesi mantığından hareket edilerek yapılmıştır. Zincirli Medresenin hemen bitişiğindeki kabristanlıkta büyük Türkçü İsmail Bey Gaspıralı’nın kabrini ziyaret ediyoruz. Rus döneminde yok edilen mezar Kırım’a dönen Türkler tarafından yeniden yaptırılmıştır. Buranın üstünde Çift Kale (Cufutkale) denilen bir bölgede Musevi inanışına sahip Karaim Türklerinin en önemli sinagogları bulunmaktadır. Burası da görülmeye değer bir yerdir. Buradan İsmail Bey Gaspıralı’nın müzesine gidiyoruz ve hatıra defterine duygularımızı gözyaşları içinde yazarak Bahçesaray’dan ayrılıyoruz.
Şimdi rotamız Kırım’ın batıdaki önemli liman kentlerinden Gözleve. Osmanlı doğuda Kefe batıda Gözleve’yi kontrol altında tutarak Kırım’ı Rus işgalinden korumayı başarmıştır. Kırım Hanları ise Bahçesaray’da içte kalmışlardır. Gözleve’de ilk uğrağımız Selahaddin Camisi özelliğinde olan Cuma Camisi (Tatar Han Camisi). 1552 yılında yapılan bu cami Mimar Sinan’ın en kuzeydeki eseridir. Komünist dönemde ateizm müzesi olarak kullanılmıştır. Bugün ibadete açıktır. Uçsuz bucaksız plajı gördükten sonra tarihî tramvaylara binerek şehrin en geniş meydanına gidiyoruz. Meydanda geçmiş dönemlerde Gözleve’de hüküm sürmüş dinler ve önemli şahsiyetlerin bronz heykellerini seyrederken Fatih Sultan Mehmet Han’ın bronz büstü ve cami resmi beynimizde geçmişe bir gezi yaptırıyor.
Gözleve’de son olarak Karaim Müzesi ve Sinagogu geziyoruz. Görevliden Karaim Türkleri ile ilgili bilgileri alıyoruz. Bunlar aslında Savaşçı özelliklerini kaybetmiş Hazar Türkleridir ve ticaret yaparlar. Hazardan Baltık kıyılarına doğru yayılmışlar ve üst gurupları Yahudiliği alt gurupları ise Şamanlığı seçmiştir. En yoğun olarak Litvanya’da yaşamaktadırlar. Bugün dünyada 2000 kadar Karaim vardır. Bunların 200’ü Gözleve’de, 700 kadarı da Kırım’ın diğer kesimlerindedir. Karaimlerin Kıpçak ve Kumanlarla dil birlikleri vardır. Litvanya’da bugün 267 aile kalabilmiştir. Litvanya Üniversitesinde Karaim Türk Dili Kürsüsü açılmıştır. Yine Litvanya’da 5000 kadar Tatar ve Özbek Türkü vardır ve 5 cami bulunmaktadır. Bir kısmı da Polonya ve Türkiye’de yaşamaktadır. Türkiye’de 70 kadar oldukları sanılmaktadır. Tevrat’a inanıyorlar ve doğumun 7. günü sünnet oluyorlar. Domuz eti yemiyorlar. Baş mabet olarak Bahçesaray Çift Kale’deki (Cufutkale) Sinagog’u kabul ediyorlar. Gözleve’de diğer görülmesi gereken yer Mevlevi Tekkesidir.
Nihayet Yalta’dayız. Yol boyunca üzüm bağlarından yeşilin her tonunun mevcut olduğu ormanlara kadar çok güzel bir manzara sizi karşılıyor. Sahile kadar inen balta girmemiş ormanlar arasına yerleştirilmiş harika yapılar, saraylar ile bu bölge insana ayrı bir huzur veriyor. İlk durağımız Ayı Petri dağı. Balta girmemiş ormanlar arasından seyrederek çıktığımız dağda kurulmuş Tatar çadırlarında yöresel Türk yemeklerinin tadına bakıyoruz. Sonra dürbünle Yalta’yı, Karadeniz’in kuzey sahillerini seyrederken gözlerimiz bir tarih yolculuğuna dalıp gidiyor ve keşke bu topraklar elden çıkmasaydı diyoruz. Doksan derece dik yamaçlarda Rus yapımı teleferiklerle inerken gördüğünüz manzara sizi doğa zevkinin doruklarına çıkartıyor. Fotoğrafçılar için ise bulunmaz bir manzara.
Yalta dünya tarihi açısından önemli bir yerdir. Önce 1911’de yapılan Rus çarlarının yazlık sarayı Livadiye’yi görmek lazım. Yazın buraya dinlenmeye gelen çarlara Osmanlı’dan dostluk mesajı olarak Paşalar gider ve karşılıklı hediyeler verilirdi. En son 1914’de Talat Paşa gitmiştir. Sarayın ikinci önemi II. Dünya Harbinden sonra dünyanın paylaşımının yapıldığı Yalta Konferansına ev sahipliği yapmasıdır. Burada Roosevelt, Churcill ve Stalin dünyayı paylaşmışlar ve Birleşmiş Milletlerin kurulması kararını almışlardır. Daha sonra şehir merkezine gidiyoruz. Şehrin girişinde sağda Dereköy Camisi ve Yalta Müslümanları din cemiyetini ziyaret ediyoruz. Cami bir dönem medrese olarak kullanılmış ve büyük Türkçü İsmail Bey Gaspıralı 1906-1910 arasında burada hocalık yapmıştır.
Yalta limanı ve şehir merkezi bize İzmir’i anımsatıyor. Liman bölgesi çok geniş ve trafiğe kapalı durumdadır. Etrafta lokantalar ve kafeler dizilmiş. Meydanda bir yanda Lenin heykeli diğer yanda Mc Danolds ve Osmanlı çınarı size farklı bir enstantane sunuyor. Yalta çarlardan başka komünist entelektüellerin de dinlenme yeridir. Yalta limanının Türk tarihi açısından da ayrı bir önemi vardır. İttihat Terakkinin en önemli üç adamı; Talat, Enver ve Cemal Paşalar tahttan indikten sonra Kuruçeşme’de bindikleri bir Alman gemisi ile çok sevdikleri İstanbul’u terk eder ve Yalta’ya gelirler. Buradan Enver Paşa Rusya içlerine, Cemal Paşa Kafkasya’ya ve Talat Paşa da geldikleri Alman gemisi ile Almanya’ya giderler. Bu üç paşa da İstanbul’u bir daha göremezler.
Sudak’tayız. Sudak’ın 40.000 kadar olan nüfusunun 4000’ini Tatar Türkleri oluşturuyor. Sürgünden önce nüfus oranı tam tersmiş. Şehirde iki açık cami var. Kale 1404’de yapılmış ve çok geniş bir alanı kaplıyor. Ön cephesi sarp kayalıklardan denize, arka cephesi ise şehre bakıyor. Kale içinde plajı gören köşedeki Osmanlı Camisi minaresi olmasa da yıllara meydan okurcasına “Ben buradayım!” diyor. Cemaatine kavuşacağı günü bekliyor. Cami şehirde bugüne ulaşabilen tek Osmanlı eseridir ve müze olarak kullanılmaktadır. Aslında Sudak Kalesi Osmanlıdan önce Selçuklular tarafından 1200’lü yıllarda fethedilmiştir. Ancak Selçuklulara ait bir eser bulmak mümkün değildir.
Osmanlının çok önem verdiği yönetim merkezi Kefe yolundayız. Kefe 1475’de Gedik Ahmet Paşa tarafından Cenevizlilerden alınmıştır. Görülmesi gereken önemli eserler Baybars Han Camisi ve Kefe Kalesidir. Baybars Han Camisi tipik Osmanlı mimarisidir. Camide Özbek Türkü olan genç imamla sohbet ediyoruz. Caminin restorasyona ihtiyacı var. Oradan kaleyi görmeye gidiyoruz. Kaleden Karadeniz’in doyumsuz güzelliğini seyrederken gözlerimiz enginde Sinop’u görür gibi oluyor. Karanlık çökmeden hızla Eski Kırım’a geçerek tarihî Özbek Han camisini ve cami arkasındaki hamamı görüyoruz. Eski Kırım ilk başkenttir. Daha sonra başkent Bahçesaray’a taşınmıştır.
Kırım’ın büyük bir kısmını size zaman tünelinden geçirerek sundum. Kırım Türkünün çektiği sıkıntıları, sevinçleri ve güzellikleri birlikte gördük. Bugüne ulaşabilen Türk mimarî şaheserlerini, Han Sarayını, camileri, çeşmeleri, kaleleri tanıdık. Deşti Kıpçak’ta yaşanan tarih göz önüne alındığında Batı Hunlarından Kıpçakların, Altın Ordudan Kırım Hanlığına, Selçukludan Osmanlıya Türk yurdu olan bu bölgede maalesef bugün Türk bayrağı dalgalanmamaktadır. Türkler birbirleri ile mücadele etmek yerine Türk birliğini kurarlarsa önlerinde hiçbir gücün duramayacağını görülecektir. Bugün büyük devletler ve AB Türk Birliği oluşmaması için ellerinde gelen tüm gayretleri sarf etmektedirler. Türkiye’nin siyasi ve bürokratik kurumları ise tüm enerjilerini Türk Birliği yerine olmayacak bir AB hayali için harcamaktadırlar. Buradan haykırıyorum, ölünceye kadar da haykıracağım. Türkler için tek kurtuluş Türk Uluslar Topluluğu’dur. Saygılarımla.
dr@orhangedikli.com


www.ufukotesi.com - 12 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.