gezi

 

Nazan Sezgin  

Arapların talebesi Avrupa


F. Grenard Asyanın Yükseliş ve Düşüşü adlı kitabında Firederiğin Arapça konuştuğunu, doktorlarının Arap olduğunu, Hac için Kudüs’e gittiğinde Sultan Melik ül kamile misafir olduğunu ve ona ah! Papa nedir bilmeyen Mesut Sultan diye hitap ettiğini yazmaktadır. Bugün gelen Papa 16. Benedikt’in bundan galiba haberi yok. Firederik üstelik hergün yıkanan (!) günahkâr da bir pirens imiş.

Fernand Grenard
Tarih ders kitaplarında eskiden Avrupa Rönesansını hazırlayan şartlardan birinin İstanbulun fethi olduğu yazılıydı, güya kaçabilen bazı Bizanslı bilginler kitaplarını da götürmüşlerdi. Yanlış ve eksik bir tarifti tabii bu. O kıyamette hangi bilgin, hangi kitap? Mantık dışı ve Batı bakışlı bir hüküm… Şartlardan diğerleri de İtalya ikliminin uygunluğu, v.s idi. Rönesansı yaratan köprülerden birinin Endülüste olduğu az çok anlaşıldı da diğer köprünün Sicilya olduğunu bilen galiba çok az. Bilinense sadece Mafya. Zaman tünelindekileri öğrenmeliyiz. Tunustan gelen Ağlebi hanedanının Sicilya ve Güney İtalyayı yaklaşık ikiyüz elli yıl idare ettiğini, Normanların Sicilyayı onlardan aldığını bilmek durumundayız. Normanların akılsızlık etmeyip müslüman kadrolardan idari ve mali işlerde faydalandığı tarihi bir gerçek. Norman hükümdarlarının en ünlüsü 2. Firederiği İtalyanlar kendi kitaplarında kültürlü ve sanat âşığı, müslümanlarla iyi geçinen ama Papalıkla ve Lombardiya (Kuzey İtalya) şehirleriyle devamlı savaş halinde bir hükümdar olarak tanıtır.
F. Grenard Asyanın Yükseliş ve Düşüşü adlı kitabında Firederiğin Arapça konuştuğunu, doktorlarının Arap olduğunu, Hac için Kudüs’e gittiğinde Sultan Melik ül kamile misafir olduğunu ve ona ah! Papa nedir bilmeyen Mesut Sultan diye hitap ettiğini yazmaktadır. Bugün gelen Papa 16. Benedikt’in bundan galiba haberi yok. Firederik üstelik hergün yıkanan (!) günahkâr da bir pirens imiş. Kudüsten dönünce araplardan kalan kaleleri tamir ettirdiği gibi çizmenin topuğundaki yerlerde benzerlerini inşa ettirmiş.
Zaman tünelindeki yolculuğumuza başka bir batılı yazarın verdiği bilgilerle devam ediyoruz. Alman Felsefeci Dr. Sigrid Hunke’ye göre kâğıt sicilya üzerinden Avrupaya geçmiştir. Araplar Çinli esirleri 751’de Semerkanda yerleştirmiş ve kâğıt imalatını öğretmeleri karşılığında hürriyetlerini onlara geri vermiştir.754’te halife El Mansur papirüsün kullanılmasını yasaklamıştır, kâğıt ucuzdur. Oğlu Harun Reşit zamanında Vezir Yahya Bermeki Bağdatta ilk kâğıt fabrikasını kurmuştur. Kâğıt Suriye, Filistin, Mısır, Tunus üzerinden Sicilyaya çıkartma yapmıştır. Bir başka ulaşım yolu da Fas üzerinden Endülüs olmuştur. Kâğıtla ilgisi olan bir başka konu da tercüme faaliyetidir. Bu islamlar da bir tuhaftır, çünkü savaş ganimeti olarak eski Yunan filozoflarına ait el yazmalarını istemektedir, Bizans şaşırmıştır. Küflü depolar açılarak Emevilere istedikleri verilir, zaten o yazmalar kiliseye göre küfürdür. Böylece tercüme başlar. Dr. Hunke Abbasi Halifesi El Mansur zamanında felsefi tercümelerin başladığını ilk önce Aristo’nun Organon adlı eserini çevrildiğini oğlu Harun Reşidin de “Beytül Hikme”yi kurduğunu yazmaktadır. Onun oğlu El Memun tercüme akademisinin başına Huneyn bin İshak adlı bir Süryani hekimi getirmiştir. Çok iyi Yunanca bilen bu hekim diyar diyar dolaşıp kitap toplamış ve sonunda da müslüman olmuştur. Yunan kılasiklerini önce Aramcaya sonra Arapçaya çevirir.(Doğunun da Erasmus’ları varmış demek ki!).Tercümelerle İslam âlemi kendi filozoflarını yetiştirmeye başlamıştır.
Eski Yunanı unutulmaktan kurtaran Araplar Aristoya Muallimi Evvel demiştir. Muallimi Sani ise Aristoyu yeniden yorumlayan Fârâbî idi. Ancak Dr. Sigrid Hunke devrin hakim dili yani Lingua Fırankası Arapça olduğu için onu Arap zannediyor. Avrupa Üzerine Doğan İslam Güneşi adlı bu kitapta zaten Türk adı pek az yerde geçmekte. Dr. Hunkeye hiç kızmayalım, o Hitler Almanyasının bir genci olmasına rağmen kendini çok aşmış bir aydın ve kitabıda okunmaya değer. Aynı nesilden Purof. Ratzinger’i yani papayı tanıdık. Bedir yayınevi kitabı tercüme edeli nerdeyse elli yıl olmuş. Bizim Talim Terbiye Kurulu üyelerinden hiçbiri bu kitabı görmemiş mi acaba? Ama onların daha önemli işleri vardı, Arnavut milliyetçisi bakanlık müfettişlerinin geçmişimizi aşağılayan kitaplarına tavsiye kararı çıkartmak gibi.
Günümüzde İslam ilminin ancak yüzde15’inin Araplara ait olduğu kabul ediliyor. Yüzde otuzbeşi Farsların, yüzde ellisi Türklerin. Fârâbînin asıl adı da Muhammed bin Uzluk bin Tarkan. Kimlik tartışmasına ne gerek? “Ad” belli ediyor. O aynı zamanda müzisyen, kanunu icad ettiği biliniyor.
Bıraktığımız yerden yani Sicilya köprüsünden devam edecek olursak Batıdan tercüme sanat tarihi kitapları Gotik üslubun Fıransada doğduğunu yazmakta, ama ana unsur sivri kemerin nereden geldiği konusunda bilgi yok. Bazı mimarlık tarihçilerimiz Haçlı seferlerine katılan Marsilyalı taşçı ustalarının sivri kemeri Antakya civarında öğrendiklerini söylemekte. Dr. Sigrid Hunke çok başka bir yol çiziyor, ona göre sivri kemer yola İran yayalasından çıkmış, Samarraya uğramış, Mısır üzerinden Sicilyaya geçmiş, oradan Kuzey İtalyaya, Almanyada Kiel’e ve Fıransada hırıstiyan hacıların en önemli durağı Cluny’e geçmiştir. Buradan Biritanyaya ve Tudor tarzı pencere süslemelerine ve nihayet A.B.D üniversite binalarına. Aradaki Selçuklu köprüsünden pek bahis yok. Selçuklunun sadelik içindeki ihtişamı batının süslü ama kasvetli Gotiğinin öncüsü olmuş. Mimarlık tarihi kültür tarihinin vazgeçilmez bir parçası olduğu için yazalım dedik. Cluny’e gelince Fıransada yerinin neresi olduğunu araştırırken Fıransız ihtilalinde bu şehirde ki Gotik Manastırın tahrib edildiğini öğrendim. Bizim Jakoben özentisi jön (!)lerin, İttihatçıların tarihî mezarlıklarımızı yok edip uzantılarının da Tek Parti döneminde sanatlı camileri depo yapmalarının sebebi anlaşılıyor değilmi? Mimari etkileşmeden bahsederken Dr. Hunke Arapçada funduk olarak adlandırılan han veya benzeri yapıların İtalyancaya Fondako olarak geçtiğini yazmakta Yeri gelmişken. Venedikte de Türk tüccarların ikamet ettiği bir fondako olduğunu ve bunun “Türk Sarayı” olarak halen mevcut olduğunu yazalım. Demek ki Türkler bize öğretildiği gibi yalnızca “asker ve çiftçi” değilmiş. Başka meslekleri de varmış. Almanlar anilin boyaları bulup ta doğayı zehirlemeye başlamadan önce Avrupanın kumaşı bugün yunanistan denen Osmanlı topraklarında ve Edirnede boyanırmış, ünlü Türk Kırmızısı yani. Masal gibi mi sizce? Ö. Lütfi Barkan öldüyse de İnalcık yaşıyor ve halen yazıyor neyse ki!.
Avrupa Üzerine Doğan İslam Güneşi adlı kitapta Batının Tıp ve Eczacılık, Matematik, Astronomi, İdare, Maliye, Müzik gibi alanlarda İslamdan neler öğrendiği uzun uzun sayılmaktaysa da biz burada ancak kâğıdı, kitabı ve mimariyi birazcık anlatabildik.
BİR SİNYORUN HEZEYANLARI:
Eski İspanya Başbakanı M. Aznar “Asıl Müslümanlar bizden özür dilesin, İspanyayı yedi yüzyıl işgal ettiler” demiş. İyi ki ettiler de size Elhamrayı bıraktılar, para kırıyorsunuz. Daha başka şeyler de bıraktılar ama siz anlamamışsınız sinyor, yoksa böyle saçmalamazdınız. Hazret hidayete erip sosyalistken Falanjist olmuş galiba. Bu kafayla giderseniz korkarım Elhamrayı da beşyüzyıl önceki gibi haydutlarla berduşlara terk edersiniz. O zamanda dindaş turistleri Tunusa kaptırırsınız, hem orada sizde artık olmayan Medina ve Kasbah, ayrıca vaha, deve meve, mal bulmuş Mağribi, v.s de var. Uçan halı hariç. Onu da Holivut icad etmişti zaten. Hem sizin bir iç sıkıntınız varmış, gizli müslümanlardan 14 bin kişi Endülüsten kalan vakıfları için devletinizi dava etmiş. Demekki Endülüs masalı bitmemiş. Bekleyin sinyor, bekleyin!.Göreceksiniz!


www.ufukotesi.com - 12 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.